11 Ekim 2013 06:00

Mehmed Uzun’u anmak ya da unut(ma)mak!

Mide kanserine yakalandıktan sonra İsveç’teki doktorlarının bir haftalık ömür biçtikleri Mehmed Uzun 2006 yılı temmuz ayında radikal bir kararla Diyarbakır’a dönmüş, Diyarbakır Havaalanına indiğinde “Diyarbakır hayatımın şehridir. Berxwedan jiyane (Direnmek Yaşamaktır). Ben buraya ölmeye değil yaşamaya geldim” demişti.

Mehmed Uzun’u anmak ya da unut(ma)mak!
Paylaş

Şeyhmus Diken

Mide kanserine yakalandıktan sonra İsveç’teki doktorlarının bir haftalık ömür biçtikleri Mehmed Uzun 2006 yılı temmuz ayında radikal bir kararla Diyarbakır’a dönmüş, Diyarbakır Havaalanına indiğinde “Diyarbakır hayatımın şehridir. Berxwedan jiyane (Direnmek Yaşamaktır). Ben buraya ölmeye değil yaşamaya geldim” demişti.
Diyarbakır’da doktorlarının gözetiminde 15 ay süresince dolu dolu yaşadı ve 11 Ekim 2007’de vefat etti. Cenazesi on binlerin katılımıyla Diyarbakır Mardinkapı’daki mezarlığa defnedildi. Tabutunun başında Uzun’un kendi vasiyeti üzerine yaşamı boyunca ‘baba’ diye hitap ettiği ünlü Edebiyatçı Yaşar Kemal, Siyasetçiler Ahmet Türk ile Şerafettin Elçi, Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir’in evsahipiğinde konuşmalarıyla uğurladılar Mehmed Uzun’u.
55 yaşında hayata veda eden modern Kürt edebiyatının öncülerinden usta Yazar Uzun, edebiyatı ile ana dili Kürtçede ısrarın sürgün diyarlardaki sesi oldu. Geride sekizi roman olmak üzere 19 kitap bıraktı. Eserleri birçok dünya diline çevrildi.
1985 yılında Türkiye Yayıncılar Birliğinin “Düşünce ve İfade Özgürlüğü” ödülünü aldı. Daha sonra Berlin Kürt Enstitüsünün “Edebiyat Ödülü” ile Erick Lundeberg ödülüne “İsveç kültür yaşamına katkılarından dolayı” İsveç Kültür Akademisince layık görüldü. Torkmeye Seegerstedt “Özgürlük Kalemi” ödülünü ise “Edebiyat ve sözün özgürlüğüne ilişkin duruşundan dolayı” layık bulundu.
Mehmed Uzun ölüm tarihi olan 2007’den bu yana her yıl dostları, yazar arkadaşları, ailesi ve sevenlerince Diyarbakır Mardinkapı’daki mezarı başında 11 Ekim günü vefat saati olan saat 11’de anılıyor.
Bu yıl Mehmed Uzun’un ölümünün altıncı yılı olması nedeniyle yine mezarı başında anılacak.
Kendi ifademle, “Uzun’suz geçen altı yılın Mehmed Uzun ve edebiyatı adına boşa geçirilmiş yıllar olduğunu” söylemek bir miktar rahatsızlık verici hatta provokatif bir ifade içerse de doğru. Neden diye soracak olanlara kabaca yanıtım şu olacak;
Altı yıl boyunca yılda bir kez bir güz sabahında mezarı başında bir avuç insan toplanarak onu anmaktan başkaca bir şeyler yap(a)madık maalesef. Elbette eleştirinin odağına onun bir arkadaşı olarak en başında kendimi de katarak yazıyorum bu satırları.
Takdir edilmeli ki, zulüm altında inleyen, dili bile yasaklı olan, çocuklarına kendi dilinde ad koyamayan, ana dilinde eğitim hakkı bile olmayan, hele bugünlerde paket diyerek dil hakkı bile “özelleştirilen” kapitalist zihniyetlere karşı; Kürt toplumu gibi toplumlarda Mehmed Uzun gibi Kürt siyasetinin göbeğinden gelip sürgün diyarlarda “Ben artık edebiyat yapacağım, Kürtçe roman yazacağım” demek yürek isterdi. Bir de siyasetin alabildiğince öne çıktığı 1980’li yılların Avrupa Kürt Diasporasında bunları söylemek! Mehmed bütün riskleri, lanetlenmeyi, dışlanmayı ağır yalnızlaştırmayı göze alarak tam da bunları yaptı ve sineye çekti. Sonra peşpeşe Kürtçe romanları çıktı. Önceleri en azından bir iki yıl Kürtçeleri okunsun sonra Türkçeye çevrilsin istedi. 1990’lı yılların sonunda sürgün dönüşü Diyarbakır’a ilk gelişlerinde canlı tanığı benim “Kürtçe eserler ne kadar okunuyor” diye en çok merak ettiği konuydu.
İşte böylesine kültür üzerinden varlık yokluk mücadelesi yürütülürken Mehmed’in o devasa Kürtçe sonra da Türkçeye çevrilen romanları doğdu. Hawara Dîcleyê, Ronî Mîna Ewîne Tarî Mîna Mirinê, Bîra Qederê, Siya Ewînê, Tu ve diğerleri.
En verimli çağında amansız hastalık onu öte yakaya göçertti.
Hastalık sürecinde paylaşmıştı benimle 1945 Mahabad Kürt Cumhuriyeti yıkıldıktan, Qadî Mihemmed dahil önderler asıldıktan sonra Mela Mistefa Berzanî’nin beş yüz peşmergesi ile birlikte Rusya’ya akan “Uzun Yürüyüşü”nün son kalan yaşlı peşmergeleriyle Irak Kürdistanında yaptığı görüşmelerin, kayıtlarının, tuttuğu notların nasıl bir devasa destana dönüştürüleceğini heyecanla anlatmıştı.
Yine James Joyce’un Dublinlileri gibi Diyarbakır’ın 24 saatini anlatacağı bir şehir romanı yazmak istediğini ve diğer projelerini hep anlatmıştı.
Bütün notlarının altı yıldır evinde durduğunu bizzat kardeşi Mahmud önceki günkü görüşmemizde paylaştı. Doğrusu mezarı başında 11 Ekim sabahı ne söyleyeceğimi düşünedururken en başında mutlaka söylemem gerekenin ve dikkat çekmem gerekenin bu nokta olması gerektiğini düşünüyorum.
Evet, Mehmed arkadaşımız 2007 11 Ekimi’nde hayata gözlerini yummuştu. Ardında sekizi roman olmak üzere 19 kitap bırakmıştı. Ama en az da yayımlanmış kitapları kadar notlar, kayıtlar ve malzeme bırakmıştı geriye. Başta da “Hewiyên Aeurbach” kitabının eskizlerini. İşte bu sebeplerle Mehmed Uzun’a borçluyuz diyorum. Çünkü geçen altı yıl boyunca başta yayınevi olmak üzere, ailesi ve arkadaşları olarak o malzemeden hiçbir kitap okuruyla buluşturulmadı. Bu sahiden merak ve tabii ki yazarın mezarında kemiklerini sızlatacak bir durum. Özrü telafi etmek geç de olsa boynumuzun borcudur.
Sizler bu satırları okurken biz dostları arkadaşları mezar başında 11 Ekim sabahı Mehmedin yanında olacağız. Yanında olacağız da! Şunu açık yüreklilikle söyleyebilecek miyiz? Unutulmaya doğru gidiyorsun Mehmed, ne olur bizi affet…

ÖNCEKİ HABER

Tekstil işçisi sendikasını arıyor

SONRAKİ HABER

Bu politikanın sonu felaket

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...