18 Kasım 2013 08:09

Erdoğan-Barzani ilişkisinin çözümle ilgisi yok

Özgür Gündem Yazarı Veysi Sarısözen’e göre Erdoğan ve Barzani’nin Diyarbakır buluşması çözüm sürecini değil, kurdukları politik ve iktisadi çıkar ortaklığını taçlandırdı.

Erdoğan-Barzani ilişkisinin çözümle ilgisi yok
Paylaş

Serpil İlgün

Başbakan Erdoğan’ın grup toplantısında duyurduğu andan itibaren günlerce tartışılan “tarihi” buluşma, önceki gün gerçekleşti. Çözüm sürecini Diyarbakır’da taçlandıracaklarını söylediği için Başbakanın ne diyeceği, Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesud Barzani ve Şivan Perwer’den daha fazla merak edildi.
Erdoğan-Barzani-Perwer buluşması çözüm sürecine ne kattı? Buluşma, çözüme mi yoksa seçime mi yönelik? Ziyareti çözüm süreci mi, ekonomik çıkarlar mı mümkün kıldı? Türkiye’nin çözüm sürecinde Barzani nerede duruyor? Diyarbakır buluşması, AKP’ye oy olarak geri döner mi? Öcalan, Erdoğan’a seçimler için dört aylık bir opsiyon tanıdı mı? Yanıtlar için Özgür Gündem Gazetesi Yazarı Veysi Sarısözen’le buluştuk. Diyarbakır buluşmasından bir gün önce bir araya geldiğimiz için röportajımızın bazı yönlerini revize etmemiz gerekti. Sayın Sarısözen’e bu ikinci mesai için teşekkür ederiz.


Üzerinde günlerdir konuşulan Diyarbakır buluşmasını genel olarak nasıl değerlendirdiğinizle başlayalım. İlk değerlendirmeler, Başbakanın çözüm sürecinin geleceği ile ilgili somut bir proje ortaya koymadığı yönünde. Katılır mısınız?
Ortada somut bir değişim projesi yok. Ama bazı somut sözler var. Örneğin “cezaevlerinin boşalması” gibi. Ya da Hükümet Başkanının ilk defa “Kürdistan” kelimesini kullanması gibi. Ancak, ortada yine de yalnızca bir “konuşma” var. İnkârı mümkün olmayan hukuki bir belge yok. Yani Türkiye Cumhuriyeti henüz “Kürdistan Federe Bölgesini” resmen tanımamıştır. Daha şimdiden TRT, Başbakanın “Kürdistan” lafını sansür etti bile…

Somut ne tür adımların atılacağını söylemese de, Erdoğan’ın çözüm sürecini sahiplenen bir konuşma yaptığı, bunun da kendisi için bağlayıcılık taşıdığı yorumları yapıldı. İkinci aşamaya geçemeyen çözüm sürecinin ihtiyaçları açısından düşündüğümüzde, bu yeterli midir?
Bunun yeterli olmadığı açıktır. Başbakan ne “ana dilde eğitim” ne “Kürt kimliği” ne “özerklik ya da yerinden yönetim” ve ne de “Öcalan’ın müzakere sürecindeki stratejik rolü” hakkında tek bir kelime etmedi. Buna karşılık şöyle dedi: “Doğu Anadolu’da, Güneydoğu Anadolu’da yeni bir tek parti anlayışının hüküm sürmesine müsaade etmeyeceğiz.” Bu cümle tüm konuşmanın en “somut” cümlesidir. Kürt özgürlük hareketine yapılan ciddiyetsiz suçlamayı bir yana bırakalım ve şunu soralım: Ne yapacaksınız? İkinci bir KCK tutuklaması mı? Başbakan ve AKP Hükümeti bu soruya “ikna edici” bir yanıt vermedikçe, onun konuşması hakkında yorum yapmak bile anlamsızdır…

Geçtiğimiz hafta boyunca “Barzani neden Diyarbakır’da?​”, “Neden şimdi?​” soruları soruldu. Siz ne yanıt veriyorsunuz?
Bu soruya AKP yanlısı medya şöyle yaklaşıyor; “AKP Hükümeti ve Başbakan Erdoğan öyle işler yaptı ki, yıllarca düşman gibi görünen Barzani şimdi Amed’de ağırlanacak. Bu AKP sayesinde gerçekleşti.” Onlar böyle söylüyorlar. Benim bakış açımsa tam tersine; böyle bir ziyaretin gerçekleşebilmesi, Kürt halkının 30 yıldır yürütmüş olduğu bir mücadelenin ürünü. Bugün Barzani Diyarbakır’ı elini kolunu sallaya sallaya ziyaret ediyorsa, bunu kuzeyindeki Kürt kardeşlerinin mücadelesine borçlu.

Türkiye’nin çözüm sürecinde, hele de “sürecin taçlandırılmasında” Barzani nerede duruyor?
Bu ziyaretin ve Erdoğan-Barzani ilişkisinin çözümle ilgisi yok. Bu ilişkinin iki yanı var. Bir yanı iki bölgenin yani Türk devleti ile Güney Kürdistan yönetimi arasındaki iktisadi çıkarlar. Diğeri, politik çıkarlar. Barzani yönetimi şu anda diplomatik olarak doğusunda İran rejiminin, kendi güneyinde Maliki rejiminin, bu tarafta ise karşı olduğu PYD’nin var olduğu Rojava’nın kuşatması altında. Kendini yalnız hissediyor. Amerika’nın verdiği destek yeterli olmuyor. Onun için Türkiye ile diplomatik ve politik bakımdan büyük bir menfaat ortaklığı içinde. Petrol gelirlerini paylaşmak konusunda menfaatleri var. Diğer taraftan ise Türkiye’nin Barzani’nin bu durumundan yararlanarak onu çözüm sürecine karşı kullanma gibi bir politikası var. Dolayısıyla bu işin çözüm sürecinin taçlandırmasını bırakın, çözüm sürecinin en küçük yanıyla bile ilgisi yok. Hadise şu; Hükümet belli ki Barzani’nin vaktiyle Kuzey Kürdistan’daki saygınlığını seçim arifesinde kullanmaya çalışıyor. Yani “yeni bir Kürt damar yaratabilir miyim” şeklindeki yıllardan beri denenen ve başarısızlığa uğrayan yöntemi tekrar deniyor.

Sözünü ettiğiniz menfaat ortaklığının dikkat çekici bir yansıması Rojava konusunda görülüyor. Türkiye’ye gelmeden önce de Rojava’ya ilişkin sert ifadeler kullandı. Barzani, Rojava devriminin neden bu kadar karşısında?
Bu çok dramatik bir meseledir. Çünkü bir kere onun hüküm sürdüğü topraklarda kendisine karşı herhangi bir hareket söz konusu değil. Suriye devleti içinde yaşayan Kürtler kendi özgürlüklerini elde etmek istiyorlar. Dolayısıyla bu mücadelenin başındaki parti PYD, her ne kadar KDP’den farklı görüşlere sahip olursa olsun, bu Barzani’nin Rojava devrimine karşı aldığı tutumu haklı çıkarmıyor. Barzani burada büyük bir politik hata yapıyor. Sadece kendi bölgesinin çıkarlarını esas alan, Kürtlerin bütün parçalarındaki çıkarlarını düşünmeyen bir tutum içine giriyor.

O halde, “Erdoğan ve Barzani buluşmasının ana gündemini çözüm süreci değil, önleyemedikleri Rojava devrimine karşı nasıl bir strateji geliştirecekleri oluşturuyor” değerlendirmesine katılıyorsunuz?
Elbette. Fakat hareket alanları sınırlı... Yani bu basit menfaat birlikleri, sınır kapılarını kapatmak, el Kaide’ye yardım etmek gibi adımlar, Rojava devrimini önleyemiyor, bu gözüktü. O halde geriye bir tek Türk devletiyle ortak bir şekilde bu devrimi bastırmak kalır. Bu da bugünkü uluslararası şartlarda mümkün değildir. Bu yönde adım atıldığı takdirde, Türkiye’de barış süreci anında ortadan kalkar. Ve Türkiye kendisini çok çalkantılı ve tehlikeli bir çatışmanın içinde bulur. Bu aynı zamanda Güney’de de bütün istikrarı ortadan kaldırır. Çünkü Güney artık eski tür peşmerge gücüne dayanmıyor. Büyük petrol gelirlerine sahip ve büyük oranda sırça köşke çekilmiş durumda. Eskiden saz kulübelerde oturan hareket hiçbir şeyden korkmuyordu. Ama şimdi korkacak çok şeyleri var. Onun için çok dikkatli olmak zorunda kalacaklar diye düşünüyorum.

Amerika’dan da, Barzani ve Davutoğlu’nun mesajlarıyla uyumlu bir açıklama gelmişti. Erdoğan-Barzani iş birliği arkasında Amerika’nın olduğunu düşünmek, tedirgin edici değil mi Rojava açısından?
ABD’nin de gücü sınırlı. O da her istediğini yapacak durumda değil. Nereden biliyoruz? Suriye rejimine karşı hiçbir şey yapamayışından biliyoruz. İkincisi, aslında süreç tam tersi yönde gelişiyor. Rojava devrimi uluslararası arenada başlangıçtaki durumundan çok daha ileri bir durumda. Herkes şu gerçeği görüyor, ABD’nin, NATO’nun Afganistan’da başa çıkamadığı kuvvetlerle bir avuç Rojavalı devrimci başarıyla mücadele ediyor. Ve Suriye’nin geleceğini koruyan asıl güç PYD güçleri oluyor. Rojava devrimcileri Suriye’nin laik, istikrarlı geleceğini koruyan bir güç olarak ortaya çıktı. Bir de tabii şunu görmek gerekir; Türk Hükümetinin şu andaki diplomatik pozisyonu büyük bir başarısızlık pozisyonudur. Bu pozisyondan geriye dönmeye çalışıyorlar. İran’la yakınlaşmalar, Maliki ziyareti bunların hepsi bu politikalardan geri dönüşün işareti.


ÖCALAN'IN OPSİYON TANIMA İHTİMALİ BENCE SIFIR

Çözüm süreci “bitti”, “tıkandı” değerlendirmeleri artmaya başlamıştı ki, Milliyet’ten Namık Durukan’ın yaptığı haber değerlendirmelerin yönünü değiştirdi. Öcalan’ın avukatlarla, gazetecilerle görüşeceği şeklindeki haber doğruysa, “müzakere aşamasına geliniyor” diyebilir miyiz?
Öncelikle, “süreç tıkandı” dediğimiz zaman, “süreç tıkansın” demiş olmuyoruz. “Tıkanmasın” demiş oluyoruz.

Ama KCK “tıkandı”dan öte bittiğini ilan eden açıklamalar yapmıştı…
“Süreç bitmiştir” demek, “tıkandı” demek aynı kapıya çıkar bence. Bu bir insan değil, “Ahmet öldü ve bir daha dirilmeyecek” değil. Süreç biter, yeniden başlar; tıkanır, yeniden açılır... Adı üstünde, bu bir süreç... Çok çeşitli aşamalardan geçecek olan çelişkili bir süreç bu. Bu bir mücadele, bu mücadelede tıkanma demokratik güçlerin zayıflığını gösteriyor, tıkanmanın aşılması demok-ratik güçlerin gücünü gösteriyor. “Tıkandı” diyen, tıkansın istemiyor, tıkanmamasını istediği için tıkandığına özel vurgu yapıyor. Eğer haberler doğruysa, bu demektir ki, tıkanıklık aşılma noktasına geliyor. Onun için burada telaş edilecek bir şey yok; kimse yanlışa düşmüş değil. Sadece durumu saptıyoruz ve bunu aşmak için mücadele ediyoruz.

Öcalan’la devlet heyeti arasında bir mutabakata varıldığı, Öcalan’ın yerel seçimler için Erdoğan’a dört aylık bir opsiyon tanıdığı söyleniyor. İddia doğruysa, bu opsiyondan ne anlamalıyız? Bu, Erdoğan’ın seçimden önce ciddi bir adım atmayacağı anlamına gelir mi?
Eğer bu opsiyon “sen dört ay sonra da hiçbir şey yapmadığın taktirde ben iç savaşı başlatacağım” anlamına geliyorsa, bu çok ciddi bir opsiyondur. Fakat böyle bir durum var mı? Yok. Şu halde, biz bu opsiyon kavramını şöyle değerlendirebiliriz; bu dört ay boyunca Hükümet bir seçim kampanyası yürütecek. Peki, Kürt halkı boş mu duracak? O da bir seçim kampanyası yürütecek. İddiayı şüpheyle karşılarım. Nasıl bir opsiyon tanıyabilir? “Sana oy vereceğiz” demediğine göre ya da “dört ay sonra ben savaş başlatırım” demeyeceğine göre, böyle bir opsiyon tanıma ihtimali bence sıfır.

Öcalan, görüşmelerin müzakereye evrilebilmesi için yasallaşmanın altını çiziyor. Yasallaşma neden önemli?
Devlet Kürt halkının kimlik ve dilini tanımamak için elinden gelen her şeyi yapıyor. Herkes sanıyor ki, inkâr bitti. Dil tanındı, kimlik tanındı. Hayır, hiçbiri resmen tanınmış değil. Ne Anayasal olarak, ne yasal olarak, ne herhangi bir devlet kâğıdında bunların hiçbiri tanınmış değil. Yarın öbür gün başka bir hükümet gelse ya da AKP fikrini değiştirse, “Kürt mürt yoktur, dil de yoktur” dese, “bunu sen daha önce kabul etmiştin” diyeceğimiz tek bir belge yok. Bırakalım Kürt kimliğini resmen tanımayı, şu anda yapılan müzakerelerin bile yasal temeli yok. Hepsi fiili olarak yapılıyor ve hiçbir garantisi yok, istendiği anda geri alınabilecek durumda. Türkiye Cumhuriyeti devleti ve onu temsil eden AKP Hükümeti Kürtlerin dilini ve kimliğini tanımak zorunda olduğunu biliyor, bunu ne kadar geciktirirsem o kadar iyidir diyor. Peki, neden geciktiriyor? PKK’siz bir çözüme doğru gitme imkânı yaratmak. Yani o kendisinin Kürt’ünü yaratmaya gayret ediyor. Zaten bu Amed düğün dernek işleri de buna hizmet ediyor.


BASİT TAKTİKLER KARŞISINDA CİDDİ BİR MUHALEFET YOK

AKP cephesindeki “çözüm süreciyle ilgili oy kaybı yaşayacağız” endişesi, bugün nasıldır? Gerilemiş midir sizce?
Bence Erdoğan kendi tabanını konsolide etmeyi başarıyor. Çünkü karşısında -Fırat’ın batısı için söylüyorum- ciddi bir muhalefet gücü yok. Yani onun başarısızlıklarını ya da antidemokratik adımlarını AKP tabanından oy kopararak cezalandıracak bir muhalefet yok ortada. Öyle olduğu için istediği türde propaganda yapma imkânına kavuşuyor. Örneğin son öğrenci evleri meselesi sadece kendi tabanına değil, aynı zamanda MHP’nin, SP’nin aşırı tutucu tabanına hitap etmesine imkân veriyor. Onlardan koparabileceği yüzde 1’lik, 2’lik oyu büyük bir kazanç sayıyor. Çünkü bu suretle yüzde 50’yi geçebileceğini biliyor. Basit taktikler yapıyor fakat muhalefetin bu taktiklere karşı koyacak ne fikirsel, ne de örgütsel gücü var.

ŞİVAN ÜZERİNDEN OY BEKLEMEK GÜLÜNÇTÜR

Sizce de Diyarbakır “çıkarması” AKP’nin yerel seçimlere yönelik bir tür PR çalışması mıydı?
Evet, bu açık. Çünkü bu seçimler AKP Hükümeti açısından çok önemli. Çok büyük kayıplara uğrayabilir. Örneğin Mardin’i kaybedeceği artık bence kesin. Başka yerlerde de BDP yeni belediyeler elde edecektir. Seçimlere dört ay kala büyük bir kampanyaya hazırlanıyorlar ve bütün güçleriyle BDP’nin seçim zaferini önlemeye çalışacaklar.
AKP’ye oy vermiş kitlenin BDP’ye doğru yönelmesini önlemek için çabalar harcıyorlar. Popülaritesi olduğu düşündüğü Şivan gibi bir kişiyi Amed’e kendisine destek olarak kullanmaya çalışıyor. Fakat bunlar artık gecikmiş metotlardır. En büyük polis, askeri baskılarıyla başaramadıklarını Şivan’la başarmayı düşünüyorlarsa durumları vahimdir!

Şivan Perwer 31 yıl sonra AKP’nin barışı için mi yurduna dönmüş oldu?
Bugün Şivan’ın müzikal bir figür olmanın ötesinde bir özelliği yok. Eskiden vardı. Müziğin kültürel yapısına elbette katkısı var Şivan’ın. Fakat kültürel hayata katkı yapmak kendi başına siyasi bir figür olmayı getirmiyor. Kürt insanları artık, diyelim Karayılan’a bakıyor, onu bir mücadelenin içinde görüyor. Ama bu arkadaşı ise nihayet şarkı söyleyen bir arkadaş olarak görüyor. Burada bir tercih söz konusu olabilir mi bu iki isim arasında? Olamaz. Öyleyse AKP’nin buradan beklentisi gülünçtür. Kürdistan’da olağanüstü yüksek bir bilinç düzeyi var ve bu bilinç düzeyini örneğin cemaatlerin, din istismarının bile aşamadığını görüyoruz. O halde nasıl olacak da bir kültür insanı bütün bu bilinç düzeyini paramparça edecek ve AKP’den yana akıtacak? Bu ütopik bile sayılmaz, ciddiyetsiz bir yöntemdir.


KÜRT HAREKETİNDE ÇATLAK YOK

Kürt siyasetçiler arasında anlaşmazlık olduğuna ilişkin haber ve yorumlar bu kez Barzani ziyareti vesilesiyle gündeme getirildi. Örneğin Leyla Zana ve Osman Baydemir’in ziyarete olumlu anlamlar yükleyerek, diğer vekillerden ayrıştıkları söylendi. Var mıdır bunun karşılığı?
Siyasi üslup ya da dil, çok kırılgan bir dil. Özellikle böyle konularda. Kürtlerin tarihini yakından ilgilendiren Barzani ailesinden söz ediyoruz. Bunun temsilcisi Kürdistan’a geliyor. Ben mesela bazı köşe yazarlarının, bazı siyasetçilerin, “bardağın boş tarafı”, “dolu tarafı” laflarını pek beğenmem. Çünkü bunlar genellikle bardağın boş tarafını ört bas etmek için kullanılan benzetmeleridir. Buna mukabil bu meselede bardağın gerçekten boş ve dolu yanları vardır.

İkisini de söyleyin!
Dolu yanı şudur; düne kadar aşiret başı diyerek aşağılanan Güney Kürdistan yönetiminin başkanını adeta onun eteklerine sarılarak Türkiye’ye davet eden bir hükümetle karşı karşıyayız. Bu, Güney’e karşı olan Türk devletinin politikasının tamamen iflas etmiş olduğunu gösteriyor. Bu politikada devam edemez Türk devleti. Hem Barzani’yi, Barzani’nin federal yapısını kabul edecek, hem kendi ülkesindeki çözüm sürecini basit bireysel haklara indirgeyecek. Bu mümkün değil. Dolayısıyla Türk devletinin Kürdistan siyaseti bütünüyle iflas etmiş bulunuyor.
Boş tarafını ise Barzani yönetiminin Türkiye’ye bir tür taviz vermesi teşkil ediyor. Bu da seçimler eşiğinde AKP’ye bir tür destek anlamına geliyor. Bir siyasetçi bugünün koşullarında bardağın boş tarafını da anlatabilir, dolu tarafını da. Sonuçta nihayet farklı bir program izliyor olsa bile, Kürtlerin bir şahsiyeti Kürdistan’a geliyor, bunu olumlu bulan bir dil tolere edilebilir. Ama diğer taraftan, bir de AKP’nin izlemekte olduğu siyaseti vurgulayan insanlar var. Bu iki görüş eğer uğraşılırsa, birbirine zıt hale getirilebilir ama eğer ciddiyetle ele alınırsa, birbiriyle bağlantılı görüşler haline getirilebilir.

“Kandil Öcalan’a karşı” veya “Bayık-Karayılan mücadelesi” türünden haberler sürekli yapıla geliniyor ama son süreçteki “Kürt siyaseti içinde ayrılık” haber/yorumlarının içinde Zana, Baydemir ve Altan isimlerinin yer alması dikkat çekici…
Bunlar Kürt siyasi hareketini monolitik bir hareket gibi tasavvur ediyorlar. Oysa Kuzey Kürdistan’daki Kürt özgürlük hareketi çoğunlukçu bir hareket. Bunun içinde çok farklı görüşler var. Farklı etnisiteler var, farklı mezhepler var, farklı dinler var, aynı zamanda farklı programatik yaklaşımlar var. Bu da doğal bir şeydir. Çünkü bu büyük bir halk hareketidir, basit bir parti hareketi değil. Dolayısıyla bunun içinde Barzani’ye şu ya da bu ölçüde yakın olanlarla, uzak olanların yan yana durmasından daha doğal hiçbir şey olamaz. Kürt ulusal demokratik hareketinin birliğinden söz eden bir partiyle karşı karşıyayız. Dolayısıyla bu harekette Zana gibi görüşlerini farklı şekillerde dile getirenler olacağı gibi, onu eleştirenler de olacaktır. Kürt özgürlük hareketinde bir parçalanma değil, çok seslilik var, buna mukabil aslında otoriter karakter taşıyan AKP içinde ise gerçek bir parçalanma var. Kurucu öğeleri birbirine girmiş durumda…

Bahsettiğiniz Arınç-Erdoğan krizini de “bu çok sesliliktir” diye açıklayanlar oldu. CHP de kendi içindeki tartışmaları böyle açıklıyor…

Erdoğan karşısında çok seslilik olabilir mi? İmkân var mı buna? O Türkiye’de çok sesliği ortadan kaldırıyor, kendi partisinde çok sesliliğe izin verebilir mi? Demek ki ona rağmen oluyor. Öyleyse bu parçalanmadır.


CEMAAT ORGANİZASYONU BİR TÜR PARALEL DEVLETTİR

Öcalan, çözüm süreciyle ilgili gelişmeleri değerlendirirken paralel devlete dikkat çekiyor. Örneğin son görüşmede, “Benimle görüşen heyet böyle demiyor. Danışmanları ve bakanları Başbakan’ı yanlış yönlendiriyorlar” diyor. Paralel devlet vurgusu, BDP ve KCK açıklamalarında da yer alıyor. Paralel devletten ne anlamalıyız? Bu, “Erdoğan iyi fakat çevresi kötü” çıkarımına da denk düşmüyor mu?
Müzakere diliyle, politik mücadelenin dili farklı. Eğer biz bu ikisini karıştırırsak çok kötü sonuçlar alırız. Şu anda Abdullah Öcalan Kürt halkı adına baş müzakereci olarak rol oynuyor. Dolayısıyla onun seçtiği terimler, müzakere diline uygun hedefler ve saptamalardır. Siyasetçinin görevi ise çözüm sürecindeki zorlukları aşmaktır. Müzakereci, müzakere sürecini kolaylaştıracaktır, zorlaştırıcı bir rol oynamayacaktır, bütün üslubu, kullandığı terimler buna uygun olacaktır. Buna mukabil siyasetçi, müzakere sürecinin önündeki engelleri kaldırmak için sert tutum alacaktır. Bu ikisini birbirine karıştırırsak, örneğin müzakereci olan siyasetçi gibi konuşursa, iki günde masa devrilir. Siyasetçi müzakereci gibi konuşursa, iki günde kendi tabanını kaybeder. Dolayısıyla bunlar iki ayrı dildir, iki ayrı üsluptur ve birbirini tamamlayan üsluplardır.

Paralel devlet kavramı burada nereye oturuyor?
Bir hükümet, bir de devlet vardır. Bu devlet her zaman özerktir. Öcalan bunları ezbere bilir. Dolayısıyla hükümetin bir politikası var, onun niyetini sorgulamaksızın o politika eğer “çözüm” diyorsa müzakere masasında çözüm demektir bu. Fakat aynı zamanda bir de devlet vardır. Paralel devlet ne anlama gelir? Mesela kadastro müdürlüğüne paralel olarak, milli istihbarat teşkilatı demektir bu. Bunların tutumu farklı olabilir, özerk de olabilir. Çünkü zaman zaman Öcalan o devletin temsilcilerinin daha makul olduğunu, buna mukabil hükümetin buna ters tutum takındığını söylüyor, bunlar gerçekleri ifade ediyor. Muhtemelen o müzakereye katılanlar da müzakere diliyle konuşuyorlar, Öcalan da müzakere diliyle konuşuyor ve aralarında bir mutabakat gelişiyor. Fakat bütün bu mutabakatlar hükümet planına aktarıldığında bazen anlamını yitirebiliyor.

Paralel devlet meselesi, “AKP devleti ele geçirdi” teziyle çelişmiyor mu? Bundan AKP’nin devleti ele geçirmediği, direnen unsurların olduğu sonucunu mu çıkaralım?
Biz sadece paralel kelimesi üzerinde duruyoruz. Mesela cemaatin organizasyonu bir tür paralel devlettir. Çünkü devletin içinde uzantıları var, bu gerçek bir paralel devlet. Fakat bu, “Türkiye’de asıl tehlikeli güç budur, öteki daha iyidir” gibi ayırımlara sebep olmamalı. Sonuçta bu, bir devletin içindeki çatlaktır. Bir de geçmişteki vesayetçi rejim sırasında, kontrgerilla gücü manasında bir paralel devlet söz konusuydu. Bu devlet de derin olmayan resmi devletin düşmanı filan değildi. O devlet tarafından örgütlenmişti.

Bugün yok mu?
Bugün de böyle bir paralel devlet, devletin kontrgerillası kesinlikle vardır. Zaten öyle olmasaydı örneğin Rojava devrimine karşı bu kadar karşı devrimci unsuru örgütleyemezdi. Bir tır dolusu havan topu mermileri, silah vs. ele geçirildi. Bunlar nerede yapılıyor? Adana ve Konya’da. Bir takım atölyeler var, demek ki bu işi örgütlüyor ve yapıyorlar. Orada en az 50-60 insan çalışıyor olması lazım. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bu 50-60 insan arasında hiç mi adamı yok? Her yerde oluyor da neden burada yok? Demek ki burada çok ciddi bir paralel devlet faaliyeti var. O halde biz diyebiliriz ki, her devletin olduğu gibi Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin de bir paralel devleti vardır ve bu paralel devlet zaman zaman özerkleşir. Politik tartışmalar, müzakere süreçleri ne olursa olsun, yeri geldiğinde bu paralel devlet harekete geçebilir ve her şeyi berbat edebilir. Mesela Rojava devrimini yıkabilmek için çözüm sürecini bal gibi sabote edebilir. Ve ediyor da bence... Bütün bunlar gözümüzün önünde oluyor.
Ama tabii Türk hükümeti sıkıştı. Şimdi bu politikalarını geri almak gibi bir durumla yüz yüze.


HÜDA PAR’I HÜKÜMET DESTEKLİYOR

Geçtiğimiz hafta cinayetle gündeme gelen Hüda Par bu yapı içinde nerede duruyor peki?
Hüda Par, geçmişte silahlı bir güçtü. BDP’lilerden herhangi birini, herhangi bir Hüda Par ya da AKP düğününü basıp insan öldürdüğünü duydunuz mu? Duymadınız. Çünkü bu sivil güç silahlı değil. Eğer silahlı olsaydı kontrol dışı pek çok çatışmaya sebep olurdu bu insanlar. Durum bu kadar nettir, buna rağmen BDP’liler hapistedir, Hüda Par’lılar ise Başbakan’la görüşme masasına oturuyor. Bunlar büyük çelişkilerdir. Başbakan ne soruyor Hüda Par’ın başkanına? “Seçim çalışmalarınız nasıl gidiyor?​” diye soruyor. Hüda Par’a “Benimle işbirliği içinde BDP’ye karşı alternatif yaratabiliyor musun?​” sorusudur bu soru. Dolayısıyla elinde silah olan sivillerin var olduğu bir örgütlenme ile karşı karşıyayız ve hükümet bunu destekliyor. Biz küçücük bir kanıtını yakalamış oluyoruz düğün baskınında. Bunun tarihi var, daha önce katliamlar için desteklenmişti, acaba şimdi niçin destekleniyor? Kürt seçmenini bölmek, özellikle İslami duyarlılığı yüksek olan kesimleri parçalamak amacıyla desteklenen bir hareket… Bu da gösteriyor ki, hükümet Kürt halkının üzerinde AKP vasıtasıyla bundan öte bir başarı elde etmekten umudunu kesmiş. O yüzden Hüda Par gibi yeni müttefiklerin arayışına girmiş.

İşe yarar mı?

Bu bence hızla çözülen AKP tabanını konsolide etmek için, çözüm sürecini durdurmak için, veyahut AKP’den umudunu kesen mütedeyyin Kürtleri başka bir kanala akıtmak için işe yarayabilir en fazla. Onun ötesinde, Kürdistan’da bunun herhangi bir karışlığı olmayacak.

JİTEM’in kurucusu Arif Doğan’ın “JİTEM’in 10 bin elamanı hala görevde” açıklamasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Paralel devlet var diyoruz, bütün devletlerin paralel devleti var. Devletler hem birbirlerine, hem de kendi içlerindeki muhalefete karşı bu paralel devletten yararlanıyor. Bizdeki ise geniş kapsamlı bir paralel devlet. Bu bir halka karşı kullanılıyor. Dolayısıyla onun kuvvetleri kalabalıktır; 10 bin kişi doğrudur, büyük olasılıkla vardır ve devam ediyordur.


 

ÖNCEKİ HABER

Diyarbakır buluşması Arap basınında

SONRAKİ HABER

Sırrı Süreyya Önder: Aday adayıyım

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa