Karadeniz’e Çinka rehberliğinde buyrun
Esmani KILIÇ
İstanbul
Yiğit Sertdemir, Birol Topaloğlu, İlyas Odman, Seda Balaban ve Yüksel Aymaz. Bu isimleri yan yana görüp de oyunlarını izlememek olmaz. Karadeniz’in sesini, doğasını, müziğini, insanını Çinka’nın rehberliğinde izliyoruz. Çinka sessiz bir müzik tiyatrosu. Belki kimse konuşmuyor ama hissettirdikleri daha fazla etkiliyor, sahneden bir an bile kopmak başka bir şey düşünmek istemiyorsunuz. Oyunda bazen yayladasınız bazen de dere kenarında ay ışığını izliyorsunuz. Biz de ekiple oyun ve doğal olarak Karadeniz üzerine sohbet ettik.
Proje nasıl ortaya çıktı?
Yiğit Sertdemir: Kumbaracı50 olarak Theater Un Der Ruhr ile iki senedir partner ortaklığımız var. Bir oyunumuzla gittik orada güzel bir bağ oluştu geçen sene. Sonra beraber bir şey yapsak mı diye düşündük. 2014-2015 sezonunda benim yazdığım Robert Julie’nin yönettiği bir proje çıkacak ortak oyuncularla. Onun dışında bu sene de böyle küçük çaplı, beraber ne yapabiliriz diye düşündük. Orada bizim bağlantılarımızı kuran Rolf Henke diye bir dramaturg, Birol Topaloğlu’nu tanıyor musun dedi bana ben Almanya’dayken. Ben de dedim ki benim tanımam sorun değil sen nereden tanıyorsun? Daha önce Birol Bey oraya konsere gitmiş. O da müziğini çok seviyorum filan diye övdü. Ben de kimi kime övüyorsun dedim. Yani aslında ip uçlarını o vermiş oldu. Komşuyduk biz Birol Beylerle Kumbaracı50’nin karşısında oturuyorlardı. Karşı pencereden birbirimize el sallarken bizi buluşturan Almanya oldu. Oturduk konuştuk ne yapabiliriz diye birbirimizi tanıdık. Sonra Arhavi’ye gittik Birol Bey bizi misafir etti. Hislerimizi, algımızı açık bırakıp Karadeniz bize ne anlatacak, bize ne gösterecek bakalım biz nasıl alacağız diye orayı dinlemeye çalıştık. Oradan kalanlarla İstanbul’a döndük. Sonra yolculuğumuza bir kahramanımız daha katıldı. Yüksel Aymaz ışığıyla hayran olduğumuz birisiydi. Böyle şekillendi bu proje.
KARİKATÜR ÖGELERİ DEGİL, SANATSAL BİR ÜRÜN
Çinka nedir? Sadece bir orman cini mi?
Birol Topaloğolu: Çocukluğumuzdan beri bizi korkutmak daha doğrusu gecenin tehlikesinden korumak amaçlı böyle çinka, germakoçi, cin, peri gibi böyle hayali figürlerdir bunlar. Biz bu figürlerle büyüdük aslında. Çinka, germakoçi akşam ezanından sonra ortaya çıkarlar sabah horoz ötene kadar gezerler. Gece onlarındır.
Y. S: Bütün mitlerde de böyle geçer. Shakespeare oyunlarında da böyledir.
B. T: Çinkalarla ilgili çok hikaye anlatılır. Ama bu proje Laz kültürüne Karadeniz kültürüne daha fazla yoğunlaşmamızı sağladı. Bu kültürün karikatürize edilmişlikten, turistik öğelerden arındırılıp, gerçek sanatsal bir ürün haline dönüşmesi beni ayrıca mutlu ediyor. Bu açıdan da bence ilk örnektir. Beni zorlayan bir proje oldu, sanki kemençeyi çalmayı yeni öğreniyor gibiyim. Çünkü çinkaya çalmam gerekiyor. Kendi kendime çalmıyorum ses arıyorum buluyorum ilginç, çok keyifli.
Hikayeleri nasıl seçtiniz?
Y. S: Araştırmalar yaptık tabii ki ama asıl taslak Arhavi’ye gitmemiz ve orada bir haftalık gezimizle oldu. Tüm algılarımızı açarak gezdik. Oraya sadece turist olarak bakalım demedik. Ne anlatıyor diye dolaştık. Zaten söyleyecek çok şeyi var doğanın, insanların. O sesi Duymamak zaten saçmalık olurdu. Herkes kendine hitap eden tarafına baktı. Ben daha çok hikayesine baktım, İlyas harekete, Candan tasarımına baktı. Sonra bunları toparlayınca böyle bir şey çıktı ortaya.
Karadeniz insanının doğayla içiçeliği çok farklı. Horon bile ordan çıkmış gibi görünüyor oyunda.
B. T:Cennettir Karadeniz. Doğadaki bitkilerin yeşermesi sararması doğadaki tüm uyanış ve ölüşü çok rahatlıkla görebiliyorsunuz. Oradan da çok zengin figürler anlatılar çıkar.
TULUMUN ÇOK ETKİLEYİCİ BİR SESİ VAR
Oyunda sepetin içinden çıkıp horon tepmeye başlıyorsunuz. Sanki horonla doğuyormuş gibi Karadeniz insanı.
B. T: Bizim yaşlılarımız anlatırlar, ‘tulum ve kemençe çaldığı zaman ne namaz kalır ne ibadet kalır’ derler. Onun için de tulum konusunda çok günah hikayeleri anlatılır. Ben bunu sonraları anladım tulumun sesi kadar etkileyici hiçbir ses yok.
Günah hikayeleri derken nasıl hikayeler anlatılıyor?
Yüksel Aymaz: Tulumu duyan İsrafil’in sur borusunu duymayacak kıyamet günü derler.
B. T: Bizim bir yaşlı amcamız anlatırdı. Tulum çaldığında kulağını tıkardı. Siz de tıkayın derdi. Tıkasan ne her tarafından giriyor.
MALZEMELERLE OYNAYARAK BULUYORUM
Önceki oyunlarınız da harekete, performansa dayalı zor oyunlardı bunları nasıl tasarlıyor sunuz? Ortaya çıkış süreci nasıl oluyor?
İlyas Odman: Malzemelerle oynayarak ortaya çıkıyor. Karşılaştığımız nesneleri değişik şekillerde kullanarak bir dil yaratmaya çalışacağımız belliydi. Herkes kendi disipliniyle bunlarla baş etmeye çalıştı. Ama zaten ben öyle çalışıyorum. Elime bir şey alıyorum oynayarak başlıyor. Bir yere varmak değil de, onunla oyun oynayarak başladığınızda zaten karşınıza çıkan her şey olanak yaratıyor. Bu işte daha çok sahnede olduğumuz için Yiğit’in önünde oynadık. Biz iki kişi olarak malzemelerle oynarken Yiğit, bizim oluşturduğumuz eylemleri bir hikaye içerisine yerleştirdi. Ben danstan geldiğim için hikaye bazlı çalışamıyorum burada da hikayeye hizmet eden kısımları toparladık. Hikayeye hizmet etmeyen baya bir kısmı attık zaten.
BU SEFER SAHNEYE IŞIĞI BEN GÖTÜRDÜM
İlk defa bir oyunda sahnede dolaşarak ışık yapan birisini görüyorum. Bu nasıl oluştu?
Y. A: Bu ilk oldu zaten. Dörtlü grup yol almışlardı. Ya onlar durup beni bekleyeceklerdi ya da benim koşmam lazımdı. Ben koşup onlara yetişmeye çalıştım. Sonra bir şeyler deneyelim dedik. Düşüncemiz çok az malzemeyle neler yapabiliriz oldu. Ben hikayenin içine girmeye başladım. Işık açılarının, malzemelerinin klasik yapısında ne gibi değişiklikler yapabiliriz diye düşündüm. Sistem aynıdır malzemenizi ayarlarsınız ışık masasında var olan ayarladığınız ışıkları kullanırsınız. Bugüne kadar hep aynı yerden ışık sahneye gitti bu sefer tersine çevirdim, ışığı ben götürdüm. ‘Malzemenin hareket etmesiyle ne olabilir’i burada denedik. Bütün bunları denerken kendime de şaştım yani ‘ben ne yapıyorum’ dedim.
Evrensel'i Takip Et