29 Aralık 2013 08:18

Özgürlük mücadele ederek kazanılır

Ortadoğu gibi, özgürlük mücadelesi bakımından en çorak topraklarda bile 40-50 yıllık diktatörlerin devrildiği, halkların kendi kaderine sahip çıkmaya başladığı bir zaman diliminden geçiyoruz.

Özgürlük mücadele ederek kazanılır
Paylaş

İhsan ÇARALAN

Ortadoğu gibi, özgürlük mücadelesi bakımından en çorak topraklarda bile 40-50 yıllık diktatörlerin devrildiği, halkların kendi kaderine sahip çıkmaya başladığı bir zaman diliminden geçiyoruz.
Son yıllarda bu mücadele daha da keskinleşerek sürüyor. Bu kapsamda, Kürt halkının özgürlük mücadelesi de Kürdistan’ın hemen bütün parçalarında yeni mevziler kazanarak ilerliyor. Türkiye’de Gezi direnişi, Brezilya’da Gezi ile eş zamanlı, diğer Latin Amerika ülkelerindeki gençlik ve halk direnişleri, Avrupa kıtasında istikrarsız, çıkış nedenleri değişik de olsa arkası kesilmeyen gençlik ve kadın direnişleri, görünür nedenleri farklı olsa da sisteme karşı birer özgürlük mücadelesi olarak gelişti.    
Elbette ki sadece günümüzde değil, tarihin en eski çağlarından beri, uğruna en çok mücadele edilen şeyin özgürlük olduğunu söylersek yanlış bir şey söylememiş oluruz.
İnsanlığın mağaradan günümüz uygarlığına gelen mücadelesinin, sınıflar mücadelesinin; baskıya, zulme, sömürüye karşı mücadelesinin bir yüzünde her zaman özgürlük, daha çok özgürlük için mücadele olduğunu rahatlıkla iddia edebiliriz.
Bütün bir uygarlık tarihi boyunca felsefede, bilimde, sanatta her ilerlemenin bir özgürlük mücadelesi olarak şekillendiğini söylersek de gerçeğin önemli bir yanını ifade etmiş oluruz.

BUGÜN DE ÖZGÜRLÜK MÜCADELESİ ÖNEMİNİ KORUYOR

İnsanlığın binlerce yıllık özgürlük mücadelesinden ve kapitalizmin “herkesi özgürleştiren” bir toplumsal sistem olarak onca propaganda edilmesine karşın son çeyrek yüzyılın politik tartışmalarında da en çok kullanılan kavramın özgürlük kavramı olduğunu söylersek bir abartı yapmamış oluruz.
Elbette en başta kendi kaderlerine sahip çıkmak isteyen halklar, işçi sınıfı ve gerçek yaşamda karşılığı olamayan lafta özgürlüklerden bunalan gençler, gelenek ve görenek kıskacından kurtularak daha özgür bir yaşam talebinde bulunan kadınlar, son çeyrek yüz yıl boyunca da geniş kitleler halinde özgürlük talepleriyle mücadele yürüttüler. Bugün de her vesileyle ve her yolla bu mücadeleler sürmektedir.
Bütün bu son çeyrek yüzyıllık dönem boyunca, Avrupa Birliği’nin kapitalist emperyalist blokuna bağlanmak için yanıp tutuşanlar, kendilerini özgürlük savaşçısı olarak gösterirken, günümüzden, ortaçağ değerlerine dönmeyi, siyasi program yapanlar da bu isteklerini özgürlük talebi olarak ifade etmektedirler. Siyasetin yetmediği yerde gericilik, dinin gerçeklerinin bilimin gerçekleriyle eşit değerde olmasını, hatta bilimin yerine dinin, Vahy’nin gerçeklerinin geçirilmesini savunanlar da kendilerini özgürlük talebi olanların safına sokuyorlar. Örneğin “yaratılışçılığın” savunucuları, yaratılışçılığı reddeden ve evrim kuramını bilimin tutumu olarak savunan bilimsel tutumu, bilim alanında özgürlüklerin sınırlanması olarak gösterip kendilerine meşruiyet alanı açmaya çalıştılar, hâlâ da bunda ısrar ediyorlar.
Yine bu dönem boyunca, “çok hukukluluğu”, “grev kırıcılığını”, “sendikalı olmamayı” ya da “iki sendikaya birden üye olmayı” “türban takmayı”, “birden çok kadınla evlenmeyi”… savunmanın özgürlük olarak anlaşılması gerektiğini de propaganda ettiler.
Toplumun ileriye doğru değil geriye, Ortaçağ değerlerine dönerek insanların özgürleşeceğini savunan güçler, gelenek, görenek ve dini karakterli değerlerin yaygınlaştırılıp yüceltilmesi için de yaptıkları mücadeleyi özgürlük mücadelesi olarak göstermek istemektedirler. Bunun için de özgürlük mücadelesini, toplumun ilerlemesinin önündeki engellerin kaldırılması mücadelesi olmaktan çıkararak, “başıboşluğa”, herkesin istediği her şeyi savunması gibi bir “anarşizm” çizgisine çekmektedirler.
Buradaki dayanakları ise, kapitalist sömürüye meşruiyet temeli oluşturmak için geliştirilen ve özgürlüğü bireylerin davranışlarına indirgeyen, “Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” diyen liberalizme dayandırıyorlar. Bir farkla ki bu liberal özgürlük anlayışı neo liberalizmin yol verdiği iktisadi programların emekçileri örgütsüzlüğe mahkum edip haklarını ayaklar altına alındığı koşullarda olunca; “yapanlar” ve “geçenler” sadece büyük sermaye odakları oluyor.

ÖZGÜRLÜK MÜCADELESİ BİR ARPA BOYU İLERLEMEDİ Mİ?

Bu açılardan bakıldığında burada, “Binlerce yıllık özgürlük mücadelesinden sonra bugün de hâlâ özgürlük için mücadele önemini koruyorsa, bütün bu bin yıllar boyunca süren mücadele boşuna mıdır?​” sorusu akla gelebilir.
Eğer özgürlükleri kağıt üstüne yazılmış ya da yasalara geçmiş geçmemiş kimi talep ve sloganlardan ibaret sayan bir anlayışa sahipsek, tabii böyle düşünebiliriz. Ancak özgürlüğü bir mücadele, her gün yenide kazanılması gereken bir mücadele olarak anlarsak, toplum karşıt sınıflara bölünmüş bir toplum olmaya devam ettiği, kısaca sınıflar arasındaki mücadele sürdüğü sürece, özgürlük mücadelesinin bugün de sürüyor olmasının anlaşılmayacak hiçbir yanı yoktur.
Bu yüzden de Ortaçağ’daki özgürlük mücadelesiyle bugünkü mücadele elbette aynı içerik ve aynı talepler etrafında değildir. Görünüşte pek çok bakımdan benzese bile aradan geçen beş yüz yılın mücadelesiyle bugünkü özgürlük mücadelesi elbette çok daha ileri bir mevzide sürmektedir.

Sınıflar mücadelesinin penceresinden baktığımızda, özgürlük mücadelesi, sınıfların ortaya çıkmasından beri ezilenlerin, sömürülenlerin, baskı altında tutulanların kurtuluşunun, egemenlere karşı mücadele edenlerin kendi kaderlerini ellerine alma mücadelesi olarak tariflendi. Bu yüzden özgürlük, bütün bir tarih boyunca ezilenlerin, sömürülenlerin egemenlere başkaldıran mazlumların isyan çığlığı oldu.

ÖZGÜRLÜK MÜCADELESİ DEVRİMLER VE KARŞI DEVRİM

Demek ki özgürlük mücadelesi, sınıflar mücadelesi içinde, herhangi bir biçimde bir görüşü, bir tutumu savunmadan öte, toplumun ilerlemesi, tarihin ileriye doğru akışının önündeki engellerin kaldırılması mücadelesi, devrim mücadelesinin bir bileşeni olarak biçimlendi. Bu büyük tarih içinde toplumu geriye doğru götürmek isteyenlerin egemen gücün baskıları karşısında başkaldırıları, isyanları, karşı devrimler de yok değildir ama bunlar istisnadır ve geçici durumlardır. Örneğin 1789 Büyük Fransız Devrimi sonrasında kralcıların, devrime kaşı kendi özgürlükleri (derebeylik hakları, kilisenin topraklarını ve haklarının iadesi, arkasında oldukça geniş kapsamlı kesimlerin ayaklanması da görünüşte bir özgürlük mücadelesidir. Çünkü onlar kendilerine yönelik bir diktatörlük olarak yönetimi ele alan devrim hükümetlerine karşı ayaklanmıştır. Ama onların, toplumun devrim öncesinin kralların, derebeylerin, kilisenin egemenliğinin yerinden getirilmesi mücadelesine özgürlük mücadelesi denemez. Ya da Ekim Devrimi sorası Çar’ın tahtının geri verilmesi, kapitalist sömürünün ihyası için ayaklananlar işçi sınıfının diktatörlüğüne karşı başkaldırmışlardır. Ama onların toplumu geriye götürme mücadelesi de bir özgürlük mücadelesi değildir. Çünkü onlar toplumu devrimin yıktığı barikatların gerisine götürüp toplumsal ilerlemenin önüne yeni barikatlar kurma özgürlüğünü istiyorlardı.

Yine son çeyrek yüzyıldır Doğu Avrupa’da ABD ve AB’nin kışkırtmasıyla girişilen “özgürlük mücadelesi” de geriye doğru, o ülkelerin çağdaş gericiliğin merkezlerine, AB ve ABD emperyalizmine bağlama amaçlı mücadeleler olduğu için özgürlük mücadelesi kategorisine girmezler.

Biz de elbette Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkı, anadilinde eğitim hakkı, Alevilerin inanç özgülüğü, işçilerin, emekçilerin grev hakkı ve sendikal özgürlüklerin önündeki engellerin kaldırılması, ifade ve basın özgürlüğü, bilim, sanat üstündeki baskıların kaldırılması,… gibi talepler gerçek özgürlük talepleridir. Ama “türban takma”, “çok hukukluluk”, “İmam hatiplerin normal liseler ya da endüstri meslek liseleriyle aynı statüye getirilmesi”, “dini akitlerin bilimle eşitlenmesi”, “Aleviliğin diyanette temsil edilmesi”, “çok kadınla evlenme” … gibi girişimlerin ve taleplerin, etrafında koparılan onca gürültülü özgürlük iddiasına karşın, bunların özgürlük mücadelesiyle bir ilgisi yoktur.

ÖZGÜRLÜK ÖRGÜTLENMEK VE MÜCADELEDİR

Konumuz açısından bakıldığından da bu geriye doğru taleplerle ayaklananlar, ne kadar kalabalık olurlarsa olsunlar bir özgürlük mücadelesi verdikleri söylenemez. Çünkü özgürlük, tarafsız, renksiz, şekilsiz bir kavram olmadığı gibi özgürlük mücadelesi de yönsüz, başıboşluk değildir.

Çünkü sınıflar mücadelesinin özgürlük mücadelesi olarak biçimlenen boyutu bize özgürlüğün başıboşluğu savunmak olmadığını, ama zorunluluğun bilincine varmak olduğu, doğa ve toplum yasalarını bilerek, onları insanlığın ilerlemesinin önündeki engelleri kaldırmanın dayanağı olarak kullanma mücadelesi olduğunu göstermektedir. Bunun pratikteki anlamı ise; özgürlükler için mücadeledir. Ve mücadele ilerledikçe, toplumun giderek daha geniş kesimleri özgürlüklerinin bilincine varıp onun için mücadeleye katıldıkça özgürlüklerin alanı genişler, içeriği zenginleşir.

Onun içindir ki “Özgürlük mücadelesi örgütlenmeyi zorunlu kılar”, “Özgürlük mücadele edildiği ölçüde elde edilebilirdir” deriz.

VERİLMİŞ BİR ‘ÖZGÜRLÜKLER LİSTESİ’ HAYAL ETMEK İDEALİZMDİR

Liberal özgürlük anlayışı özgürlüğü bireylerin “serbestliği”ne indirgeyerek yüceltmiş gibi görünürken aslında işçi sınıfı ve emekçiler için özgürlükleri kutsal ama emekçilerin ulaşamayacağı bir “hakka” dönüştürür. Dahası böylece özgürlük alınıp satılan, sadece satın alacak sermayeye sahip olanların kullanabileceği bir metaya dönüştürülür. Basın özgürlüğü, seçme ve seçilme hakkı dahil siyaset yapma özgürlüğü, seyahat özgürlüğü, toplu gösteri, grev ve sendikalaşma özgürlüğü … gibi özgürlükleri işçiler, emekçiler, hatta bilim insanları, aydınlar, sanatçılar, ancak örgütlendikleri ölçüde kullanabilirler. Onu içindir ki, burjuvazinin çeşitli kesimleri dışındaki halk kesimleri basın özgürlüğü, siyaset yapma özgürlüğü, yürüyüş ve toplu gösteri yapma özgürlüğü, gibi hakları yasalarla garantiye almış olsa da kullanamaz. Örneğin bir işçi tek başına gazete çıkaramaz, TV kuramaz, film yapamaz, sendikalaşamaz, grev yapamaz, siyaset yapmak için parti kuramaz, hatta istediği yerlere seyahat bile edemez. Çünkü bu işleri anlamlı bir biçimde yapabileceği kadar mali gücü bulamaz.
Bu türden özgürlükleri işçiler, emeği ile geçinen halk kesimleri ancak aralarında birleşerek (örgütlenerek), bireysel güçlerini birleştirip bir sınıf gücüne dönüştürerek yapabilirler. Örneğin işçiler örgütlenerek kendi gazetelerini çıkarabilir, kendi TV’lerini kurabilirler, basın ve ifade özgürlüğünden yararlanacakları bir mevziye girmiş olurlar. Eğer örgütlemezlerse, ortak bir program oluşturup siyasi parti kurup mücadeleye atılamazlarsa, siyaset yapma ile ilgili özgürlüklerden, en basitinden seçme ve seçilme özgürlüğünden bile yararlanamazlar. Tersine bunları yaptıkları ölçüde “burjuva özgürlükler” denilen ve bireylere tanınan özgürlüklerden, kolektif çıkarları için yararlanabilirler.

EMEKÇİLER, HALKLAR MÜCADELE ETTİKLERİ ÖLÇÜDE ÖZGÜRLEŞEBİLİR

Demek ki emekçiler kapitalist dünyada ancak örgütlendikleri ve mücadele ettikleri ölçüde, bir özgürlük mücadelesi yürüttükleri ölçüde özgürlüklerden yaranabilir, sistemin elverdiği ölçüde de özgürleşebilirler. Dahası bu mücadele içinde kapitalist toplumun bireyci insanı olmaktan, kolektif hakları (sınıf hakları) için mücadele etmeyi ve onun önemini anlayabilecek bir mücadele mevzisine geçerler. 
Kısacası özgürlükler, bir laf yığını olmaktan öte toplumun özgürleşmesinin, toplumun ilerlemesinin önündeki engellerin kaldırılması mücadelesi olarak ele alındığında şunu hiç tereddüt etmeden söyleyebiliriz: İşçiler, emekçiler için anayasa ve yasalara yazılmış “temel” denilen, “vazgeçilmez hak” denilen özgürlükler de dahil, hazırda kullanılabilecek bir “özgürlükler listesi” yoktur. Bu yüzden de özgürlük kavramının bunca bol kullanıldığı bir dünyada işçiler emekçiler, aydınlar, halklar için özgürlükler her gün yenden kazanılmak zorundadır. Çünkü sermaye özgürlükleri yaldızlayıp cilalayarak emekçilerin, halkların uzanamayacağı bir yere istiflemiştir. Ki; onları, raflardan indirip kullanılır hale getirmek için halklar, yeniden yeniden kazanmak zorunda kalmaktadır.
Onun içindir ki özgürlükler için mücadele, işçi sınıfının, halkların, emekçilerin örgütlenme ve mücadelelerinin (bugün demokrasi mücadelesinin bir bileşeni olarak) bir yanı olarak süren bir mücadeledir.

ÖNCEKİ HABER

Haziran Direnişi ve zorunluluğun bilinci

SONRAKİ HABER

Ey özgürlük!

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...