14 Ekim 2013 06:00

Dershaneye gerek yok, çünkü 4+4+4 eleyecek

AKP, dershanelerin özel okullara dönüşmesini neden istiyor? Dershaneler eğitim sisteminde nasıl bir işlev görüyor? Konunun tam da seçim öncesi gündeme getirilmesi ne anlama geliyor? Dershanelerin kaldırılması Gülen Cemaatini nasıl etkiler? Marmara Üniversitesi İktisat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Fuat Ercan’la konuştuk.

Dershaneye gerek yok, çünkü 4+4+4 eleyecek
Paylaş

Serpil İlgün

Bugün Türkiye’de 5 bine yakın dershane olduğu tahmin ediliyor. Her yıl 1 milyon 300 bin civarında öğrenciyi ha bire değiştirilen sınav sistemine hazırlayan dersha-nelerin yıllık cirosuna ilişkin dillendirilen rakam ise 5 milyar lira.  Son dönemde, Başbakan tarafından da dile getirilen dershanelerin kaldırılması bahsi geçtiğimiz hafta yeniden gündeme geldi. MEB Bakanı Nabi Avcı, 2015 yılında eğitim sisteminde dershanelerin yer almayacağını söyledi ve tartışma başladı. Dershane sahipleri itiraz etti, Gülen Cemaati yazarları öfkelendi. Zaten konu daha çok Cemaat-AKP çatışması üzerinden ele alındı.
AKP, dershanelerin özel okullara dönüşmesini neden istiyor? Dershaneler eğitim sisteminde nasıl bir işlev görüyor? Konunun tam da seçim öncesi gündeme getirilmesi ne anlama geliyor? Dershanelerin kaldırılması Gülen Cemaatini nasıl etkiler?
Marmara Üniversitesi İktisat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Fuat Ercan’la konuştuk.


Popüler olan “cemaat hükümet çekişmesi”ne geçmeden önce, AKP iktidarının , eğitim sistemine neden bu kadar müdahalede bulunduğu sorusuyla başlayalım.
Eğitim, bireyle toplum arasında köprü işlevi gördüğü için, toplumdaki dönüşüm süreçlerinde eğitime ilişkin çatışmalar, çalkantılar artar. Kapitalist-sanayileşme sürecinde temel belirleyici değişken, karşılığı ödenmemiş emek-zamanıdır. Karşılığı ödenmemiş emek zamanın toplumsal üretimi ise birbiriyle ilişkili iki düzlemde gerçekleşir; aile ve okul. Kapitalist sanayileşme önemli değişim süreçlerinden geçtiği zamanlarda bu iki düzlem oldukça önemli hale gelir. Değişimi hızlandırma sınıflar ve siyasal iktidarın müdahaleleri ile biçimlenir. Dershaneler olgusunun, yapı-süreç ile siyasal iktidarın müdahaleleri ve iktidar içi çelişkiler üzerinden analiz edilmesi gerekiyor. Süreç ve müdahalenin en önemli değişkenlerinden birinin, toplumun yeniden üretiminin kaynağı olan emek gücü olduğunu düşündüğümüzde, bu alandaki her değişim kendini eğitim alanında farklılaşmalar olarak açığa çıkaracaktır. Bu anlamda eğitimdeki dönüşümler çok çalkantılı bir süreci içinde barındırıyor. Mesela Dünya Bankası raporuna göre, Latin Amerika’da milli eğitim bakanlarının görevde kalma süresi 2.1 yıldır. Çünkü eğitim, değişimin en çok yaşandığı alanlardan biri. Sizin haklı olarak popüler dediğiniz, siyasi iktidara destek veren cemaatle siyasi iktidar arasındaki gerilim, çatışma başlıklarından sadece biri olarak analiz edilince, değişimin bütünsel belirleyenleri gözden kaçırılıyor. Evet, dershanelerin kapatılması, Tayyip Erdoğan ve ekibinin cemaatle çatışmasının bir parçası. Cemaatin tarihsel olarak gelişiminin dinamiğine baktığımızda eğitim Gülen Cemaatinin örgütlenme pratiğinin de temelinde yer alıyor.

Yani, esas mesele cemaatin uğrayacağı maddi kayıp değil?
Evet. Erdoğan’ın dershanelere yönelik ifadesi sadece kapatma değil, hareketin örgütlenme alanına karşı da bir müdahale içeriyor. Ama gerçekliği sadece kapışmaya indirgediğimizde bütünü gözden kaçırırız.

O bütünde ne var?
Bütünü analize yöneldiğimizde, Türkiye’de sadece eğitim değil, sağlık, doğa, üretim yapısı, emekle ilgili birbiriyle ilintili içsel bağlantılarını kurmamız gereken inanılmaz kurumsal bir dönüşüm yaşandığını görüyoruz. Bunu nerede görüyoruz, eğitimi konuştuğumuz için, ilk göreceğimiz alan 652 sayılı MEB teşkilat yapısı. Yani 4+4+4’te de, yeni YÖK Yasası’nda da bunu görüyoruz. Siyasi iktidarın gündeminde içeriğini ulusal, uluslararası uzmanların oluşturduğu bir MEB teşkilat yapısı var. Siyasi iktidarın günübirlik söylediklerinden çok daha önemli bir kurumsal yapı dönüşümü var eğitimde. Bütün görece artı değer üretimin gereklerini yerine getirme ile bunu dünya ölçeğinde işleyişe uygun hale getirme gibi iki önemli alanda gerçekleşiyor.

Bu yapı ne içeriyor, hedefi ne?
Kanun hükmündeki kararname ile yasama, yürütme, yargının yani burjuva demok-rasisinin biçimselliğini bile yıkarak inşa edilen 652 sayılı MEB Teşkilat Yasası, bakanlığın görevlerinin tanımlandığı madde 2’de çok önemli bir açıklama yapar. Der ki, “MEB’in görevleri şunlardır; okul öncesi ilk ve ortaöğretim çağındaki öğrencilerin bedeni, zihni, ahlaki, manevi, sosyal ve kültürel nitelikler yönünden geliştiren ve insan halklarına dayalı toplum yapısının küresel düzeyde rekabet gücüne sahip ekonomik sistemin gerektirdiği bilgi ve becerilerle donatarak, geleceğe hazırlayan eğitim ve öğretim programını tasarlamak, uygulamak, güncellemek, öğretmen ve öğrencilerin eğitim hizmetlerini yürütmek ve denetlemek.” Burada amaçlar açısından baktığımızda iki referans noktası var. Birisi yerel olanı vurguluyor, diyor ki “değerlerimiz, ahlakımız, dinsel-manevi dünyamıza dikkat edeceğiz.” İkinci olarak da ne diyor, “küresel rekabet gücüne erişmek.” O zaman demek ki, zaten muhafazakarlık, -bu arada Türkiye’de AKP iktidarında yaşananlara muhafazakarlık deniyor, bunun yanlış olduğunu düşünüyorum.

Kavramı mı yanlış buluyorsunuz?
Evet, çünkü buna pragmatizm demek gerekiyor. Pragmatizm belirli değer yargılarıyla, o günün tanımladığı sosyal koşulların zorunluluğu içinde ha bire kendini bu koşullara uygun hazırlamaktır. Pragmatizmle muhafazakarlık çok farklı şey. Kapitalizmin işleyişinin temel ideolojik referansı, davranışsal kodu pragmatizmdir. MEB teşkilat yapısında, hem kapitalizmin zorunluluk olarak gösterdiği alanlar, hem de mevcut siyasi iktidarın temsil eden, edilen ilişkisinden hareketle, bu değerler sistemini kendisine meşrulaştırma aracı olarak kullanma var. Bu bize şunu da gösteriyor, genel olarak eğitimde, bu iki değişkeni eş zamanlı kullanabilmemiz lazım. Yani 4+4+4’te sadece imam hatipler veya çocuk gelinler değil, 4+4+4’ün arkasında çok önemli yapısal işleyişi, kapitalizm için ara eleman yetiştirmenin bir zorunluluğu olduğunu görmemiz lazım. Aynı zamanda bu zorunluluğun iktidarın kendi değerler sistemiyle paketlendiğini görmek lazım.

Bu paketleme, yani AKP’nin değerler sistemi, küresel sermayenin ihtiyaçlarıyla uyumlu hale nasıl getiriliyor?
Bu kısım çok çok önemli. Kapitalizmin genel yapısal özelliği bulunduğu yerin havasına, suyuna, rengine uyumdur. Yani İrlanda’daki kapitalizmle, Malezya’daki kapitalizm kendini her biri karşılığı ödenmemiş emek üzerinden inşa eder ama Malezya’da farklı, Almanya’da farklı inşa eder. O yüzden kapitalizm derken analizlerimizde şuna dikkat etmemiz gerekiyor; kapitalizmin işleyiş yasasıyla, onun değerlerle bütünleşmesi iki ayrı şey değil. Her toplumda kapitalizm kendisini, yani artı değer yaratma sürecini, emek gücünü daha fazla artı değer yaratacak süreçlere, kurumlara dönüştürmesini gerçekleştirirken, bunu her toplumun kendi değerler sistemi ile gerçekleştiriyor. Bu tabii ki çelişkili bir süreç.

Pragmatizm burada mı devreye giriyor?
Evet. Mesela İslam değerlerle birikim yapanlar erken dönemde AB için “Hıristiyan kulübü” diyordu. Faize karşı tepki vardı, kız çocuklarının erkek çocuklarıyla okumasına itiraz vardı, bir bakıyorsunuz o değerler sisteminin önemli bir kısmı kapitalizme entegre olma sürecinde değişim yaşıyor. Mesela AKP iktidarında faiz olgusunun çok merkezi yerde ifade edildiğini artık görmüyorsunuz. Düştü, çünkü sistemin her alanı faizle işliyor. Faiz demek kapitalizmin yapı taşlarından birisi. O zaman ne yapıyor, oradan yavaş yavaş çekiliyor. Pragmatizmle onu farklı bir forma getiriyor. Patriyarkayla kapitalizmin entegre olduğu yerde bu sefer aile, kadın olma, anne olma, çok çocuk sahibi olmaya geliyor. O alanları sürekli gündeme getiriyor.
Bizim gibi geç kapitalistleşen ülkelerin dünya kapitalizmiyle entegre olabilmesi için artık kurumlarının dönüşmesi gerekiyor. Kurumların dönüşmesinin başlangıç noktası neydi, Merkez Bankasının bağımsızlığıydı. Neydi, kamu hizmetlerinin yavaş yavaş niteliğinin değişmesiydi. Dünya kapitalizmine entegrasyonu sağlamak için gerekli düzenlemeleri en hızlı yapan ülkenin Türkiye olduğunu hatırlatmak gerekiyor. Kamu hizmeti, ticarileştirme ve metalaşma sürecinden geçti. Hem ideolojik olarak değişiklik oldu, hem kurumların dönüşmesi için yasalar hızla gerçekleştirildi.


BEN İYİ BİR EMEK GÜCÜYÜM, BAKIN BELGEM VAR!

Dershanelerin kapatılması, bu dönüşümde nerede duruyor?
Türkiye’deki kurumsal dönüşümün gerçekleşmesinin en önemli ayaklarından birisi, eğitim sisteminin dönüşmesi. Geç ulus devlet oluşumunun “vatandaş yetiştirme” için kurduğu eğitim sistemi, artık kapitalizmin geldiği aşamayla örtüşmüyor. Bunun dönüşümünü sağlamaya çalışıyorlar. MEB demek, bir ülkedeki nüfusun emek gücü politikasını belirlemek demektir. Kapitalizmi ayakta tutan şey de emek gücü. Emek gücünün nasıl ve niçinliğini belirleyecek olan şey, eğitimin nasıl ve niçinliğidir.
Türkiye’deki nüfusun eğitimle kurduğu ilişki, üniversite odaklı bir ilişki. Her yıl 1.5 milyon öğrenci üniversite kapısında sınavda bekliyor ve her biri üniversiteye girmek istiyor.
Eskiden bildiğimiz geleneksel eğitim tarzında ulus vatandaşa uygun niteliği ilkokul, orta okul, lise veriyordu. Üniversite ise mesleki bilgi veriyordu. Şimdi iki şey çok önemli değişikliğe uğradı. Bir, artık mesleki donanım katmayı üniversiteden aşağıya çekiyorlar. Tıpkı Almanya’da, İrlanda’da olduğu gibi. Çünkü sistemin mantığı belirli bir yaşta insanların o mesleğe yönlendirilmelerini gerektiriyor. Bakanın “Bizim ara eleman yetiştirmemiz gerekiyor” sözü burada devreye giriyor. Genellikle de yoksul ailelerin çocukları çok kısa sürede buralara aktarılıyor.

Dolayısıyla  4+4+4 esas olarak bunu gerçekleştirecek?
Evet, eskiden mesleki donanım katma işi üniversitelerde, yüksekokullarda iken, bu artık bütün eğitim sistemine aktarıldı. Bu 4+4+4’ün temel yapısal niteliği. 4+4+4 gerçekleştiğinde ne olacak, ikinci dört yılda öğrenciler ayrıştırılacak, zaten yerleri belli olacak ondan sonra üniversite önünde bu kadar insan beklemeyecek. İkincisi ise, üniversite dahil, artık mesleki eğitim almayı, formel üniversite kurumlarının dışına çıkardılar. Bu da sertifika programlarını arttırdı. Eğitimle donanım katmayı birlikte ele alan yeni bir döneme geçildi. Eskiden sizin emek gücü taşımanız yeterliydi, şimdi diyorsunuz ki “Valla ben gerçekten iyi bir emek gücüyüm, bakın belgem var.”

Yani elemeler aşağıya çekilince dershaneler gerekli olmaktan çıkıyor ama ölçme-rekabet  devam ediyor?
Dershaneler bir ara form aslında. Üniversiteyi kazanıyorsunuz yetmiyor, sertifika programlarına giriyorsunuz. Kapitalizm değişim değerinin egemenliği anlamına gelir. Bu ise sermaye birikiminin girdiği her alanın ölçülüp-biçilmesi ve bunun belgelenmesini gerektiriyor. Dönüşüm sürecinde bu ölçmenin gerekliliğini sağlayacak kurumsal yapılar olmadığı zaman, aynı gecekondu ya da park mafyası gibi, dershaneleri de bu geçişin yarattığı nesnel zorunluluğun bir ara çözümü olarak görmek lazım. Ama kapitalist sistem Gülen gibi örgütlenme çabasındaki cemaatlerin ya da üç beş kuruş kazanan öğretmenlerin bu alanı bu şekil doldurmasını istemez. Zaman içinde kurumsallaşmasını ister. Zaten Başbakan’ın açıklaması da bunu gösteriyor. Diyor ki, “Ey dershaneciler bu ülkede eğitime hizmet verecekseniz gelin okul açın. Biz de sizden hizmet eğitimi yapalım. Sizin sınıflarınızı öğrencilerle biz dolduralım.” Başarı ve rekabet üzerine kurulu işleyiş artık sınav ve ölçülme ve ölçülenin belgelenmesi üzerinden hayat buluyorsa, bunu yapmanın kendisinin de belirli kurallar içinde gerçekleşmesi gerekiyor. İşleyişe ait bu zorunluluk güncel siyasal iktidar ve dahası sermaye içi çelişkilerin daha rahat hareket ettiği zeminlerin varlığına neden oluyor.


AKP-GÜLEN ÇATIŞMASINI ABARTMAMAK LAZIM

AKP ve Cemaati izleyenler, “Evet, dershanelerin kapatılması rahatsızlık yarattı ama bundan kan davası çıkmaz” diyor. AKP ile cemaat ilişkisini siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
Şu andaki siyasi iktidarın merkezinde bulunan Erdoğan ve arkadaşları zaman içinde inanılmaz güç kazandılar. Sermayenin yeniden üretim koşulları ile devletin yeniden üretim koşulu olarak emek-gücü üzerinde denetim/kontrol mekanizmalarının eş zamanlı sağlanması siyasi iktidara inanılmaz bir güç kaynağı sundu. Ama bu aynı zamanda hem iktidarın tüm toplumda etki alanını genişletmesine ve hem de iktidarı bırakmamak için agresif düzenlemelerin yapılmasına yol açtı. Bu ise iktidar ve iktidara destek verenler arasında kendi içinde bir takım çatışmaları doğurdu ya da var olanları daha bir açığa çıkardı. Ama Erdoğan ve cemaat arasındaki çatışma hiçbir zaman kanlı bir hale dönmez. Çatışmayı abartmamak lazım. Çünkü iktidardan halen her iki taraf da nemalanıyor. Seçimde eğer büyük oy kaybı olursa, boğazlaşma artacaktır. Çünkü her ikisi de şunu biliyor, iktidarın merkezinde olmak ya da iktidara destek vererek var olmak demek, ihalelerden nemalanmak demek. İkincisi, toplumun kaynaklarına el koyma tarzlarının yani yolsuzlukların falan açığa çıkma korkusu var. Bu durum, her iki tarafı ister istemez bir araya getirecektir.


EĞİTİMDE DEMOKRASİ BEKLEMEK ZOR

Demokrasi paketinde andımız kaldırılırken, ana dilinde eğitime geçit verilmedi. Eğitim sisteminin dönüşümünde, demokrasi nasıl bir yer tutuyor?
Türkiye geç-ulus devlet oluşumunu Müslüman-Türk kimliği üzerine kurdu ve buradan kapitalist sanayileşmenin gerekleri zaman içinde oluştu. Her geç-ulus devlet oluşumunda olduğu gibi egemen ulusun dil, din ve değerler sistemi, ulusun inşasını ifade eder. İnşa süreci bu yüzden değerler arası çatışmalı ve eşitsizlikleri içerir. Ama kapitalizmin etkin işleyişi, daha önce inşa edilen kimlik-kültürel tanımları geçersiz kılar. Kapitalizm için önemli olan değişkenler, zaman içinde değişecektir. Değişim ise zaman içinde inşa edilmiş değerleri ortadan kaldıracaktır. Andımız bu anlamda artık işleyiş için o kadar da önem arz etmiyor ama toplumun kültürel bilinç dışında farklı düzlemlerde yer alıyor.
Ana dilde eğitim ise, kapitalizmin genel mantığı içinde o kadar belirleyici değildir ama iktidar ve iktidarın biçimlendiği toplumsal ilişkiler için önem arz ediyor. İktidar seçmenine karşı bir pazarlık aracı olarak ana dilde eğitimi elinde bir koz olarak tutmak istiyor. İçinden geçtiğimiz süreçte her şey o kadar radikalleşti ki, bu ortamdan demokratikleşme beklemek hele bir de bunu eğitim alanında beklemek oldukça zor.


DÖNÜŞÜM İÇİN EĞİTİM VE AİLE SİSTEMİ DEĞİŞMEK ZORUNDA

Milli Eğitim Bakanı, “2015 yılında dershaneler eğitim sisteminde olmayacak” diyor ama geçiş süreci bir yılda tamamlanabilir mi?
Uygulamaları gerçekleştirenlerin kafasında her şeyin tamamlanmış, bitmiş olduğu düşüncesinden hareket ediyoruz. Oysa kapitalist sanayileşme/modernleşmeyi konuşurken şunu bilmemiz lazım; kapitalist sanayileşme/modernleşme, içinde bütün mekanizması belirlenmiş bir makine değil. Öyle bir makine ki üretim sürecinde, fabrikada, büroda insanların yarattığı artı değer, bir sonraki yıl o fabrikayı, büroyu dahası toplumsal ilişkileri dönüştürüyor. Kapitalizm öyle bir sistem ki sömürü ile yarattığı değer, aynı zamanda var olan o makinenin parçalarını değiştiriyor, makinenin yeni uzuvlar kazanmasına neden oluyor. Kapitalizm, artı değeri yaratma sürecinde kendisini sürekli farklılaştırmak zorunda. MEB teşkilat yapısı değişmek zorunda, nüfus yapısı değişmek zorunda vs. Problem bu işleyişin, oluşun halini bilmek.
Erdoğan ve arkadaşlarının sürekli tekrar ettikleri üç dört cümle var. "Küresel düzeyde rekabete ayak uyduracağız, bilgi ekonomilerine geçeceğiz, rekabet edeceğiz, sadece uluslarası değil, ulusal düzeyde de rekabet edeceğiz." Kapitalizme küresel düzeyde adapte olmak kapitalizmin enerjisini çekip aldığı emekçilerin varoluş koşullarının değişmesi, değiştirilmesi demek. Bu iki ifade önemli. Değişmek bir süreç, değiştirmek ise sınıf ve devletin müdahalelerini içeriyor. Emek gücünün yeniden üretimine yönelik tüm düzenlemeler aynı zamanda onun üretim koşulunu sağlayan aile ve onun ulus devlet formu içinde ya da emek gücüne nitelik kazandıracak eğitim sisteminin değişmesi/değiştirilmesi gerekiyor. Ama değişim hangi topraklarda gerçekleşiyorsa, kendi değerlerini/anlam dünyalarını da içine alan bir değişim/değiştirme süreci yaşanması zorunlu. Türkiye’ye özgü bir şey değil bu; G.Kore, Hindistan, Brezilya, AB'de de bu böyle.


DEVLET ŞİRKETLEŞİYOR

AKP dönemindeki 10 yılda hem dershanelerin hem de özel okulların sayısı artmış. Ancak sağlanan onca teşvike rağmen, özel okulların kontenjanlarının neredeyse yarısının boş olduğu söyleniyor. Dershanelerin de özel okula dönüşmeleri halinde ne olacak? Öğrenci ve velileri nasıl bir tablo bekliyor?
Dönüşüm sürecinde dediğiniz gibi bir dizi problemle karşılaşılacak. Türkiye nüfusunun yüzde 25-30 arası kırda yaşıyor ve göç devam ediyor. Bir yandan makineleşmenin, ithalatın, özelleştirmenin yarattığı işsizlik artarken, diğer yandan insanların iş arama çabaları içinde eğitimin hala önemli olduğunu görüyoruz. Bu çoklu düzey aynı zamanda siyasal karar alıcıların/iktidarın değişimin tam olarak nasıl bir biçim alacağını kestirmekte zorlanmasına neden oluyor. El yordamı diyeceğimiz bir deneme yanılma tarzında yol alıyor. Onun için ihtiyaçlar hasıl oldukça oradaki dönüşüm sağlanıyor.
Değişimin hızlandığı dönemde hem okullara girebilmenin hem de iş bulabilmenin yarattığı zorlukları aşmak için kurulan dershaneler ve sertifika programları zaman içinde kurumsallaşacak. Üst kurullar gibi bir form alacak. Ama kafalarındaki kurumsallaşma için ne diyorlar, “bu alandaki enformel yapıları ortadan kaldırmak istiyoruz.” Kapitalist mantığın gereği de bu. Tekelleşmenin kuralı gereği kurumsallaşma gerekiyor. Yeni MEB Yasası’nda, YÖK’te, eğitim alanına yatırım yapan sermayenin uluslararası düzeyde hareket yeteneği arttırılmak isteniyor. Onun için de buradaki işleyişin, dünya ölçeğindeki işleyişle adapte olması gerekiyor.
Devlet bu dönüşümlerde iki şeyi birlikte yapmak istiyor artık. "Ben eğitime yatırım yapmak zorunda değilim, sizi koordine edeceğim" diyor. Devletin belirli kamu hizmetlerindeki varlığı artık yavaş yavaş koordine edici bir güce ulaşıyor. “Ben” diyor, “sermayeler (ulusal ve uluslararası) arasında arabulucuyum.” Kapitalist işleyişe uygun bir devlet inşası içindeyiz. O yüzden bunlar kurumsallaşacak. Ama diğer taraftan kaynağa ihtiyacı var. "Koordinasyonu sağlarken ben kendime birtakım gelirler de elde edeceğim" diyor. Bu da kamu özel işbirliği adı altında bir yapı. Önce TOKİ, daha sonra Sağlık Bakanlığı, şimdi de MEB’te kamu özel işbirliği kanalıyla kaynak oluşturma yönelimi var. Yeni bir devlet yapılanmasından, şirketleşmiş bir devlet yapısından söz ediyoruz. Kurumsallaştıracak ama bu yeni devlet yapısı gereği, koordinasyonu elinde tutan bir kurumsallaşma. Gülen ekibiyle iktidar arasındaki çatışma, “acaba merkezi iktidarın rengi, dokusu her şeyiyle bunu belirleyecek mi, belirlemeyecek mi?​” sorusunda. “Evet bu olsun, ama benim rengimde olsun.” Çatışma alanı bu. O yüzden seçim, siyaseti tanımlayan çatışmaların su üzerine çıktığı bir dönemi ifade ediyor.

Ama seçim dönemleri aynı zamanda çatışmaların bastırıldığı dönemler değil midir?
Çatışmanın dili hangi kitleye seslendiğine bağlı olarak değişiyor. Duruma göre İslami değerlere, milliyetçi değerlere, batılılaşma-katılım demokrasi gibi değerlere yönelik pragmatik bir dil kullanılıyor. Siyasi iktidar seçim dönemlerinde her şeye rağmen temsil ilişkisi içindeki manevra alanını genişletmek istiyor. O yüzden kullandığı güncel politik dili birebir bilgi hanesine yazmamak lazım. Kapitalist-sanayileşme ve modernleşmeye özgü işleyişin genel eğilimleri içinde bu dili analiz etmek gerekiyor. Günümüzün bence en önemli sorunu -dershaneler tartışmasının da ortaya çıkardığı- güncel politik dili fetiş haliyle bilgiye dönüştürmek. Oysa hele Marksistlerin, muhalif yapıların fetiş formlarının arkasında yatan ilişkiler silsilesini vermesi gerekiyor.


DERSHANE ADALETİ, ORTA SINIF BİR ADALET

Dershane sahiplerinin “biz eğitimde fırsat eşitliği sağlıyoruz” argümanı için ne söylersiniz?
Dershanelerin öğrencilere aktardığı bilginin eğitimle nasıl bir ilişkisi olabilir? Eğitimde hiçbir zaman fırsat eşitliği yoktu. Dershanelerin eğitimde adalet, eşitlik ilkesini uyguladığı söyleniyor. Adaletsiz sistemdeki adalet! Dershanelere gidebilme ancak orta sınıf, gelir düzeyi belirli düzeyde olan aileler için geçerli. Van’da ders verdim, orada bir çocuğun okula gelip gidecek kadar parası yokken dershanelerin eğitimde adalet sağladığını iddia etmek ne kadar doğru? Hakkari’deki, İstanbul’daki yoksulların hangi çocuğu dershaneye gider? Adalet diyorsanız, o adalet orta sınıf adaletidir. Diyelim ki gitti ve Şırnak’taki ailenin çocuğu üniversiteyi kazandı. İstanbul’da okutabilir mi?
Diğer yandan dershanelerin varlığı, eğitim-bilginin içeriğini değiştirmiştir, kapitalizmin pragmatik mantığını bu alanda egemen kılmıştır. Amaç bilgi aktarmak değil sınava uygun paketlenmiş yol-yöntemleri öğretmek. Bu ise sadece dershanelerin yönelimi değil aynı zamanda normal eğitim müfreadatın içeriğini değiştirmiştir. Dershanelere öğrenci yetiştirmek...


PSİKOLOJİK DURUMLARI ÇOK İLGİNÇ OLMALI!

Dershanelerin kapanacağı haberinin, yoksul emekçiler cephesinden olumlu algılanacağını tahmin etmek güç değil. Seçim öncesi bu meseleyi gündeme getirmek aynı zamanda “ne güçlü adam, cemaate bile kafa tutuyor” algısını da güçlendirir mi, ne dersiniz?
İktidar pratiklerinden bahsederken, “aynı zamanda” bağlacını hep kullanmak lazım. Siyasi iktidardan bahsederken seçimlerin varlığı, halktan destek almanın söylemleri açısından önemli. Destek alma zamanlarında tabii ki sembolik yapıya ilişkin bir dizi şey açığa çıkacaktır, bu çok doğal. Çünkü kendileri de dönüşüyorlar. Yaşam tarzlarıyla, yaşadıkları binayla, yaşadıkları ilişkilerle dönüşüyorlar ama içlerinde hala Müslüman olmaya ait idealize bir durum da var. Yani muhafazakarlık var ama pragmatist bir muhafazakarlık. Onu çok iyi biliyorlar. Aslında psikolojik durumları çok ilginç olmalı!
 

ÖNCEKİ HABER

Sağlık sistemi mülteciyi öldürüyor

SONRAKİ HABER

Kabahat sende değil seni sevende!

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...