29 Aralık 2013 08:16

Haziran Direnişi ve zorunluluğun bilinci

Birinin özgürlüğünün sınırını bir diğerininkinin başladığı yere kadar çizen klişe tarif, özgürlüğün eşit insanların birbirinin alanına girmeden yan yana durabileceğini ima eder. Bu liberal yorum, sınıf, cins, ulus ve kimlik körü anayasalarda içerilmiş biçimsel eşitliğin, gerçek bir eşitlik olabileceği vaadinde de bulunur böylece.

Haziran Direnişi ve zorunluluğun bilinci
Paylaş

Nuray SANCAR

Birinin özgürlüğünün sınırını bir diğerininkinin başladığı yere kadar çizen klişe tarif, özgürlüğün eşit insanların birbirinin alanına girmeden yan yana durabileceğini ima eder. Bu liberal yorum, sınıf, cins, ulus ve kimlik körü anayasalarda içerilmiş biçimsel eşitliğin, gerçek bir eşitlik olabileceği vaadinde de bulunur böylece. Oysa çıkarları birbirinden farklı ve çatışma halinde bulunan kesimlerden oluşan toplumda, özgürlük hep, siyasi iktidarı elinde tutan kesimin çizmeye çalıştığı sınırlarla, bu sınırları genişletmek isteyen kesimlerin mücadelesinin ürünü olarak zuhur eder. Başlangıçta, boş bir sayfaya yazılı, herkesin eşit olduğu imasından beslenen, kişisel özgürlük kutularının yan yana sıralandığı bir özgürlük yoktur. Özgürlük onun için verilen mücadelenin kendisidir.
Eğer emekçi sınıfların sömürüldüğü, kadın cinsinin baskı altında tutulduğu, farklı kimliklerin yok sayıldığı ya da ezildiği; siyasi iktidarın da “Türk, Sünni, Erkek” yurttaşı öncelediği koşullarda yaşanıyorsa, özgürlük mücadelesi bu sınırlandırıcı ve dışlayıcı alandan çıkmak için verilecektir. Geçtiğimiz yaz aylarında Türkiye’yi sarsan Haziran Direnişinin önemli saiklerinden biri de giderek daralan yaşam alanlarının genişletilmesi; hiç eskimemiş özgürlük ve eşitlik talebinin gerçekleştirilmesine ilişkin duyulan yakıcı istekti nitekim.
Taksim Gezi Parkı’nda AVM ve Topçu Kışlası yapılabilmesi için oradaki ağaçların bir gece vakti operasyonu ile kesilmeye kalkışılması üzerine başlayan direnişin, “Gezi Parkı park olarak kalmalı”dan başlayarak, Hükümetin bütün icraatını de eleştirerek “Hükümet istifa”ya kadar uzanan talebinin oluşturduğu birleştirici içerik, onun çok renkli biçimiyle uyumlu bir biçimde geliştirildi. İşçilerin, işsizlerin, kadınların, gençlerin, kamu emekçilerinin, entelektüellerin, sanatçıların, LGBTİ’lerin ve farklı siyasal grupların kendi sözlerini ve taleplerini ayrıca ekledikleri bir içerikti bu.
Her kitle eylemine, her talebe, her gösteriye polis gücünü seferber ederek müdahale eden; kadınların kaç tane ve nasıl çocuk doğuracağına karar veren, nesle kindar ve dindar bir ufuk belirleyen, gündelik hayatı giderek kabusa çeviren Hükümetin, her birini marjinal ilan ettiği kesimler bütün bu baskılara karşı biriken öfkelerini enerjik bir biçimde dışa vurduklarında sokağa “kendi sözleri”ni söyleyerek de çıktılar. Her kesim kendi özgürlüğünün koşulunun başka talepleri olanlarla birleşik bir mücadele olduğunun, bir diğeri özgürleşemeden kimsenin özgürleşemeyeceğinin farkındaydı.
Bu eylemin sadece yıkmaya ve mevcut siyasi durumun iğreti istikrarını bozmaya yönelik olduğu söylenemez. 15 günden fazla Gezi Parkı’nı elinde tutan direnişçilerin “gelecekten çalınmış” bu günlerde yaşamak istedikleri toplumun prototipini; kütüphaneler, kreşler, revirler kurarak, dayanışma komiteleri oluşturarak, ortak mutfaklar ve etkinlikler düzenleyerek vb. kurmaya çalışmaları tam tersine direnişin alternatif bir toplumsal düzen arayışının da olduğunu gösterir. Bu, her kesimin görünür olduğu, birbiriyle dayanıştığı, karar alma süreçlerine katılımın herkese açık olduğu bir demokrasi biçimidir. Aynı biçimler Gezi Parkı’nı taklit eden diğer illerde de denendi.
Mevcut düzen çarklarının ortasında oluşturulan Gezi vahasının geleceğe dair bir iki kelam söyleme derdinde olduğu açıktır. İki haftada yerle bir edilen bu vahadan arta kalan, kentte ve ülkede nasıl yaşanacağına dair üretilmiş bir mecazdır. Kent meydanlarının öteden beri metaforik bir toplu sözleşme alanı olduğu söylenebilir. Taksim Meydanı da emekçilerin bu sözleşme çabalarının sıklıkla kana boğulduğu bir alan olmuştur hep. Bu meydanın tam kalbinde, baskısız, savaşsız, sömürüsüz bir dünya özlemi ete kemiğe bürünmüşken sade yurttaşın kendi kaderini tayin etme işini dört yılda bir sandığa attığı oya havale etmeyeceğini ilan etmesi sözleşme masasındaki müzakereyi kendi lehine çevirmekte kararlı olduğunun, diğer yandan kentin ve meydanın kendisine ait olduğunun bilincinde olduğunun göstergesidir.
Engels, özgürlük zorunluluğun bilinçli ifadesidir derken, zorunluluktan kastı mevcudun zorunluluğuna boyun eğmek değildir elbette. Toplumsal çelişkilerin seyrinin, güçler ilişkisinin neye evrildiğinin farkında olan insanın, gelmekte olan geleceğin, ama bunu kurmak için de zorunlu olduğumuz eylemin bilincinde olmasıdır esas olarak. Haziran Direnişi böyle bir vurguya sahipti.
Bireysel özgürlüklerin; halkın özgürlüğünün sınırını daraltarak kendi sınırlarını geliştiren gericiliğin, kapitalist sömürünün ve siyasi iktidarlarının ortadan kaldırıldığı bir dünyada yaşanabileceği, en önemli mesajıydı direnişin. Olanca renkliliği içindeki halk kesimleri ancak biçimsel değil gerçekten eşit ve özgür olduklarında bu mesaj yerine ulaşmış olacak. Ama bunun için de Gezi’den biriktire biriktire, direnişten çoğala çoğala, birleşik mücadele için çaba harcaya harcaya yürümek; zorunluluğun bilincine varmak esastır.
Haziran halk direnişinde seslendirdiğimiz özgürlük ve eşitlik vaadi sadece bu koşulda gerçekleşebilir. ı

ÖNCEKİ HABER

Kadının özgürlük yürüyüşünde 2013 yılının gösterdikleri

SONRAKİ HABER

Özgürlük mücadele ederek kazanılır

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...