24 Kasım 2013 07:59

İnsan barınma hakkına doğuştan sahiptir

Yıllardır çöp ve moloz yığını olarak duran bir binayı kamulaştıran ve halkın hizmetine açan Kadıköy Yeldeğirmeni Dayanışması’ndan bir grup kiracı ile konuştuk ve “Kirasız bir dünya mümkün mü” sorusunu tartıştık.

İnsan barınma hakkına doğuştan sahiptir
Paylaş

Sinan ARAMAN

İstanbul’un devasa nüfusu, kent planlamasından yoksun bir şekilde altyapısız gelişimi ve “kentsel dönüşüm projeleri”nin yarattığı mağduriyetler... Bir yanda emeğiyle geçinenlerin barınma ve konut ihtiyacı, öte yanda başta TOKİ olmak üzere inşaat  kodamanlarının kentin her yanına diktiği devasa yapılar… Bir yanda konut ihtiyacından mahrum bir şekilde sağlıksız binalarda hatta sokakta yaşamak zorunda kalanlar, öte yanda yüksek kiralar nedeniyle konutları aylarca hatta yıllarca boş bekleten konut sahipleri. İstanbul tam anlamıyla bir rant cennetine dönüştürülmüş durumda. Yaşanan bu tabloyu Kadıköy Yeldeğirmeni Dayanışması’ndan bir grup kiracı ile konuştuk ve “Kirasız bir dünya mümkün mü” sorusunu tartıştık. Sohbetimizi Yeldeğirmeni Uzun Hafız sokağında yıllarca boş bir şekilde durduktan sonra yaklaşık bir ay önce Dayanışma tarafından kamusallaştırılarak mahallenin hizmetine sunulan Don Kişot Evi’nin tam karşısındaki bir sanat atölyesinde gerçekleştirdik.

FALDA EV SAHİPLİĞİ ÇIKMADI

Atölyenin sahibi belgesel ve film yapımı, resim, heykel, fotoğraf gibi sanatın birçok dalında üretim yapan Talat Doğanoğlu, aynı zamanda Yel Değirmeni Dayanışması’nın aktif bir üyesi.  Talat’ın atölyesi de bir başka dayanışma evi gibi kullanılıyor. Don Kişot Dayanışma Evi’ne uğrayan çok sayıda sanatçı, Dayanışma üyesi ve mahallenin teyze ve amcaları mutlaka Talat’ın da  atölyesine uğrayıp hal hatır soruyor, bir çay ya da kahve yudumluyor. Atölyesini halkın hizmetine sunan Talat, kiracı olarak atölyenin üstünde yaptığı bir bölmede yaşıyor. İçeriye girdiğimizde Don Kişot’a emek veren bir grup Dayanışma üyesi Türk kahvelerini içip bitirmiş, fincanlarını ters çevirmiş ve Hanife teyzenin fal yorumlarını bekler vaziyetteydiler. Dayanışmanın destekçilerinden Hanife teyze’nin espriler eşliğinde baktığı fallarda ev sahibi olmak görünmemişti ama bol kalabalıklar, dostluklar, dileklerin gerçekleşmesi gibi senaryolar vardı. Dayanışma üyelerinden Selin’in falında ise miras görünüyordu. Fal muhabbeti bir süre devam ettikten sonra konuyu İstanbul’da yaşanan konut sorunu ve kiraların fahişliğine getirdik. Hanife teyze hemen atıldı sohbete: “Kadıköy merkezi dolmuş. Merkezler dolmuş. Türkiye bizimse, vatanın her yeri bizimse her yerde oturabilmeli ve her yerde çalışabilmeliyiz. Ama insanlara gerekli imkânlar devlet tarafından sağlanabilmeli.”

‘KİRA BİR KÜLFET, İŞSİZE DAHA BİR KÜLFET’

Hanife teyze kendisinin bir ev sahibi olduğunu ima ederek hoş bir edayla “Hadi bakalım konuşun, ev sahiplerinden ne gibi şikâyetleriniz var?​” diyerek sözü masadaki kiracı gençlere bırakıyor. İşte onlardan biri Serdar Yemişçi. İşsiz bir sinemacı olduğunu belirten Serdar, Caferağa’da beş kişi bir evde kiracı olarak kaldığını belirtiyor.  “Kira bir külfet, çalışmıyorsanız daha da bir külfet” diyen Serdar, işsiz olduğundan evinin odalarını arkadaşlarına kiralamış. Bunlardan ikisi Alman, biri Litvanyalı. Serdar, konut sorununa dair düşüncelerini İspanya örneği üzerinden dile getiriyor: “Kredisini ve kirasını ödeyemediği için evsiz kalan insanlar o boş binalara yerleşti. Türkiye’de durum henüz bu kadar trajik olmasa da sokakta yaşamak zorunda olan insanlar var. Eğer boşta binalar varsa elbette insanlar bu yerlerde oturabilmeli. O mekânları kullanabilmeli. Bu bir zorunluluk.” Serdar, Don Kişot Dayanışma Evi’nin bu anlamda güzel bir örnek oluşturduğuna dikkat çekerek benzer örneklerin çoğalması gerektiğini söylüyor.

PAYLAŞABİLDİĞİMİZ KADAR ZENGİNİZ

Sözü Serdar Kirişçi’den devralan Talat Doğanoğlu, konut ve evsizlik sorunlarının neoliberalizmle birlikte arttığını vurguluyor. Kapitalizmin insanların ihtiyacının sınırsız olduğu yalanıyla her şeyi üretip insanların hizmetine sunduklarını belirten Talat, bunu savunanların yeryüzünün kaynaklarının sınırlı olduğunu unuttuklarını ya da unutturmak istediklerine dikkat çekiyor. Barınmanın temel bir insan hakkı olduğunu hatırlatan Talat, bu bağlamda mahallede kurulan Don Kişot Dayanışma Evi’ne değinerek “Don Kişot ironisi aslında bir bahaneyle yan yana gelmenin zemini. Ortak ve bizim olan bir şeyleri büyütmenin ve paylaşmanın zemini. Bir adam bir binayı senelerce boş bırakabiliyorsa demek ki ona ihtiyacı yok. Ama ben sokakta kalıyorsam ya da başkaları bu durumdaysa demek ki o boş binaya ihtiyacı var. Birisi ihtiyacından fazlasını mülk edinmiş, diğerinin ihtiyacı var. Sistem diyor ki bize sahip olduğunuz kadar zenginsiniz. Biz de diyoruz ki hayır paylaşabildiğimiz kadar zenginiz. Örneğin Don Kişot evi bir zengin tarafından benim hayatıma bir çöplük alanı olarak bırakılıp gitmiş. Oysaki o çöplüğe çok insanın ihtiyacı var ve şu mahallenin paylaşım alanına dönüştü ve bir zenginlik alanı durumunda. Bundan daha doğal ne olabilir ki?​” Zengin aklının yarattığı mülkiyet duygusuyla insanların hep daha fazla istediğini, doymak bilmeyen güdülere esir düşürüldüğüne dikkat çeken Talat, bu doyumsuzluğun insanları özgürleştirmediğini söylüyor ve tam tersine mülkiyet ilişkilerinin tutsağı haline getirdiğine işaret ediyor.

EV SAHİBİ OLMAK İNSANI BAĞLIYOR

Hayli genç yaşlarda üniversite işletme bölümünü terk ederek bir başka yaşam ve bir başka dünyanın arayışına soyunmuş olan Atakan Tan da, Don Kişot Dayanışma Evi’nin bir başka emektarı.  Kendisini profesyonel bir gezgin olarak tarif eden Atakan, yurtiçi ve yurtdışında farklı yerlerde, komün hayat yaşamaya çalışmış ve buna da devam ediyor.  Kısa film ve belgeseller hazırladığını belirten Atakan, bunun için isyan ve işgal hareketlerini araştırmak için İspanya’da bulunmuş. “İstanbul’a ilk taşındığım sıralarda babamın birtakım hayalleri vardı. Kredi çekmek, ev sahibi olmam gibi. Ama ben karşı çıktım. Hiçbir zaman böyle şeyler istemedim. İki nedeni vardı. Birincisi mülkiyet. İkincisi babamın beni bu şekilde daha çok bağlayabileceğini düşünerek, benim üzerimde hak iddia edebilmesi. Ben bu duruma düşmek istemedim” diyen Atakan,  kendi hayatını kendisi belirlemek için sürekli bir arayış içinde gezgin olarak yaşadığını belirtiyor.  Daha çok toprakta yaşamak istediğini, bunun için köylere, ormanlara gittiğini söyleyen Atakan’a göre insan doğadan kopmamalı ve yabancılaşmış, metalaşmış ilişiklilere karşı paylaşım ve dayanışma esasına dayanan alternatif yaşam tarzları ve insani ilişkileri kurabilmeli. 

EVSİZLİK HUKUKSAL DEĞİL ETİKSEL BİR SORUNDUR

Kapitalizmde kirasız bir dünyanın pek mümkün olmadığını düşünen Atakan’a göre  insanlar algılarındaki bir noktayı kırmaya başlarsa ortak kullanım alanları artabilir. Dünyaya gelmekle her insanın barınma hakkını elde ettiğine dikkat çeken Atakan, “Aslında bu bizim çok temel ve meşru bir hakkımız. Fakat o barınma hakkı bir şekilde elimizden alınmış ve bunun hak olmadığı da beynimize işlenmiş. En güzel örneklerini de  bilboardlarda bize dayatılan lüks ev reklamlarında görüyoruz. Bunun hak olmadığı ayrıcalık olduğuna ne yazık ki insanlar inanmış durumda” şeklinde fikirlerini ifade ediyor.  Bu bağlamda Don Kişot Dayanışma Evi’ne değinen Atakan’a göre Türkiye’de bu gibi örnekler çoğalabilir ve çoğalmalı. Ev sahibi olmanın mülkiyet ilişkileriyle tanımlanan hukuk kurallarına göre değil etiksel bir sorun olarak değerlendirilmesi gerektiğini sözlerine ekleyen Atakan, hukuksal açıdan doğru görülen birçok şeyin etik olmadığına dikkat çekiyor. Atakan, boş duran binalara işlev kazandırmanın çift taraflı bir kazanım olduğunu vurguluyor ve bunun mevcut hukuk kuralları açısından doğru bulunmasa da etik ve meşru bir girişim olduğunu söylüyor.

KİRALAR OLAĞANÜSTÜ YÜKSEK

Konut ve kira sorunu üzerine olan sohbetimizin son konuğu ise Barış Yoldaş. Dayanışma’ya emek verenlerinden biri olan Barış , 3 ay öncesine kadar işsiz olduğunu, şu anda özel bir şirketin müşteri servisi bölümünde çalıştığını söylüyor. Aynı zamanda Yıldız Teknik Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde master yaptığını belirten Barış, sistemin kendini içine ittiği koşullara dikkat çekiyor. Okuduğu bölüm üzerine iş bulamadığı için böyle bir işte çalıştığını söyleyen Barış, Yeldeğirmeni’nde 3 kişi kirada kaldıklarını belirtiyor. “Bin lira kira ödüyoruz. 9-10 yıldır kiracıyım. TOKİ’ye girseydim ev alırdım” diyerek kendi durumunu aktaran Barış’a göre, ev sahiplerini yani mülk sahiplerini değiştirirsek kirasız bir dünya mümkün. Kirasız bir dünyanın mevcut mülkiyet ilişkilerini ortadan kaldırmakla gerçekleşebileceğini söyleyen Barış, “İstanbul’da ev bulmak zorlaştı ve kiralar yükseldi. Öte yandan yeni yapılan konutlar ise şehir dışında ve pahalı. Herkes alamıyor. Bence konut krizinin içindeyiz ama bir şekilde yansımıyor” diyor.

FOTOĞRAFLAR: Erdost Yıldırım

ÖNCEKİ HABER

Anne, ben Kayseri’deki oğlunum

SONRAKİ HABER

Kadını kökten ayağa kaldırmak lazım

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa