01 Ocak 2014 06:00

Sağlıkta soygun düzeni!

80’lerde KİT’lerin satışıyla başlayan özelleştirme furyası, eğitim-sağlık gibi kamusal hizmetlerin sunumundan devletin çekildiği ve bu hizmetlerin paralı hale getirildiği bir noktaya ulaşmış durumda.Özellikle SSK hastanelerinin Sağlık Bakanlığına devriyle başlayan ‘Sağlıkta Dönüşüm Programı’ kamu-özel ortaklığıyla inşa edilecek Şehir Hastaneleriyle son aşamaya geldi.

Sağlıkta soygun düzeni!
Paylaş

Cemil SATILMIŞ*

80’lerde KİT’lerin satışıyla başlayan özelleştirme furyası, eğitim-sağlık gibi kamusal hizmetlerin sunumundan devletin çekildiği ve bu hizmetlerin paralı hale getirildiği bir noktaya ulaşmış durumda.Özellikle SSK hastanelerinin Sağlık Bakanlığına devriyle başlayan ‘Sağlıkta Dönüşüm Programı’ kamu-özel ortaklığıyla inşa edilecek Şehir Hastaneleriyle son aşamaya geldi.  

ŞEHİR HASTANELERİ


Kamu-özel ortaklığı aslında kamudan özele kaynak transferi olması itibariyle bir özelleştirme yöntemi. Üstelik yapılacak projeler mevcut yatak sayısında ciddi bir artıştan yaratmaktan ziyade yeniliyor.Diğer taraftan yapılan hesaplamalar mevcut binaların bakanlık eliyle yapılmasının daha ucuza geleceğini gösteriyor. Örnek olarak Erzurum’da klasik ihale metoduyla yapılan 1200 yataklı hastane 193 milyona mal olurken,kamu-özel ortaklığıyla yapılacak 1500 yataklı Kayseri projesi  için sadece 3 milyar  443 milyon lira kira ödenecek.
TTB’nin açtığı davalarda Ankara-Etlik, Ankara-Bilkent ve Elazığ şehir hastanelerinin ihalelerinin yürütmesi durdurulmuştu. Sağlık Bakanlığı kararlara itiraz etti, Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu itirazı reddetti. Başbakanın ‘Bu fukaranın 9 yıllık rüyası’ diyerek, en tepeden ve açık destek sunduğu proje Kamu Özel İşbirliği yasası çıkarılarak yargı engeli aşıldı. Ancak yeni ihale yapılmaya gerek görülmeden kanunsuz bir şekilde bu üç proje için sözleşmeler imzalandı. Yozgat’taki projenin sözleşme imzalanmadan temeli atıldığı, Kayseri projesinin yapılacağı yerin bataklık çıktığı konu hakkında basında çıkan haberlerden birkaçı.

DÜPE DÜZ SOYGUN


Projelerde arsa tahsisi devlet tarafından yapıldığı gibi bakanlık bu kampüslere 25-49 yıllığına kiracı  oluyor. Yüklü miktardaki kiraların yanında şehir merkezlerindeki hastaneler de AVM vb. inşa etmek üzere bu şirketlere peşkeş çekiliyor. Bir iddiaya göre Ankara Numune, Yüksek İhtisas, Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon ile Gazi Mustafa Kemal Hastanesi alanları yüklenici şirketlere önerilmesine rağmen şirketler kabul etmedi. Ayrıca kampüslere dahil ticari alan açma ve işletme yetkisi tanınan şirketlere yüzde 70 hasta doluluk oranı garantisi veriliyor.
Peki mevcut verileri alt alta yazdığımızda düpedüz soygun olan bu uygulamayı canhıraş bir şekilde savunmak, üstelik de bunu kamu yararına dayandırmak nasıl izah edilir ki! Nitekim Başbakan Etlik kampusünün temel atma töreninde “…Buraya gelecek hastalarımız  ve onların yakınları sıkıntı çekmeden, semtten semte koşuşturmadan, aynı alan içinde hem en kaliteli hizmeti alacak hem de tüm ihtiyaçlarının cevaplarını burada bulabilecek” sözleriyle hayalini süsledi. Temel atma töreninden sekiz gün sonra, 30 Ekim 2013’te 5. İzmir İktisat Kongresine katılan Dünya Bankası Başkanı Jim Yong Kim, Türkiye’nin makro ekonomik dengelerinden özellikle de sağlıkta  dönüşüm programındaki başarısından övgüyle bahsediyordu.

SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM PROGRAMI

Evet aslında sorumuzun cevabı tam da bu itirafta gizlidir. Çünkü ‘Sağlıkta Dönüşüm Programı’ bir Dünya Bankası projesi olup daha önceki iktidarlar tarafından da hayata geçirilmeğe çalışılmasına rağmen , asıl olarak AKP iktidarıyla ve 2003 yılından itibaren hızla uygulanmağa konmuştur. IMF tarafından verilecek bazı kredilerin serbest bırakılması dönüşüm performansına bağlandığı gibi dönüşümün temel sacayaklarından olan aile hekimliği uygulaması yine dünya bankası finansmanıyla gerçekleştirildi.
 

SAĞLIKTA 2013 VERİLERİ

* Acil başvuru sayısı 90 milyon, ki bant sistemine rağmen bu konuda dünya birincisiyiz.
* Ayakta tedavi yılda 700 milyon, ki bu sağlıkta dönüşümden önce 300 milyon civarındadır.
* Yılda 10 milyon MR, 2 milyar kutu ilaç ile sağlık tetkik ve ilaç cennetiyiz.
Bu büyüklükler bir başarıdan ziyade kışkırtılmış bir tüketimi gösterdiği gibi koruyucu sağlık hizmetlerinin de tasfiyesi pahasına gerçekleştirilmişlerdir.
Diğer taraftan;
* Özel hastanelerin hastalardan alacakları farkın tavanı yüzde 200 oldu.
* 2007’de 365 olan özel hastane sayısı 2011 itibarıyla 503’e ulaştı.
* Özel hastaneye başvuru sayısında da 2009’dan itibaren yüzde 30 artış sözkonusu. Buna paralel SGK’nin özel hastanelere yaptığı ödemelerde de yüzde 50 düzeyinde bir artış var.
* Hane halkı tarafından yapılan cepten ödemeler 2009 yılında yüzde 14.1 iken, 2012’de yüzde 15.4 olarak gerçekleşti.
İşin ilginç yanı bu istatistiklerle beraber toplam sağlık harcamaları 2012’de yüzde 10.7’lik bir artışla 76 milyar 278 milyon TL ulaştı. Artık bu veriler ışığında kamu kaynaklarının sermayeye alan açmak, sağlığı bir hak olmaktan çıkarıp tamamen kar edilen bir sektör haline getirmekte kullanıldığını  görmemek için kör olmak gerek.

AVM  HASTANELER
Eskiden mahalle aralarında bakkallar olurdu. Paramız olmasa da bakkal defterine yazdırıp alırdık ihtiyaçlarımızı. AVM’ler artık şehir içlerine kadar girmiş olsalar da bakkallar kadar yakınımızda olmadıkları gibi  ihtiyaçlarımıza da bakkallar kadar yakın değil. AVM’ye bir ihtiyacımız için gittiğimizde fark ediyoruz ki başka ihtiyaçlarımız da varmış ve onları da almalıyız. Tabii ki bedelini ödeyerek. Paramız yoksa da, kredi kartı gelecekte olacak paramızdan almamızı sağlayabilir. Üstelik de 8-10 taksitle. Böylece çoluk-çocuk gitmişseniz aynı anda hem nefis kokular içinde acıktığınızı hissedip “battı balık yan gider” diyip bir feast-food dükkanından bir şeyler atıştırıp, çocuğunuzun görüp “ille de isterim” dediği jan-janlı bir oyuncağı da almak durumunda kalabilirsiniz.

İşte  şehir hastaneleri bana gerek ulaşılabilirlik, gerek maliyet anlamında AVM’leri çağrıştırıyorlar. Şöyle ki; mahallemizden yürüyerek ya da bir vasıtayla ulaşılabilecek mesafede konumlanan devlet hastanelerimizin tersine; şehir hastaneleri şehrin dışında, ulaşımı sıkıntılı alanlarda kurulacak olmaları sebebiyle bir mağduriyet yaratacaklardır. Diğer taraftan halihazırda her düzeyde katkı ve katılım payları ile zaten paralı hale gelen sağlık hizmetinin kuşkusuz AVM hastanelerindeki bedeli de  daha yüksek olacaktır. Üstelik otopark, cenaze hizmetleri, otelcilik hizmetleri gibi hizmetlerin yüklenici firmalar eliyle yürütüleceği gerçeği ortadayken Başbakanın “… Her türlü ihtiyaçlarının cevaplarını bulabilecekler” ifadesi daha da bir anlam kazanıyor. E tabii hazır şehir hastanesine gelmişken birkaç gün kalmadan gitmek olmaz. Zaten bizi, orada birkaç fazla test ve tetkike ikna edecek, konforlu otel odalarından denememizi salık verecek satıcılar mutlaka bulunacaktır. (Tabii bu arada sağlık hizmet paketinin daraltılması ve tamamlayıcı sigorta başlıklarını da bu minvalde değerlendirmek gerek).

UMUT HALKLA BİRLİKTE MÜCADELE

ŞİMDİ artık eksik parçaları yerine koyduğumuz ve büyük resmi gördüğümüze göre ortada düpedüz bir soygun düzeni olduğunu ve bunun da sağlıkta yıkım anlamına geldiğini söylemek için kahin olmaya gerek olmadığını söyleyebiliriz. Ancak asıl sorun ya da asıl soru; bu tablonun nasıl sürdürülebildiğidir? Çünkü mevcut yönelimin  hizmeti alanlar açısından mağduriyet yarattığını verilerle ortaya koyduk. Diğer taraftan hizmeti sunanlar yani sağlık çalışanları açısından da durum hiç parlak değil. Doktor, hemşire, teknisyen, memur, taşeron sağlık emekçilerinin bir kısmı caf-caflı laflara aldanmayıp bu dönüşümün kendileri için esnek -güvencesiz- sefalet ücretleriyle çalışmak anlamına geldiğini, geleceğini fark etti. Hâlihazırda dayanışmanın yerini rekabete terk ettiği, ekip olma duygusunun ve pratiğinin ortadan kalktığı bir durumda; şehir hastaneleri sağlık emekçileri için insani ilişkilerin sıfırlandığı, teknolojik aygıtlarla işe giriş -çıkısın ve tüm iş alanlarının gözetim altına alındığı robotik bir çalışma düzeni vaat ediyor. Ancak yönetenler cephesi gerek emekçi saflarında ki iş birlikçi ve kontra sendikaları aracılığıyla çalışanları böldükleri gibi halkımızı da bir sihirbaz el çabukluğuyla kandırdı. Ama artık deniz bitti.

Çözüm mücadeleden; mücadeleyi doğru yöntemlerle halkın diğer kesimleriyle buluşturmaktan geçiyor. Bu konuda ortaya çıkan ihtimalleri doğru bir tarzda ele almak ve bu konuda uyanık olmak gerek. Mesala şehir hastanelerine ulaşım sadece halkımız için değil taşeron sağlık emekçileri açısından da sorun. Mesala sağlık emekçileri ve mücadeleci sendikaları keşke ODTÜ öğrencilerinin bazı çevreler ranta sağlayan ve ağaç katliamına neden olan yola karşı direnişlerine daha aktif katılsa, destek verse ve direnişin meşruiyetini diğer  emekçilere anlatabilseydi. Çünkü ODTÜ’den geçecek yol Bilkent Şehir Hastanesi için de yol olacak. Hâlâ umut var. Umut ‘Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiç birimiz’ diyerek mücadeleyi büyüten, sağlık emekçileriyle; eşit, nitelikli, ulaşılabilir, kamusal ve ana dilinde sağlık hizmeti mücadelesine aktif olarak katılacak yoksul halkımızın ortak mücadelesinde. Umut ‘Bu daha başlangıç, mücadeleye devam’ diyenlerde…

(*) SES Ankara Numune İşyeri Temsilcisi

ÖNCEKİ HABER

Standart Profil 2014’ü bekliyor

SONRAKİ HABER

İşçiye çay, simit kendilerine milyar dolar

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa