11 Ekim 2013 06:00

Bu politikanın sonu felaket

Siyaset Bilimci Candaş, hükümetin açıkladığı paketin temel sorunlara çözüm olmadığını söylüyor. Dış politikayı da eleştiren Candaş uyarıyor; “Bu politikaların telafisi mümkün olmayabilir.”

Bu politikanın sonu felaket
Paylaş

Şerif Karataş

Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Görevlisi Doç. Dr. Ayşen Candaş, demokratikleşme paketinin, hükümetin yarattığı beklentiye cevap vermediğini söyledi. Hükümetin çözüm sürecine yönelik politikasını eleştiren Candaş, bu politikanın telafisi mümkün olmayan sonuçlar doğurabileceği uyarısında bulundu. Hükümetin milli görüş çizgisine doğru savrulduğunu da söyleyen Candaş, AKP’nin Suriye politikasıyla da marjinalleştiğini dile getirdi. Candaş’la siyasetin gündemini konuştuk.

Demokratikleşme paketi çok tartışıldı. Siz nasıl değerlendirdiniz?
İçinde demokratikleşmeye, azınlıklara, barışa ilişkin somut fazla bir şey yok. Bir kısmı zaten yapılmış bir haksızlığın telafisi için öneriliyor, Mor Gabriel’in kendisinin olan toprakları geri veriliyor. Aleviler cemevlerine ibadethane statüsü beklerken ve bu temel bir hak iken bir üniversitenin adı, o üniversiteye de sorulmadan değiştirilmek isteniyor. Yine ana dilinde eğitim öğretim hakkı temel bir hakken; özel okullarda yabancı dil statüsünde verileceği ‘müjdeleniyor.’ Paket şu haliyle yetersiz ve beklentilerin gerisinde. Bu paketle kendi tabanına mesajlar verdi. 11 yıldır hâlâ başörtüsü problemini çözemediği için o konuda bir şey yaptı. BDP’yi belki taltif etme amacı olan bir eş başkanlık önerisi yaptı. BDP zaten eş başkanlığı kadının eşit temsiliyeti çerçevesinde algılayıp uygulayan bir parti. Önerilen iki erkekli bir eş başkanlık modeli. İleride Gül’ün yanına başka biri verilecek, AKP’nin kuvvetli başkan çıkarması engellenecek diye anlaşılıyor. Bunlar aslında siyasi hesaplara dayandığını düşünebileceğimiz şeyler. Seçim barajının kaldırılması meselesinin önemini 4-5 yıldır dile getiriyoruz. Kamu vicdanında yer edindi. Herkes barajın kalkmasının ya da Avrupa standartlarına inmesinin demokratikleşme için olmazsa olmaz olduğunu düşünüyor. Böyle bir noktada üç öneri sunmak ve bir tanesinin de barajın aynen kalması olması, bu öneri değil. Diğer ikisi de temsilde adaleti sağlayacak gibi değil. Zaten temsilde adaleti sağlamayan bir sistemi katlayarak adaletsiz hale getirecek bir takım önlemler gibi duruyor.

Bu şekilde, paketlerle demokratikleşme mümkün mü?
Birtakım demokratik açılımlar bu şekilde tabii olabilir, ama hakikaten reform olarak addedebilmemiz için söylememiz gereken tek şey var; Irk, etnisite, ana dil, mezhep, inanç ve inançsızlık, cinsel yönelim, cinsiyet kimliği, toplumsal cinsiyet, engellilik, yaş dahil her türlü farklılığımızdan bağımsız şekilde her ferdin kanun önünde eşit olduğunun belirtilmesi ve fiiliyatta da herhangi bir kesimin eşit haklarını ve özgürlüklerini -özgürlüğü kendileri her nasıl tanımlıyorlarsa- eşit şekilde yerine getirmelerinde bir problem çıkıyorsa, devletin bu engelleri ortadan kaldırmakla yükümlü olduğunun beyanı. Söyleyeceğimiz bir cümleden ibaret, ama biz 11 yıldır bu cümleyi söyleyemez durumdayız.

‘PAKET GENİŞ BİR KESİM İÇİN HAYAL KIRIKLIĞI’

Hükümet kamuoyunda beklenti yaratacak açıklamalarda bulundu. Ancak beklentilerin uzağında bir paket açıklandı... Bunun topluma yansıması nasıl olacak?
Bu kadar kutuplaşmanın olduğu bir ortamda takım taraftarı gibi davranılıyor malum. Ama büyük bir kitle var ki ülkenin demokratikleşmesini istiyor. Bu kim tarafından gelecekse gelsin bekliyor. Bu kesim için hayal kırıklığı yaratan bir tablo oldu. Hani ‘başka bir şey mi bekliyordunuz’, diye sorulabilir ama insan hep ümit etmek zorunda sonuçta. Bu gerçekleşmedi. Sebeplerinden bir tanesi, spekülatif ama belki beklentileri özellikle yükseltip böyle bir paket açıklandı. Belki seçime yakın bir iki şey daha açıklanacak. Reformları küçük parçalara bölerek açıklayacak, belki hakların yavaş verilmesi bir takım kesimlere söke söke aldık hissi verecek.

21. YÜZYILDA HÂLÂ ‘EŞİTİZ’ DİYEMİYORUZ

Hükümetin mevcut politikası çözüm sürecini nasıl etkiler sizce?
Bölgedeki gelişmeler çok belirsiz. Kürtlerin beklentileri barış sürecinde böyle yükselmişken karşılık beklemeden geri çekilmeye girmişken, tabanlarını düşündüğümüzde çok büyük bir hayal kırıklığı yaşanacağı ihtimalinden ve bunun artık telafi edilemeyebileceğinden korkuyorum açıkçası. ‘90’lardan beri barış için çok fırsat yitirildi. Her seferinde gençlerin daha umutsuz ve daha öfkeli olduğunu görüyoruz. Ama biz hâlâ 21. yüzyılda ‘eşitiz’ diyemez haldeyiz. ‘1948, 1967 evrensel hak beyannamelerinde sözü geçen medeni, siyasi, sosyal, ekonomik, kültürel hakları eşit olarak bütün vatandaşlarıma tanıyorum’ diyeceğiz, tüm yapacağımız bu. Kürt meselesi ile Alevilerin huzuru ile başka kesimlerin hayat tarzı endişelerini tek bir evrensel standardı benimseyerek halletmeniz mümkün. Bunu yapamıyor olmak çok tehlikeli bir ortam yaratıyor. Kalıcı barış için demokratikleşme şart. Bu beklentiyi tatmin edecek gelişmeler henüz yaşanmadı. Demokratikleşme adımlarının savsaklıyor olması barış açısından eli güçlendiren bir şey değil.

HÜKÜMET ÖNERGELERİ DİNLEMEDEN REDDEDİYOR

Başbakan ve Hükümet yetkilileri sürekli ‘demokratikleşmenin zor bir süreç olduğunu’ ifade ediyorlar. Gerçekten bu kadar zor mu?
Hayır. Yakın zamanda hem BDP hem CHP demokratikleşme önergeleri verdi Meclise. Önergelerin içeriği dinlenmeden AKP’nin oylarıyla reddedildi. Bu önergelerin içeriğine baktığım zaman Türkiye’nin önünde duran, aslında evrensel hak standartlarında maddelerin Meclisten uzlaşmayla geçeceği bir uzlaşı temelinin varolduğunu görüyorum. CHP, BDP, AKP üçü o demokratikleşme önergelerindeki maddeleri geçirseler zaten meselenin önemli kısmı bitiyor. Yerel yönetim özerklik şartındaki çekincenin kaldırılması bile çözüm sürecini rahatlatır.

KOMŞULARLA ‘BÜYÜK AĞABEY’ İLİŞKİSİ GERÇEKÇİ DEĞİLDİ

AKP iktidara geldiği dönemde dış politikasını ‘komşularla sıfır sorun’ biçiminde formüle etti. Oysa şimdi neredeyse tüm komşularla problemli. Bu duruma nasıl gelindi?
Komşularla ‘büyük ağabey’ gibi ilişkiye girilince ve buna realiteden kopukluk da eklenince, diplomatik ilişkiler gerildi. O yüzden de çok zikzaklı, hiç güven telkin etmeyen, istikrarsız politikalar izlendi. Bir bakıyorsunuz İran’ın dünyadaki en iyi dostu, bir bakıyorsunuz Suriye’nin en iyi dostu, bir süre sonra bakıyorsunuz ikisinin de en büyük düşmanı olmuş. Kerry açıklama yapıyor; Esad’ı kimyasal silahları denetime açtığı için tebrik ediyor. Türkiye buna en fazla tepki gösteren ülke oluyor. Böyle bir görüntü veriyor olmak tuhaf. Esad diktatör. Ama yerini almaya çalışan örgüt çok çok daha kötü bir şey. Çok kültürlü yapıyı koruyacak, katliamlar olmaksızın bir arada tutacak bir ara formül telaşına düştü dünya. Bütün dünya gördü ki çoğunluğu el Kaidecileşmiş direnişe silah vermek bölgeyi ve dünyayı bir felakete belki bir dünya savaşına sürükleyecek.

‘TÜRKİYE’DE DE BİR İÇ SAVAŞ TEHLİKESİ GÖRÜLMÜYOR MU?​’

Suriye politikasının Türkiye’ halkına yansıması ne  odlu?
Örneğin Hatay bugüne kadar Türkiye’nin çok kültürlü gerçeğini en barışçıl şekilde yaşatan harika bir örnekti. Bugünse şehrin yerlisi Alevi’si, Hıristiyan’ı, Sünni’si kime dokunursan bin ah işitiyorsun. Bu tablo ‘gerçekten de mezhepçi bir politika mı izleniyor’ sorusuna zemin hazırlıyor. Bir iç savaş tehlikesi görülmüyor mu? Bu ne kadar endişe verici bir şey. Osmanlı modeli deniyor. Osmanlı modeli denirken Osmanlının acaba hangi dönemi kastediliyor? Bütün bunlar, Yavuz Sultan isminin köprüye inatla verilmesi, hepsi soru uyandırıyor...

TÜRKİYE MARJİNALLEŞTİ

Türkiye’nin Suriye politikası, Rojava’ya ilişkin tutumu ve el Kaideci gruplarla ilişkisine dair ne söylersiniz?
Suriye’nin kuzeyinde yerleşik Kürtler var. Dışarıdan getirilen güçlerle küçük şeriat devletleri kuruluyor bölgede. Öyle olunca Kürt bölgesi Suriye’nin Kuzeyinde Sünnilerin, Alevilerin, Hıristiyanların beraberce yaşayabildiği güvenli bir kurtarılmış bölgeye dönüştü. Orada herkesin mezhebinden dininden bağımsız şekilde güvenliğini tesis eden bir bölgeye yapılan cihatçı saldırıları Türkiye’nin destekliyor olduğu görüntüsü tabii çok düşündürücü. Yabancı basın bu gruplara Türkiye topraklarında göz yumulduğunu öne süren yazılar, Kaideci kimselerle Türkiye’de yapılan röportajlar yayınlıyor. Türkiye’nin Kürtlere karşı el Kaideci olduğu ifşa olmuş birtakım grupları desteklediği iddiası yabancı basında her gün dile getiriliyor. 7-8 yıl evvel Türkiye’de basın, yabancı basını takip ederdi. Yaşanan gelişmeleri görüşleri yansıtırdı. Ama bu bağ şimdi tamamen kopmuş durumda. Yabancı basına baktığımda dehşete düşüyorum. Türkiye müthiş marjinal bir tablo çiziyor. Dünya dehşetli bir merak içerisinde, ‘Türkiye ne yapıyor, el Kaide ile bağlantısı nedir’, diye soruyor. ‘Kara listedeki bir Çin firmasından alınan Çin füzeleri, NATO üyesi olan bir ülkede ne arıyor’, bu mesele de bir infial yarattı. Türkiye basını ise dışa kulağına kapamış, sanki Türkiye tarihinin en saygın durumunda. Realiteden kopuk bir algı. Hükümet birkaç gündür el Kaide ile bağı olduğunu yalanlıyor ama telefon konuşmalarının Başbakanlık ofisinde bile güvenli olmadığı bu ülkede el Kaideci unsurların güvenlik güçlerinin haberi olmaksızın lojistik destek aldığını düşünmek çok zor.

KUTUPLAŞMA SEÇİME DE YANSIYACAK

Demokratikleşme beklentilerinin karşılanmadığı ve çözüm sürecine ilişkin somut adımların atılmadığı koşullarda yerel seçimlere doğru gidiyoruz. Nasıl bir seçim süreci bekliyor Türkiye’yi sizce?
Gitgide daha kutuplaştırıcı bir söylemle gidiliyor seçime. AKP’nin başarısının sebebi çeşitli mağduriyetleri dillendirip bir sürü kesimden oy alabilmesiydi. Şimdi ise gitgide milli görüşçü tabana oynuyor gibi duruyor. O tabanın arzuları ya da o tabanın arzu ve istekleri olduğunu düşündükleri temelde politikalar güdüyorlar gibi görünüyor. Tabii bu tek tipçi, demokratikleşmeden uzaklaştıran bir anlayış. Çok kültürlü bir toplumuz. Ama o çok kültürlülük içinden kendine uygun bir aidiyeti ayırıp ‘aryan’ hale getirip herkese dayatmak çok yanlış olur. Çok kültürlülüğümüz bir vakıa. Bunu tanımazsanız sonuçları ağır olur. Bölge için de felaket olur. Yıllardır söyleniyor. Bunlar aklın da yolu, bunlar çok karmaşık, felsefi meseleler değil. Karşındakinin seninle eşitliğini tanımak, onu olduğu gibi o kendini nasıl tanımlıyorsa o şekilde, eşit özgürlüğünü tanımak, bu arkadaşlığın da ikili ilişkideki yolu. Bir toplumda barışın da kuralı, kendine yapılmasını istemediğini başkasına dayatmamak. (İstanbul/EVRENSEL)

ÖNCEKİ HABER

Mehmed Uzun’u anmak ya da unut(ma)mak!

SONRAKİ HABER

RES dibini aydınlatmaz

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa