09 Ocak 2014 06:00

Her sözcüğün emanetçiye ihtiyacı var

Kadın ozan geleneğinin, özgünlüğü ve üretkenliği ile en dikkat çeken isimlerinden biri Jehan Barbur. “Üç albümden sonra da tekrar çocukluğuma, yazılarıma dönmek istedim” diyen Barbur’la ilk kitabı Çatıdaki Çimenler’i konuştuk.

Her sözcüğün emanetçiye ihtiyacı var
Paylaş

Devrim ACAROĞLU
İstanbul


Tek çocukluk arkadaşı Madlen’i 13-14 yaşlarında kaybedince yalnız kalan, buna öfkelenen Jehan, dolap dolusu günceler yazar, “iyileşmek, anlamak için…”. “Mahfuzumdur bu size. Eski usul bir güncenin ifşası. Ne bir öyküdür ne de kişisel bir hikaye. Akıl düşümü, ruh üşümesi, gönül çarpıntısıdır. Şiirdir, öyküdür, fotoğraftır ya da tek bir cümle. En nihayetinde matbu bir hayata girizgahımdır. Yazmaya başlamama sebep Madlen’e ithafımdır ve tüm anlatamadıklarıma... Olduğum değil, hasretimdir. Her sözcüğün bir emanetçiye ihtiyacındandır.”
Hikayeler anlattığı masalsı şarkılarla, kadın ozan geleneğinin, özgünlüğü ve üretkenliği ile en dikkat çeken isimlerinden biri Jehan Barbur. Söz ve besteleri kendine ait üç şarkı albümünden haberdar olanlar için bir kitapla karşımızı çıkması an meselesiydi. “Üç albümden sonra da tekrar çocukluğuma, yazılarıma dönmek istedim” diyen Jehan Barbur’la ilk kitabı Çatıdaki Çimenler’i konuştuk.

“Benim cümlemin zaten kendi melodisi var, kendi müziğiyle geliyor”, demiştin “Hayat” albümünün ardından yaptığımız röportajda. Amerikan edebiyatı okudun, üç albüm yayınladıktan sonra şimdi kitabın geldi. Yazıyla ilişkin nasıl başladı, elin kaleme (ya da klavyeye) ne sıklıkla gidiyor?
Bazen elim hep klavyede yahut kurşun kalemde. Soluksuz yazıyorum. Bazen uzun suskunluklarım oluyor. İçime yazıyorum. Bir gün gelip hepsini boşaltıyorum. Yazdıkça nefes alışım düzenleniyor gibi. Çocukluğumdan beri yazıyorum. Her çocuk gibi ben de günlükler biriktirdim. Sayfalara anlatıyordum derdimi, diyemediklerimi, aslımı astarımı.  Sonra şarkılar yazmaya başladım. Üç albümden sonra da tekrar çocukluğuma, yazılarıma dönmek istedim. Çünkü şu sıralar şarkılar da beni pek iyileştirmiyor.

Neden?
Şarkı söylemek her daim iyi gelse de şarkılar he deyince yazılmıyor. Ama kalemi eline aldığın an, uykundan dahi seni uyandıran bir istekle içini kusuyorsun. İşte o her harf, bir nefes...
“Sahneye çıkmanın akıl sağlığını kaybetmemek için bulabildiğin tek yol olduğunu söylüyorsun”. Neler zorluyor akıl sağlığını ve yazı bu koruyucu tedavi sürecinin neresinde?
İnsan kendini ifade edince mi hayat buluyor nedir? Şarkı söylemek sevişmek gibi, çırılçıplak kendini ifşa ediyorsun. El hareketlerin, gözlerini kapatıp gittiğin diyarlar, sesindeki çığlık, suskunluk hepsi. Yazı da öyle… Başka birilerine hayat veriyorsun yazarken. Hiç olmadığın bir adam oluyor, deli gibi sevilmiş bir kadına da dönüşebiliyorsun. Seni bugünden uzaklaştırıyor. Akıl sağlığımı yoran tırıvırı çok şey var. Asıl fazla hassasiyet gösteren benim. Bu kadar alıngan ve detaycı olmasaydım daha rahat bir hayat yaşardım. Ama sizce de hayat düzenbazla dolu değil mi?

KENDİMİ AĞIRDAN SATACAK DEĞİLİM

“Siz olmasanız, siz buraya gelmeseniz, şarkılarımızı dinlemeseniz biz hiçbir şey yapamayız” diyorsun konserlerinde. Genelde “coolluk” gereği böyle şeyler demez şarkıcılar. Yazılarını da blogunda paylaşıyordun, sebil... Hazır yerini yapmışken neden “Her sözcüğün bir emanetçiye ihtiyacı vardır”?
Emanet alınmaz, sözlü gelenekle başkasına aktarılmazsa o sözcük yaşamaz, o sözcük hikayeler kuramaz ki!. Ayrıca “cool” olma çabası bana komik gelir. Tıkla bak, içi boştur. Ben ne düşünüyorsam onu söylerim. Kendimi ağırdan satacak değilim. İnsan neyse odur. Hafif meşrepliğin de geçerliliği olduğu hayatlar vardır mesela.
 “Sudaki denge bende olsa, su-sardım” diyorsun… -Dizi ve oyun müziklerini saymıyorum-, 4 yılda 3 albüm bir kitap çıkardığını düşünürsek, dengeni bulmak için mi bu kadar üretiyorsun? Gerçekten bir gün susmak hayaliyle mi?
Bir gün soluğum kesilip susmak zorunda kaldığımda, konuşmuş olduklarımın bir denge bulması ümidiyle…

Bir kadın ozanın iç döküşü var yazdıklarında. Hüzünlü olması beklenir nedense ama duygusal olarak yük yıkmıyor sırtına okurun, aksine ferahlatıyor gibi…
Ben yük bindirmek değil, yükü hafifletmek istiyorum, öncelikle kendimde… Ferahlık hissediyorsan ne mutlu bana, ben de hissediyorum. Nereden mi geliyor? Ben yaşamaya tutkunum ve inan tüm çirkefine, acısına, pisliğine rağmen. Çünkü yine de hayat güzel! Nefes almak, derini hissedebilmek, kalbinin acıması… güzel.

İNSAN NASIL BU HALE GELDİ!

İskenderun, Ankara, İstanbul… Kentli bir yaşamdan geliyorsun. Kente ve kentli yaşama dair içeriden bir bıkkınlıkla sövüyorsun. Kentten çok kentli insanla ilgili sanki sıkılmışlığın. Öğüttüğü kahveyi içmeyen, aldığı bisikleti balkonda unutan kentli nasıl bu hale geldi sence? Ve bir çaresi var mı bunun?
Bırak kentliyi, insan nasıl bu hale geldi? Ben nasıl bu hale geldim. Kendimden tiksiniyorum. Çaresi kendimce üretmek, doğruyu konuşmak, olduğun insanı bulmak ve onu var edebilmek. İnsan olmak, akli, bilge, erdem sahibi, sevebilen, yaşamaktan utanmayan, zarar vermeyen, vaktini boşa harcamayan, arkadaş edinen, rakı içen, muhabbet bilen, dert dinleyen, başkalarının başarısına sevinen… insan işte…
Bildiğimiz anlamıyla, unutan, hırsız ve açgözlü insan değil. Yaradılışındaki özeninde itina saklı olan insan…

ÖNCEKİ HABER

Ercan Kesal\'ın kulüp başkanlığı; \'Futbolu, hayat gibi yaşamak\'

SONRAKİ HABER

Hobim işçileri işe iade davasını kazandı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...