17 Kasım 2013 08:46

Korktukları...

Gezi eylemleri ile birlikte düşünme, sorgulama, bilinçlenme ve paylaşma ibresi yükselen gençliğin birlikteliği ne zamandır rahatsızlık vericiydi zaten. Sosyalleşilmemeliydi, dayanışma nemize gerekti.

Korktukları...
Paylaş

Zeliha Gürel

Bahçenin etrafını tellerle çevirmişler. Kocaman kocaman dikenli, yüksek mi yüksek tellerle…  Demişler ki; bu bahçede gezmek günah, yasak. Bununla da yetinmeyip bahçeye çıkan yolları sivri sivri taşlarla döşemişler...  Oysa herkesin evinin mutlaka bir penceresi bahçeye bakarmış. Kimisi  evin işinden usanıp da soluklanırken göz ucuyla kimisi eli yanağında tutkuyla bakarmış günaha. Kimisi tarlada, kahvehanede şakalara doyamazmış günahla ilgili kimisi kıyıda köşede kötücül hikayeler anlatıp “nıç nıç” lı bitirirmiş son cümlelerini. Bahçenin  güzel efsaneleri de varmış tabii. Uzun kış gecelerini aydınlatan.. Rivayete göre bahçede yetişen çiçeklerin kokusu tene sinerse iflah olmazmış insan. İşte  dilden dile dolaşan aslında, insanların iflah olmayanları nasıl gördüğüymüş. Zira her göz farlı bir kalbin ve beynin tezahürü değilse neymiş…
Ve yine bir gün biri bahçeye yakınlaşmış. Hafif bir korku yüreğinde… Ve küçük tatlı kıpırtılar bacaklarında… Merak bir mıknatıs gibi çektikçe çekmiş... Arada bir arkasına bakıyormuş, fakat korku ile karışık bu heyecanı hoşuna gitmiş. Sonra arkadaşlarının anlattıklarını hatırlamış. Bahçenin etrafında engellere rağmen geçilebilecek bir yol varmış. O kadar tantanaya rağmen gizliliği kalmayan bir kapı… Herkes birbirinden sakladığını düşünerek kapıdan geçiyor, ama hiç uğramamış gibi davranıyorlarmış. “Tövbe tövbe, ahlaksızlık bu canım...”
Neden bu kadar abartılı ayıplandığını düşünmüş. O zaman bu bahçe niye burada? Eğer burdaysa, penceremizden içimize içimize doluyorsa düşünmek doğal değil mi? Ne diye bu zorlama? Tenimiz canımızın bir parçası değil mi? Varsın çiçek koksun. Defalarca. Kafasını eğmiş, gözlerini kapatmış. Derin derin nefes almış. Sık sık. Bahçenin derinliğine giden yolda ilerliyormuş işte. Kıpırtılar her yerinde. Ağaçlara alışmış giderek. Hızlanmış hızlanmış hızlanmış. Derin bir nefesle toprağa atmış kendini. Gözlerini yavaşça açmış. Başını hafifçe doğrultmuş. Ayaklarına bakmış, ellerine, boynuna sürmüş elini. Başka kokuyormuş artık. Yanındakine  gülümsemiş. Gözlerini kapamış. Dizlerini karnına çekip mis gibi uyumuş.”
Bazen bir durumu açıklamaya günlük dilimiz yetmez. Ve bazen şiirler, masallar, hikayeler yaşanılan bir gerçeği daha doğru belletebilir bize. Yukarıdaki hikaye anlatılmak istenileni daha iyi ifade etmek için yazıldı. Alıştığımız  -belki de bu yüzden-  bıktığımız, korktuğumuz, formaliteleşmiş, kötü örneklerinin sergilendiği, ayıplanan fakat bütün bunlara rağmen yaşamsallığından  hiçbir şey kaybetmeyen gerçeğimize farklı bakabilmek adına yani.
Cinsellik bu ülkede cesaret kelimesiyle birlikte anılmaya mahkumdur. Hayatın devingenliğinin ta kendisi olan bu kavramı dillendirmek cesur olmayı gerektiriyor maalesef. Ve evet hala… Hatırlayalım tek başımıza olduğumuz halde film seyrederken “müstehcen” sahneler karşısında  yaşadığımız  sıkıntılı anları. “Günaha mı giriyorum?​” sorusu dolanır durur beyninizde. Sonrası malum; günahla, ahlaksızlıkla, ayıpla nitelenen cinsellik bastırıldığı yerden öyle bir fırlıyor ki; bunun sonucunda ensest ilişkileri, sekiz yaşında evlendirilip gerdek gecesi rahmi yırtılarak ölen çocuğun haberini okuyor, sığınma evlerinden daha çok olan genelevleri sorguluyor, her gün kadın vücudunu meta olarak kullanarak tutunmaya çalışan şarkıların videolarını seyretmeye doyamıyoruz. Son dönem yapılan kadınlı erkekli  öğrenci evlerinin tartışılması bundan bağımsız mı?  Öyle bir yerdeyiz ki; bir köşe yazarı konuyla ilgili yazısında “Sevişmeliyiz, çünkü” mahiyetinde maddeler sıralamak zorunda kaldı. ( Ezgi Başaran – Radikal)

SEVİŞMEYİ SEÇEN İFLAH OLMAYAN BİR GENÇLİK

Kadın ve erkeğin bir araya gelmesinin doğal olduğu, öğrenci evleri için yapılan açıklamalar devlet erkanının bastırdıklarının hortlaması değilse nedir? Evleri, kafeleri, yani sosyal hayatın olduğu her yeri ahlaksızlık yuvası olarak görüp, basmak, üstelik cezalandırmak başka nasıl açıklanabilir? Belki bir de şöyle; Gezi eylemleri ile birlikte düşünme, sorgulama, bilinçlenme ve paylaşma ibresi yükselen gençliğin birlikteliği ne zamandır rahatsızlık vericiydi zaten. Sosyalleşilmemeliydi, dayanışma nemize gerekti. Dolayısıyla bilgi alışverişinin en verimli ortamları olan öğrenci evlerini ablukaya almakta fayda vardı.
Yani mesele -çokça tartışıldığı gibi- sadece özel alana müdahale değil. Bir sürü gencin zan altında kalıp -özellikle kadınların- canlarından olma ihtimalidir. O yüzden gündemi değiştirmeye çalışıyorlar, kanmayalım demek  bir yanılgıyı ortaya koyuyor. Diğer meseleler ile birlikte bu konu önemle tartışılmalıdır. İnsanlar evlenmeden de cinsel hayatlarını yaşayabilmeli, buna kendi karar vermelidir. Ve bu yüzden yaftalanma, hatta canından olma korkusu yaşamamalıdır. Çünkü yazımıza giriş niteliğinde olan hikayemizin de anlattığı gibi cinsellik maneviyatımızı da bedenimizi de sağlık açısından oldukça etkiler. Bütün bu dayatmalara karşın sağlıklı bir hayat için penceremizden görünen bahçeye tutkuyla bakmalıyız. Tenimiz mis gibi kokmalı. Savaşmayı değil sevişmeyi seçerek iflah olmayan bir gençlik çünkü korktukları…

ÖNCEKİ HABER

Kentsel dönüşüm değil sanatla dönüşüm

SONRAKİ HABER

Çocukların ağır romanı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa