07 Aralık 2013 06:00

AB serbest piyasayı savundu!

Avrupa’nın gündeminde bu hafta Avrupa Birliği’nin (AB) geçtiğimiz hafta, uluslararası faizlerde (Libor ve iki temel faizde), manipülasyon yaptıkları için altı büyük bankaya toplamı 1.7 milyar avro olan rekor cezaları vermesi vardı.

AB serbest piyasayı savundu!
Paylaş

Avrupa Birliği (AB) geçtiğimiz hafta soğuğuyla ünlü Kiev sokaklarını titretmedi sadece. Aynı zamanda büyük bankalara da büyük bir “korku” saldı! Komisyon, uluslararası faizlerde (Libor ve iki temel faizde), manipülasyon yaptıkları için altı büyük bankaya toplamı 1.7 milyar avro olan “rekor cezalar” kesti. Ceza alan banka ve finans kuruluşlarının isimleri ise şöyle: Citigroup, JP Morgan, Deutsche Bank, Societe Generale, Royal Bank of Scotland ve RP Martin. 725 milyon avro ile en yüksek cezayı Deutsche Bank aldı. AB Komisyonuna coğrafi yakınlıktan olsa gerek, Belçikalı De Tijd gazetesi, “Avrupa serbest piyasayı savunuyor” başlığıyla öne çıktı! Buna karşın,Avrupa’nın olayı haber yapan diğer gazetelerinde, kıyısından köşesinden de olsa, genelde eleştirel bir hava hakimdi.

AB Komisyonunun Rekabetten Sorumlu Üyesi Almunia ise, bu skandal da asıl şok edici olanın, “Birbirleriyle rakip olması gereken bankaların danışıklı hareket etmeleri” olduğunu açıkladı. Bu arada, malumun ilanı olan bu açıklamayı hemen teyit etmek istercesine daha büyük bir skandal ortaya çıktı: “Döviz tüccarları dünya çapında kurları manipüle ediyor”muş! Belirtmek gerekir ki, dünyanın bu en büyük finans piyasasında günde 3, 5 trilyon dolar el değiştirmekte! Soruşturmayı yürüten görevliler bu döviz karteliyle ilgili “haydutlar kulübü”nden söz ediyorlar.

Kısacası, bir tarafta gülün dikenlerine şaşıranlar, diğer tarafta,makalesini seçtiğimiz Beise gibi, dikenlere gül namına hayıflananlar.

Guardian Gazetesinde ise bir başka makale göze çarptı. Guardian Gazetesi yazarlarından Shemus Milne 4 Aralık tarihli makalesinde, teröre karşı savaşın, sonu gelmez insansız hava saldırıları ve gizli cinayetler kampanyasına dönüştüğünü ve bunun dünyayı daha tehlikeli kıldığını ifade etti.

Fransa’nın son yıllarda dünyanın değişik bölgelerinde askeri müdahalelerde aktif rol oynamaya aday olduğuna herkes tanıklık etti. Ama diğer taraftan, profesyonel bir orduya sahip olan Fransa da, 2000’li yıllardan bu yana bir yapılanma söz konusu. Örneğin asker sayısında sürekli bir düşüş yaşanıyor ve 2019’a kadarda bu eğilim devam edecek. Ama görüldüğü gibi aynı zamanda Fransa dış politikasında saldırgan olmaya da devam ediyor. Savunma ve ordu işlerinde uzman olan Philippe Leymarie, makalesinde ordunun yapılanmasına dair önemli ipuçları veriyor.


BANKERLER EKONOMİK SİSTEMİ TEHDİT EDİYOR

Marc Beise


(...) Suçlamalar, ifşaatlar, veriler öylesine yoğun ki, hiç kimse küçük bir hatadan söz edemez artık. Burada giderek kendisini belli eden, örgütlü bir sorumsuzluktur.
Bankerler, dünyada o kadar çok büyüme ve refah sağlamış bir ekonomik sistemin mezar kazıcıları olmak üzereler. Daha şimdiden piyasa ekonomisi bir bütün olarak tartışma konusu yapılmakta; daha şimdiden Liberal Parti FDP’nin yeni umudu, Christian Lindner, “Bizler kapitalist değiliz” sözleriyle teminde bulunma zorunda hissetmekte kendini. Bir FDP şefi kapitalist değil! Demek işler buraya kadar varacaktı!
“Kapitalizm” – bu kelimede insanın aklına yırtıcı hayvan, açgözlülük, kumarhane gelmemeli aslında. Tersine, akıllara gelmesi gereken, üretim araçları üzerinde özel mülkiyete dayanan ve üretim ve tüketimin fiyat üzerinden yönlendirildiği bir ekonomik ve toplumsal düzendir. Bankerler ama şunu başardılar: Sosyal bakımdan sert düşüşleri engelleyen bir kapitalist sistemden de yana olsanız, artık kendinize kapitalist demeye diliniz varmıyor.
Ve daha sinsi olanı şu ki, bankerlerin ellerini kollarını bağlamak için şimdiye kadar yeterli imkanlar da bulunmuyor. Eski bankerlere karşı süren bir düzine büyük davalara bakıldığında kabul etmek gerekir ki, banka kulelerindeki kumarbazlarla baş etmek oldukça zor.
Piyasa ekonomisi tehlike altında. İşler basit pişmanlık bildirmelerle hal olacak bir noktada değil artık. Aynı şekilde, Deutsche Bank şeflerinin üzerine konuşmayı pek sevdikleri ‘yeni kültür’ ilanlarıyla da halolamaz. Branşın bir daha anlayışla karşılanma şansı yok artık. Bir skandal daha olursa, o kadar çok düzenleme gelecektir ki, bankaları doğrudan devletleştirmek daha kestirme bir yol olur.

Almanya/SüddeutscheZeitung, 04.12.13
Çeviren Gazi ATEŞ


İNGİLTERE BOĞAZINA KADAR ABD’NİN KİRLİ SAVAŞINA GÖMÜLDÜ

Shemus MİLNE

ABD’nin teröre karşı başlattığı ve felaket sonuçlar doğuran savaşın 12 yılın ardından nihayet bitmekte olduğunu düşünmüş olabilirsiniz. Başkan Obama da bir süre önce “Bu savaş da tüm savaşlar gibi sona ermelidir” dediğinde o izlenimi vermişti.
Nobel barış ödüllü (Başkan) aslında sadece onun tanımını yeniden yapıyordu. Artık “teröre karşı sınırsız küresel savaş” olmayacak vaadinde bulunuyordu. Bununla kara savaşları ve işgallerin olmayacağını kastediyordu aslında, her ne kadar ABD gelecek yıldan sonra da askeri birliklerinin Afganistan’da kalması için görüşmelerde bulunuyor olsa da.
Teröre karşı savaş biçim değiştiriyor, büyüyor ve yayılıyor. Bu yeni aşamanın merkezinde, Obama yönetimi altında Pakistan’dan Kuzey Afrika’ya yayılarak artan insansız hava saldırılarının yanı sıra, (...) Amerikan özel timlerinin gizli cinayetleri, prokxy savaşları ve birçok ülkedeki misyonerler bulunuyor.
(...)
ABD’nin bir zamanlar talihsiz bir İsrail alışkanlığı olarak eleştirdiği suikastler ve gizli cinayetler bugün Amerikan stratejisinin merkezinde yer alıyor; muharebe alanı da küreselleşti. ABD Özel Operasyonlar Komutanlığı’nın aktif olduğu ülke sayısı 40’tan 120’ye çıktı.
İngiltere ise her adımda onlarla. İngiliz yetkililer Afganistan’daki kendi insansız hava araçlarıyla operasyonlarını CIA ve Özel Ortak Operasyonlar’dan ahlaki olarak üstün görüyor. Gerçekte ise işbirliği bundan daha yakın olamaz. (...)
Hükümet “ulusal güvenlik” ve özel ilişki kavramlarının ardına sığınıyor. Fakat insansız hava saldırısı için İngiltere istihbaratının kullanıldığından hiç şüphe yok. Tıpkı Somali, Mali, Libya, Irak ve Afganistan’da  Amerikan özel timleriyle birlikte çalışan İngiliz gizli birimleri gibi.
İngiltere’nin kendi kirli savaşından edindiği deneyim de var elbette. Kuzey İrlanda’da eskiden gizli ve özel ordu birimlerine mensup kişiler, 1970’lerde Belfast’ta araçla yolda giderken silahsız sivillere nasıl ateş ettiklerini anlatıyorlardı bir BBC programında. “Terör grubu gibi hareket etmek üzere orada bulunuyorduk” diyordu bir eski asker. (...)
İnsansız uçakla yapılan saldırılar temiz, nokta saldırıları olarak sunuluyor. Ancak hem saldıran taraf açısından risk olmaması nedeniyle gerekli gereksiz bir kullanım var, hem de hedefler alınan istihbarata göre seçiliyor ve yanlış istihbarat örneklerini öyle çok gördük ki.
Çoğu zaman ismi önceden belirlenmiş kişilerin hedef alınmasından ziyade, örneğin eli silah tutar yaşta olan erkekleri kapsayan bir gruba toptan saldırılar oluyor. (...) Sadece Pakistan’daki insansız hava saldırılarında 951 sivil öldü; öldürülenlerin sadece yüzde 2’si “kıymetli” hedeflerdi.
İnsansız hava saldırısı ve özel tim cinayetleri en iyi ifadeyle yargısız infaz, daha açık bir ifadeyle kontrolsüz ve kriminal cinayetler dizisidir. ABD hükümeti açısından avantajı, yere postal bastırmadan ve asker ölümleri gerçekleşmeden küresel otoritesini ve dokunulmazlığını göstermeye devam edebilmesidir. Fakat bu Afganistan ve Irak’ın ardından ABD’nin zayıflığının göstergesidir; kirli savaşlar insana acı çektirir ama sağladığı stratejik olanak sınırlıdır.
Bunlar ayrıca emsal de teşkil eder. ABD ve dostları dünyanın her yerine silahlı saldırıda bulunma küstahlığı gösteriyorsa insansız uçak kapasitesi geliştiren diğer devletler de aynı yoldan gidebilir. En ilginç olan ise terörle savaş adı altında meşrulaştırılan şeyin Arap ve İslam dünyasına terörü yayması, bizi korumaları gereken saldırılara karşı neden yaratılmış olması.
ABD’nin başını çektiği kirli savaşlar, Obama’nın bitirme sözü verdiği sonu gelmez çatışmalara davetiye çıkarıyor. Çok daha tehlikeli bir küresel düzenin temellerini kazıyor. Bu tür saldırı kampanyalarını ortaya çıkmaktan korumak amacıyla ulusal güvenlik sözü veren politikacılar ve medyanın kendisi aslında güvenliğimize tehdit teşkil ediyor. Gizli olması ve iz bırakmaması nedeniyle bunlara karşı çıkmak ve sorumlu tutmak klasik savaşlardan daha zor. Fakat bunların zararını gören ülkelerdeki ters tepkime giderek büyüyecektir. Ama bunlara son verme işi sadece kurbanlara bırakılamaz.

İngiltere/The Guardian
Aynur Toraman


FRANÇOİS HOLLANDE 'ORDULARINI' KUTSALLAŞTIRIRSA…

Philippe LEYMARİE

Libya savaşını (2011) küçük Bonapartı aratmayacak bir şekilde başına bela eden Sarkozy’den sonra, François Hollande’da bu yıl Mali’de savaş şefi olmaya kalkındı. Serval operasyonunun “galipleri” ve bunların Mali’li “silah arkadaşları”, Ulusal Kurtuluş Bayramı 14 Temmuz vesilesi ile gerçekleştirilen askeri defileden hemen önce, Fransa’nın Cumhurbaşkanı, “askerlerin şefi olarak, ulusal savunmamızdan sorumlu olan ordularımız ile aramdaki doğrudan bağı”  överek anlatıyor ve “tüm askeri operasyonlarda” Fransız askerlerinin müthiş profesyonelliğine vurgu yapıyordu. 2000’li yılların başından beri orduların sayısının on binlerce azaltılmasını kastederek,  ordumuzdan istenilen fedakarlıklar ne zamana kadar sürecek ?  diye soruyor ve  “Bugünkü sistem hangi noktaya kadar sürebilecek diye” askerlerin şikayetlerini paylaşıyordu.
Savunma, yıllık 31.4 milyar dolar Avro ile, devletin en büyük 3. harcaması ve 17 milyar ile kamu yatırımlarından en büyük bütçeyi teşkil ediyor. Buna karşın, 2014 yılında devletin öngördüğü personel azaltılmasının yüzde 60’ı ordudan öngörülüyordu (böylelikle ordu 2009 ile 2019 yılları arasında 80 000 personelini kaybetmiş olacak).  Ordunun daha etkili hale gelmesi konusunda sağ ve sol arasında oluşan fikir birliğine karşı eleştiriler de var elbette. Survie adlı (Fransa’nın dış politikasında neo-sömürgeciliği teşhir etme konusunda uzmanlaşmış) olan dernek, Sahel, Mali ve Orta Afrika cumhuriyetinde Fransız askerlerinin artık sürekli yerleşeceklerini kastederek, söz konusu askeri program yasasının çok kaygı verici olduğunu ve daha fazla müdahale, karanlık ve keyfi uygulamalar  anlamına geldiğine vurgu yapıyor ve Afrika halklarının ulusal egemenliklerinin tehdit edildiğini belirtiyor.

Fransa/Deniz Uztopal

ÖNCEKİ HABER

İşte işkence, işte raporu!

SONRAKİ HABER

Mahalleli adayını kendisi belirledi

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa