05 Kasım 2013 13:05

Birlikte ağladıkça birlikte güleceğiz

“Anneannem” kitabını ilk yayımladığında Fethiye Çetin’in telefonları hiç susmaz. Herkes konuşmak istemektedir, ancak o konuşmalar kapılar kapanmadan gerçekleşmez hiç. “O zamanlar fısıldayarak konuşuyorduk” diyor Çetin, Müslümanlaş(tırıl)mış Ermeniler Konferansının son oturumunda. Oturumun adı “Torunlar”.

Birlikte ağladıkça birlikte güleceğiz
Paylaş

Elif Görgü

“Anneannem” kitabını ilk yayımladığında Fethiye Çetin’in telefonları hiç susmaz. Herkes konuşmak istemektedir, ancak o konuşmalar kapılar kapanmadan gerçekleşmez hiç.  
“O zamanlar fısıldayarak konuşuyorduk” diyor Çetin, Müslümanlaş(tırıl)mış Ermeniler Konferansının son oturumunda. Oturumun adı “Torunlar”.

İlk gün sözü edilen “yüzyıllık suskunluğu” sese dönüştüren, sorunun geleceğini belirleyecek olanlar onlar oldukları için...

HATIRLAMA VE YAS EL ELE

Çetin, fısıldamaların üniversite duvarlarında yankılanabilecek kadar yüksek seslere dönüşmesinden memnun.  “Çok hikaye dinlemiştim ama aslında bilmediğimiz ne çok öykü varmış. Konuşmaya başladık ve konuşurken ağladık. Hatırlama ve yas el ele gidiyor” diyerek noktalıyor konuşmasını.
Işılsu Koç ise genç bir üniversite öğrencisi. Aynı günün sabahı gerçekleştirdikleri “Çocuklar ve Torunlar Buluşması”nın sonuçlarını okuyacak. 25-65 yaş arasında 9 erkek 8 kadın, yani 17 çocuk ve torun katılmış. 4 psikolog gözlemlemiş buluşmayı. “Ağlamaktan konuşamadık” diyor başka katılımcılar.

‘YALNIZLIĞIMIZI ANCAK BÖYLE GİDEREBİLDİK’

Sesinin titremesini bastırarak okuyor Işılsu: “Kayıp anneannelerimizi, babaannelerimizi, dedelerimizi, annelerimizi, babalarımızı buraya taşıdık. Bazılarının gerçek ismini dahi bilmiyorduk. Öykülerimizi anlattık. Onların acılarını ve kendi kayıplarımızı dile getirerek bu yalnızlığımızı ancak böyle giderebileceğimizi fark ettik. Bu üç gün içindeki bütün bu çalışmalar aslında bizi rahatlattı. Öyküler daha da çok paylaşılsın ve farklılıkları ortadan kaldıralım, ya da farklılıklarımızı kabul edelim, vicdanlı olalım ki bir yaşananlar bir daha yaşanmasın. Biz Araf’takiler, Hristiyan Ermenilerin bizi fark edip aralarına almalarını bekledik ama şimdi yalnız olmadığımızı fark ettik. Hep birlikte ve bizim dışımızdakilerle de birlikte yasımızı tutmaya başladıkça, birlikte ağladıkça birlikte güleceğiz. Ve bizim de iyileşme sürecimiz böyle başlayacak.”

‘BURADAYIM, BURADA KALACAĞIM’

Oturumun başında Moderatör Ayşe Gül Altınay, “Peki şimdi ne olacak?​” sorusuna yanıt aranması gerektiğini belirtmişti. Işılsu’dan sonra söz alan başka gençler de farkında olmadan bu yanıtı veriyorlar aslında.  
“Lice’nin bir köyünde katliamdan sağ kalan 19 yaşındaki Saadet’in kuyudan çıkardığı bebeğin torunuyum” diyen Pelin örneğin. Diyarbakır Surp Giragos Kilisesi yönetiminde bugün Pelin. “Ben korkmuyorum” diyerek söz veriyor atalarından kalan bir taş parçasına dahi sahip çıkmaya ve ekliyor: “Gençlerden umudunuzu kesmeyin. Buradayım, burada kalacağım, elimden geleni yapacağım”
Pelin, ailesi Hristiyan kalmış bir Ermeni genci. Anneannesi zorla Müslümanlaştırılmış ancak bu konuda konuşmayı hâlâ reddeden Batman Kozluklu genç bir Kürt kadını ise
“Anneannemin suskunluk mirasını devretmek istemiyorum” diyor.
Bir konuşmacı Hallac-ı Mansur’un “Cehennem sesinizin duyulmadığı yerdir” sözünü hatırlatıyor.
Üç günlük konferansın sonucu ne derseniz, Müslümanlaştırılmış Ermenilerin çocukları ve torunları suskunluk cehennemini söndürmeye bir adım daha yaklaşmış olmaları derim... 


YAŞANANLAR BİR DAHA YAŞANMASIN DİYE ANLATTIK

Vedat Yalvaç

Müslümanlaş(tırıl)mış Ermeniler Konferansının oturum aralarında, katılımcılarla sohbet ediyoruz. Anlattıkları hikayeler yıllar öncesinde annemin anlattığı Dersim 1938 hikayelerine o kadar çok benziyor ki... 1915’te Ermeniler için çekilen filmin aynısı 1938’de Dersimliler için tekrar vizyona girmiş sanki. Annemin anlattığı, beni en çok etkileyen hikayelerden biri şöyleydi; anneannemin annesi 38’de bir grupla birlikte askerlerden kaçarlarken, o sırada küçük bir bebek olan anneannem ağlamaya başlıyor. Bunun üzerine gruptaki birkaç kişi, “bebeğin bizi ele verecek” diyerek, bebeği suda boğmasını istiyorlar. Anneannemin annesinin uzun  yalvarmaları sonucu bundan vazgeçiliyor. Ancak bunun acısı torunlarına kadar gelip ulaşıyor. Bizim de hâlâ içimizi yakıyor bugün.

Bu ve bundan daha acı birçok hikayeyi yıllar öncesinde dinlemiştim. Şimdi o anı Yıldız Önen’in anlattıkları ile yine yaşadım. Mardin Derikli Yıldız Önen’in babaannesi Ermeni, dedesi Kürt. “Torunlar” buluşmasına katılmış o da. Fethiye Çetin’in anneannesinin yaşadıklarını de hatırlatıyor Önen. Çetin’in anneannesinin hikayesi de annemin anlattığına benziyor. Ama Çetin’in anneannesi, kendi babaannesinin torunlarını nehirde boğduğuna ve ardından da intihar ettiğine tanık oluyor.

İLK KEZ TOPLU ŞEKİLDE AĞLIYORUM

Yıldız Önen’in anneannesi dedesiyle evlendirildiğinde zaten bir oğlu vardır. Bu oğlu, yani önen’in amcası Hristiyan bir Ermeni olarak yaşamaya devam ederken Önen’in babası Müslüman olarak yetiştirilir. Önen çocukluğunda Ermeni amcasıyla Paskalya kutladıklarını hatırlıyor. Sonra onun 70’lerde Kıbrıs olaylarında Mardin’den göç etmek zorunda kaldığını da. Önen, buluşmada, birbirlerine hikayelerini anlattıkça ağladıklarını söylüyor. Katılımcılardan biri “Ben kendi kendime çok ağladım, ilk defa böyle toplu şekilde ağlıyorum” demiş. Önen, “Anlatılanların hepsi yaşananlar bir daha yaşanmasın diye anlatıldı” diyor.

Biz de Fethiye Çetin’nin ve Patrak Estukyan’nın anlattıklarını bu yaşananlar bir daha yaşanmasın diye aktarıyoruz.


KONFERANS SONA ERDİ AMA YANKILARI SÜRECEK
Pakrat Estukyan (AGOS Editörü):

Türkiye’de  kimlik değiştirmiş insanların varlığı bir gerçeklik. Ama az konuşulan, hatta konuşulmayan bir gerçeklik. Ama bu gerçeklik son 7 yıldır, yani Hrant Dink öldürüldüğünden beri, biraz da tepkisel boyutta çok fazla konuşuluyor. Türkiye’de belli oranlarda çok küçük adımlarla da olsa demokratikleşmenin de buna katkısı var şüphesiz. Ve bu konuşmalar birikti, birikti, Fethiye Çetin’in ‘Anneannem’ kitabının yankıları, o yankılardan çıkan ikinci kitabı ‘Torunlar’ bizi bu konferansa kadar taşıdı. Artık insanlar bazı şeyleri daha yüksek sesle konuşmak, insanlarla paylaşmak istiyorlar, yaşadıkları travmaları, trajedileri insanlara anlatma ihtiyacı duyuyorlar. Bilmediğimiz bir sürü yeni ufuklar, yeni açılımlar ortaya çıktı. Çok değerli sunumlara tanık olduk. Konferans sona erdi ama yankıları daha devam edecek.

İYİLEŞMENİN İLK ADIMI KONUŞMAKTIR
Fethiye Çetin (Yazar, Dink Ailesi Avukatı):

Ben bir hikaye anlattım, bunun yankısı çok büyük oldu. Pek çok yerde benzer hikayeler anlatılmaya başlandı, bu çok önemli. Ama ilk defa bir üniversitede bilimsel bir konferans yapılıyor bu konuda. Bir anlamda akademik hikaye anlatıcılarından sonra harekete geçti, ama geçti. Bu son derece önemli. Konferansta çok ufuk açıcı tebliğler sunuldu. Yani bu meselenin aslında ne kadar karmaşık, kategorilerin ne kadar çeşitli olduğu, öyle herhangi bir sınıflandırma içersinde değerlendirilemeyeceği ve bunun nasıl bir kanayan yara olduğunu bu konferans sayesinde bir kez daha anladık. Ama konuşmaya başladık. Yani iyileşmenin ilk adımı hatırlamak ve konuşmadır. Biz şimdi konuşmaya başladık. Bunun ardından yaralarımızı iyileştirmek için, acılarımızın yasını tutmalıyız hep birlikte. Birlikte ağlamadan birlikte gülemeyeceğiz. Birlikte ağlayacağız, birlikte güleceğiz. Bugünkü konferans bunun ilk adımı. (İstanbul/EVRENSEL)

ÖNCEKİ HABER

Erdoğan: O evlerde karmakarışık şeyler oluyor, müdahale edeceğiz

SONRAKİ HABER

El Kaide operasyonu: 16 gözaltı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...