24 Kasım 2013 07:50

Yeldeğirmeni penceresinden yeni bir ufuk

Metalaştırılmamış bir nesne bırakmamaya yemin edenlerin karşısına “metasızlaştırma” hamleleri ile çıkanların neler kazandırabileceğini şu an tahmin bile edemiyoruz sanırım...

Yeldeğirmeni penceresinden yeni bir ufuk
Paylaş

Can ATALAY *

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın beşinci maddesinde devletin amaç ve görevleri arasında “... kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmak....” tanımlanmıştır.
Neymiş, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sınırlayan siyasal ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya “çalışmak” durumundaymış.
Çalışmak ifadesinin yazı içerisinde tırnak içine alınması sadece asıl metinden alıntılanmış olması değildir. Koskoca bir devletin koskocaman bir anayasası yurttaşların maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları “sağlamak” değil ancak “hazırlamaya çalışmak” yükümlülüğünü yüklüyor.
Ne diyelim, kapitalizmin gözü kör olsun....
Öte yandan, 24 Ocak kararlarının bir cunta aracılığı ile uygulanacağı koşullarda hazırlanan bir anayasada dahi emeği ile geçinen insanların yüzlerce yıllık mücadelesinin kimi kazanımları –utangaç da olsa- yer buluyor, hakların ancak maddi/sosyal koşulların gerçekleşmesi ile bir anlam kazanacağı “12 Eylül Anayasası’nda” bile kabul ediliyor.
Kent mekanı bağlamında insanın refah, huzur ve mutluluğunun önündeki maddi engellerin kaldırılması için –hiç değilse- asgari olarak yapılması gerekenlerin,  insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartların sağlanması kamusal bir yükümlülük.
Diğer bir söyleyişle, insanların başlarını –kimi zaman sadece başlarını- sokabildikleri evlerin ellerinden alınması için kapitalizmin “kutsal değeri” mülkiyet hakkının dahi parantez içine  alınması söz konusu olmayacak.
Ellerinde tapu bulunsun ya da bulunmasın emeği ile geçinen yurttaşların kentin değer kazanmakta olan bölgelerinden sürülmesi için kamu gücünün yasama dahil tüm olanakları seferber edilmeyecek.
Üç ay çalışıp beş ay iş arayan, Taşeron Cumhuriyeti insanları ödemeleri mümkün olmayan taksitlerle “mülk sahibi” olmaya zorlanmayacak; elverişli ucuz kiralık konut hakkının tesisi lüks konut üretiminin piri haline gelen kamu idaresi tarafından sağlanacak.
Kentsel mekanın çevresindeki başta su kaynakları ve ormanlar olmak üzere doğal kaynakları gözü kara bir metalaştırma hırsıyla ateşe atmayacak.
Ücretsiz olması gerekirken zaten çok pahalı olan kent mekanındaki bir konutun –başta su olmak- üzere temel gereksinimlerini kâr aracı olarak görmeyecek, daha da pahalı hale gelmesine neden olacak uygulamalardan uzak duracak.
Ulaşımı zaten sınıra dayanmış doğal varlıkları daha fazla ateşle imtihan etmeyecek bir yaklaşımla planlayacak. Örneğin 3. Köprü ve 3. Havalimanı gibi uygulamaları akla dahi getirmeyecek.
Deprem gerçeğini ve korkusunu kentsel mekanın –yeniden ve yeniden- metalaştırılması için bir olanak olarak kullanmayacak.
Deprem güvenliğinin salt parababaları için değil tüm yurttaşlar için sağlanması gerektiğini artık kabul edecek.
Deprem güvenliğinin salt bina ölçeğinde alınamayacağı gerçeğini itiraf edecek, deprem sonrası toplanma alanlarının korunması ve yenilerinin yaratılması için ne gerekiyorsa onu yapacak.
Kentin müşterek kamusal alanlarını ortadan kaldırarak yurttaşların sosyalleşmesi/muhalefet etme biçimlerini belirleme hevesinden vazgeçilecek.
Kent mekanı bağlamında kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sınırlayan siyasal ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartların hazırlanması başka nasıl mümkün olabilir ki?
Peki, son dönemdeki yasama faaliyetinin dikkate değer bir bölümünü ve ekonomik beklentisinin merkezi önceliğini kent mekanının –yeniden ve yeniden- metalaştırılmasına özgüleyen bir iradeye –ulusalüstü normları bir an için dahi olsa unutarak- salt kendi Anayasası’nda yer alan yükümlülüğünü anımsatmak (!) için “metalaştırmaya karşı metasızlaştırma” bir slogan olmanın ötesinde güncel bir hedef olabilir mi?
Metalaştırılmamış bir nesne bırakmamaya yemin edenlerin karşısına “metasızlaştırma” hamleleri ile çıkanların toplumsal muhalefete neler kazandırabileceğini şu an tahmin bile edemiyoruz sanırım...
Yeldeğirmeni’ndeki Don Kişot yarına bir söylencenin ötesinde kent mekanında süregelen sınıf mücadelelerinde gereksindiğimiz yeni bir ufuk, yeni bir perspektif kazandırabilir.

*Avukat

ÖNCEKİ HABER

Mülk sahibi olmak ya da olmamak!

SONRAKİ HABER

Zulme gülümseyebilmenin adıydı; Kaptan

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...