16 Kasım 2013 06:00

Neoliberal üniversite ve Beykent modeli

Beykent Üniversitesinin sahipleri tarafından satın alınan Doğuş Üniversitesinde işten çıkartılan Psikoloji Bölüm Başkanı ve Gazetemizin Yazarı Prof. Dr. Serdar Değirmencioğlu, “kısa sürede çok sayıda öğrenci” alabilmek için başlatılan süreci “Beykent Modeli” olarak tarif ediyor ve bunun temelinde “neoliberal üniversite” anlayışının yattığını belirtiyor.

Neoliberal üniversite ve Beykent modeli
Paylaş

Metin Akarsu

Beykent Üniversitesinin sahipleri tarafından satın alınan Doğuş Üniversitesinde bir işten atma süreci özel üniversitelerin nasıl işlediğini bir kez daha ortaya koyuyor. 24 Ekim’de işine son verilen Psikoloji Bölüm Başkanı ve aynı zamanda gazetemizin yazarı da olan Prof. Dr. Serdar Değirmencioğlu, süreci “Beykent Modeli” olarak tarif ediyor ve bunun temelinde “neoliberal üniversite” anlayışının yattığını belirtiyor.  

İşten atılma süreciniz ve bu süreçte karşılaştıklarınızla başlayabilir miyiz?
Doğuş Üniversitesi Psikoloji Bölümünde 15 Eylül’de işe başladım ve 24 Ekim akşam üstü hiçbir gerekçe gösterilmeden işten çıkarıldım. Bölüm başkanlığı görevini de yürütüyordum. Sözleşmemde “iki aylık deneme süresi” olduğu belirtildiği için beni gerekçesiz işten çıkarmaları hukuka aykırı görünmüyor. Ama olanlar bilime, öğrencilerin ve üniversitenin çıkarlarına aykırı...
Üniversitede çalıştığım süre içerisinde bölüm üzerinde kurulan baskıya ve yapılmak istenen yanlışlara tanık oldum. Baskının giderek arttırılmasında Doğuş Üniversitesinin yaz aylarında Beykent Üniversitesine satılması ve Beykent’in patronlarının (Adem Çelik ve oğulları) yaptıkları yatırımın karşılığını hemen almak istemeleri rol oynadı.
Bölüme yönelik baskının tek hedefi var: Klinik Psikoloji Yüksek Lisans Programı’na hemen ve çok sayıda öğrenci alınması. Yapılan baskı, Psikoloji Bölümü kadrosunu müthiş hırpaladı. Ama bölüm üyeleri bu baskıya direndi ve atılmak istenen yanlış adımlara hiçbir destek vermedi. Bu nedenle, benim “Beykent Modeli” dediğim plan hızla devreye sokuldu. Bir veya birden fazla psikiyatr ile işi halletmeye karar verdiler.
Rektörlük bölüme bir psikiyatr alınması için ilan verdi. Bu ilan bölümden ve fakülteden onay alınmadan çıkarıldı. Daha sonra, kamudan emekli bir psikiyatrın başvuru yapacağı da bölüme bildirildi. Başvuran kişi Orhan Doğan’dı. Bu başvuru, benim işten çıkarıldığım 24 Ekim sabahı Üniversite Yönetim Kurulunda ele alındı. Başvuru dosyasının “olumlu” görüş verecek jüri üyelerine gönderildiğini tahmin edebilirsiniz. Jüri üyeleri arasında, Orhan Doğan gibi Beykent Üniversitesi Klinik Psikoloji Y.Lisans Programı’nda ders veren Kerem Doksat da bulunmaktadır.
Benim işten çıkarılmam ile bu başvurunun işleme sokulması arasında bir ilişki olduğu açıktır. Bu başvuru önümüzdeki günlerde onaylanacak ve Orhan Doğan bölüm kadrosuna profesör olarak atanacaktır. Bu oyunun ayrıntılarını bilmiyoruz çünkü rektörlük ve patronlar oynadıkları oyunu gizli tutuyorlar. Rektörlük ve patronlar öğretim elemanlarına ve öğrencilere zerre kadar saygı göstermiyor.

Sizin ve öğrencilerinizin tepkisinin nedeni nedir? Bu gidiş eğitimin kalitesini nasıl etkileyecek?
300 öğrenciye yetişmekte zorlanan kadro, belki 50 belki 100 kadar Yüksek Lisans öğrencisi alınırsa, bu yükün altından hiç kalkamayacak; derse girip çıkmak dışında hiçbir şey yapamayacak. Bu öğrencilerin yararına olabilir mi? Benim dönemin ortasında işten atılmam ve yerime kimin getirileceğinin bile düşünülmemiş olması, öğrencilerin hiçe sayıldığını göstermiyor mu?
Bölüme emekli bir psikiyatr getirilmek isteniyor ama aslında Beykent’te ders vereceği söyleniyor. Bu öğrencilerin yararına olabilir mi? Yönetim bir yandan bölümün kadrosunu küçültüyor, diğer yandan daha fazla öğrenci almak istiyor. Yüksek lisansa öğrenci almanın yanı sıra, bir de Türkçe program açıp lisansa alınan öğrenci sayısını ikiye katlamak istiyorlar. Bu korkunç bir yük ve kaçınılmaz olarak eğitimin niteliğinin düşmesi demek.  
Öğrencilerle 30 Ekim günü Eğitim Sen 2 No’lu Şubede bir toplantı yaptık. Onlara bölümde yalnız dört öğretim üyesi olduğunu; bu küçük kadro ve dışarıdan saat başı ücret alarak gelen elemanların desteği ile lisans programına kayıtlı 300 öğrenciye en iyiyi sunmaya çalıştığımızı anlattık. Bölüme büyük kazanç sağlamak üzere Klinik Psikoloji Yüksek Lisans Programı’na öğrenci alınması peşinde koştuklarını açıkladık. Öğrenciler de yapılan toplantı sonunda ertesi gün üniversitenin önünde eylem yapma kararı aldılar ve rektöre taleplerini ilettiler. Birincisi, bölümün üzerindeki baskıya son verilmeli. İkincisi, bölüme psikiyatr alınmamalı. Üçüncüsü ise benim işe iademdi.


KAMPÜSTE TAŞERON OYUNU

Size bölüm başkanı olurken verilen ‘Yaşanan sorunlara çözüm bulunacak’ sözü hayata geçirildi mi? Üniversite ve bölümde nasıl sorunlar yaşanıyor?
Üniversitede korku egemen. Patron ne derse o oluyor, yani üniversite bir küçük işletme gibi yönetiliyor. Üniversite bileşenlerinin yönetime katılması söz konusu değil çünkü üniversite kamunun değil, özel mülkiyetin. Psikoloji Bölümü patronlar ve yönetim tarafından “altın yumurtlayan tavuk” gibi görülüyor ve çok önemseniyor. Ama patronlar ve yönetim o kadar paragöz ki, 2012’de 11 kişi olan bölüm kadrosundan 3 kişiyi birden işten çıkarıyor. Buna tepki olarak 3 kişi de istifa ediyor. Ben işe başladığımda 11 kişilik kadrodan geriye 2 kişi kalmıştı. Bana sözler verildi. Meral Gezici ve Engin Arık işe alındı. Ama yazın üniversite satıldı. Yeni patronlar kukla tiyatrosunun senaryosunu değiştirdiler. Bölüm kadrosuna yapılan baskı o kadar utanç verici ki, ayrıntılarına burada girmek bile istemiyorum.

İşinize son verildikten sonra ‘İstersen ücretli olarak çalışabilirsin’ teklifi yapılmasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu nasıl bir üniversite işleyişi demek?
Şu çok açık; Benim 40 gün içinde işten çıkarılmamın nedeni, iyi ders verememem veya yetersiz bir bilim insanı olmam değil. Yoksa, “Seni işten attım ama gel saat başı ücret alıp bu dersleri ver” demezlerdi. Olanların temelinde, “neoliberal üniversite” anlayışı yatıyor. İstediklerini işten atıp, iş güvencesi olmadan çalıştırabileceklerini düşünüyorlar. Kadrolu öğretim üyeleri yerine, dışarıdan saat başına gelen elemanlar ile daha çok kâr elde ediyorlar. Verilen eğitimin içeriğini, bilimi hiç önemsemiyorlar.
Üniversitenin piyasa ekonomisi ile tam uyumlu çalışması isteniyor. Yani üniversite tipik bir işletme gibi çalışmalı. Bu nedenle, kağıt üzerinde kâr amacı gütmeyen vakıf üniversiteleri aslında kâr amacı güden işletmelere dönüştürüldü. YÖK bunu biliyor ama ses çıkarmıyor. Hükümet ise zaten bu anlayışı destekliyor. Benim durumuma dönersek; Patronların hedefi olan “daha çok kazanç” ile uyuşmayan, onların planlarına karşı çıkan bir öğretim üyesini elbette ki, istemiyorlar. Beni işten çıkardıklarında hem bir engelden kurtuluyorlar, hem giderleri kısıyorlar, hem de üniversite içerisindeki korku iklimini güçlendiriyorlar.

Psikoloji Bölümü kadrosuna atanmak üzere olan emekli psikiyatrın kadrosunun Doğuş’ta, kendisinin ise Beykent Üniversitesinde olacağını belirtiyorsunuz? Buna neden karşı çıkıyorsunuz?
Kadro Doğuş’ta, kendisi Beykent’te... Bu tam “taşeron üniversite” anlayışı. Bu anlayışın öncülü olan uygulamalar 2000’lerin başında görülmüştü. Örneğin, Bilgi Üniversitesi patronları, öğretim üyesi İstanbul’da ders yaparken, 4-5 yerde sanal ders yapılması gibi fikirler üretiyorlardı. Ama kadronun bir yerde gösterilmesi, öğretim üyesinin başka bir yerde çalıştırılması pek görülmeyen bir oyun.
“Evet, bu bir sahtekarlık ama zaten İstanbul’da bütün özel üniversiteler böyle...” Yani, “Oyunun kuralı bu ve ben de sahtekarlıkta yerimi alacağım” diyorlar. Bu çok utanç verici.
Bu gibi programlar büyük paralar karşılığı satın alınmış diplomalar ve yeterli mesleki donanımı olmayan psikologlar demek. Bu gibi programlardan mezun olanlar da dahil olmak üzere aslında herkes mağdur oluyor. Bilim ve meslek zarar görüyor. Kazanan ise patronlar.


GÜVENCE DE YOK SAYGI DA

Bir öğretim üyesi, bir bölüm başkanı nasıl bu kadar kolay işten çıkartılabiliyor?

Özel üniversitelerde hiçbir iş güvencesi yok. Deneyime saygı yok. Emeğe saygı hiç yok. Özel üniversitelerin sayısı arttıkça güvencesiz çalışan eleman sayısı artıyor. Kamu üniversitesi işleyişinde rektör görevi bitince öğretim üyesi olarak görevine devam eder. 12 Eylül öncesinde rektör seçimle gelirdi; seçimle giderdi. Üniversite içinde demokrasi işlerdi.
Bugün üniversiteler tepeden aşağı yönetilsin isteniyor. Özel üniversitelerde ise yüksek ücret, araba, ev, vb. karşılığında yöneticiler patronların kuklası işlevini görüyor. Patron rektörü görevden alırsa, rektör başka bir özel üniversiteye transfer oluyor. Dekanlar transfer olup rektör yardımcısı olmaya çalışıyor. Rektör yardımcıları rektör olarak transfer olmaya çalışıyor. Yakından bakınca bu sınıfın içerisinde yetkin bilim insanı bulmak zor. Peki patron değişirse ne oluyor? Patronlar bir çiftlik gibi gördükleri üniversitenin kahyalarını ve uşaklarını değiştiriyorlar. Bu nedenle Doğuş satılınca rektör ve ekibi yeni patronlara şirin görünmek için gece gündüz çalışmaya başladı. Öte yandan, yeni patronlar kilit görevleri yapan kişileri değiştirdiler. İdari işler müdürü işten çıkarıldı. Personel müdürü işten çıkarıldı. En kritik birim, paranın geçtiği birim olduğu için muhasebe müdürü de işten çıkarıldı. Güvencesizlik özel üniversitede herkesi etkiliyor.

BASKIYA BİR SON VERİLMELİ

Sizin görevinize son verilmesi ile birlikte öğrencileriniz de protestolara başladı. Sizin ve öğrencilerinizin talepleri neler?

Öğrencilerin üç talebi var. Bölümün üzerindeki baskıya son verilmeli. Bölüme psikiyatr alınmamalı. Üçüncüsü benim işe iadem. Rektör ve patronlar bu talepleri reddediyor. Derslerimi alan öğrencilere yapılanlar rezalet. Derslerim önce boş geçti. Rektör bir kere, “Bu dersleri bir mühendis de verir” diyecek oldu; öğrenciler susturdular. Ardından dersimi vermek üzere psikoloji ile uzaktan yakından ilişkisi olmayan ama özel üniversitelerde psikoloji bölümü kurabilecek denli “becerikli” birini getirdiler. Öğrenciler bu emekli ve “becerikli” adamdan ders almayı reddetti ve değiştirilmesi için dilekçe verdiler. Şimdi tek çözüm olarak, hem de tam dönemin ortasında, öğrencilerin dersi bırakması dayatılıyor. Öğrenciler bu dersleri daha sonra alacaklar. Oysa bu dersler başka derslerden önce alınması gereken dersler. Rektör bunun kaçış yolu olduğunu hemen anladığı için öğrencilere bütün kolaylık sağlanıyormuş.
Sonuç olarak, bu gidiş tam bir girdap ve mutlaka durdurulmalı. Özel üniversitelerdeki durum daha da kötüye gidecek. Bu nedenle, yalnız akademik kadro değil, üniversite çalışanlarının hepsinin sendikal örgütlenmeye yönelmesi gerekiyor. Diğer yandan, kamusal eğitime sonuna dek sahip çıkılmalı. Yoksa içine itildiğimiz bataklıktan kurtulamayacağız.


VAKIF ÜNİVERSİTESİ DEĞİL ÖZEL ÜNİVERSİTE

Doğuş Üniversitesi bu yaz Beykent Üniversitesinin sahiplerinin eline geçti. Doğuş Üniversitesinde bu el değiştirmeden sonra yaşanan sıkıntıların kaynağı nedir?
Önce şu soruyu sormak gerek. Bir vakıf üniversitesi bir diğer vakıf üniversitesini neden satın almak istesin? Kâr amacı gütmüyorsa neden mali güçlük çeken bir üniversiteyi almak istesin? Bu sorunun yanıtı belli. Bu üniversiteler vakıf üniversitesi değil; birer özel üniversite.
Beykent Üniversitesinin patronları bir yatırım yapıyorlar ve bu yatırımın karşılığını hemen almak istiyorlar. Klinik psikoloji yüksek lisans programı altın yumurtlayan tavuk ama programa öğrenci alabilmek için gerekli üç öğretim üyesi tamam değil. Bölüm kadrosu öğrenci alınmasını istemiyor. O zaman hızla devreye 1-2 psikiyatr sokmak istiyorlar. Şubat ayında mutlaka öğrenci alabilmek istiyorlar. Beni de zaten en çok bu oyunlara engel olduğum için işten çıkardılar.
Tavuk şöyle yumurtluyor. Beykent’teki klinik psikoloji yüksek lisans programına bu yıl 103 öğrenci aldılar. Her öğrenci 23 bin lira ödüyor. Hesabı siz yapın! Müthiş bir kazanç söz konusu. Derslerin çoğuna psikiyatr giriyor ve güya uzman yetiştiriyorlar. Bu arada başvuran öğrencilere programa yalnız 25 kişinin alınacağı söylenmiş. İşte Doğuş’ta bu model uygulanmak isteniyor. Lisans programını inceleyin. Beykent Psikoloji Bölümü kadrosunda yalnızca iki psikolog var. Bambaşka alanlardan kişiler kadroda gösterilmiş ve bunu gizlemeye bile gerek duymamışlar. Öğrenci sayısı ise çok yüksek. (İstanbul/EVRENSEL)

ÖNCEKİ HABER

Çelik-İş, İSDEMİR işçileriyle buluştu

SONRAKİ HABER

Hükümet bir taşla iki kuş vurmanın peşinde

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...