14 Eylül 2013 18:55

Her yer Taksim her yer ‘terörist’!

Gazeteci İsmail Saymaz’la hükümeti, konsepti, demokrasiyi, teröristi, ‘her yer Taksim’i’, tabi, son kitabı ‘Sözde Terörist’i konuşuyoruz.Öncelikle bir uyarı: Bu bir kitap tanıtımı da kitap röportajı da değildir. Ama bu uyarı da hamsinin balık olmaması anlamında bir uyarıdır. Dışarıdan bakınca hem

Her yer Taksim her yer ‘terörist’!
Paylaş

Arif Koşar

Gazeteci İsmail Saymaz’la hükümeti, konsepti, demokrasiyi, teröristi, ‘her yer Taksim’i’, tabi, son kitabı ‘Sözde Terörist’i konuşuyoruz.

Öncelikle bir uyarı: Bu bir kitap tanıtımı da kitap röportajı da değildir. Ama bu uyarı da hamsinin balık olmaması anlamında bir uyarıdır. Dışarıdan bakınca hem hamsidir, hem balık… Son kitabı Sözde Terörist ve yazarı Radikal Gazetesi Muhabiri İsmail Saymaz’la birlikteyiz. Müthiş keyifli bir adam… Günlük ‘mesai’mizin 15. saatinde buluşmamıza rağmen birden enerjiyle dolduk. Davalar, mahkemeler, fezlekeler ağırlığında bir sohbet olur mu derken; hayatın, sıradan insan hikayelerinin, absürtlüklerin, normalleştirilmiş anormalliklerin ‘hafif’liğinde bir söyleşi oldu. İç düşmandan ‘terörist’e dönüşüm, mahkemelerin örgüt yaratma faaliyetleri, günlük yaşamda terörist olabilme potansiyeli, 11 Eylül konsepti vb. konularla bu hafiflik de aslında fena halde ağır… Girişteki kavram tokuşturma bu kadar yeterli. Bakın görün:

Şöyle bir numara var gibi. Sen haberleri patlatıyorsun patlatıyorsun, sonra bir bakıyoruz, kitap yapıyorsun. Öyle mi?
Hepsi öyle değil. Aslında şöyle söyleyeyim. Mesela ‘Postmodern Cihad’, haberlerin ardından yazıldı. Sıfır Tolerans polis şiddetiydi, onlar benim yaptığım polis haberleriydi, ağırlık merkezi Festus Okey’di. Ben onu şöyle düşündüm. Polis Vazife Salahiyetleri Kanunu 2007’de çıkmıştı, 5 yıllık tablo nedir, bunun toplu bir sunumunu yapmak gerekir diye düşündüm. Sözde Terörist de böyle. Özel Yetkili Mahkemeleri tartışıyoruz, bunun sıradan insan üzerindeki tesiri nedir? Odak noktası buydu.

Ya diğer kitaplar?
Hanefi Yoldaş ve Nefret öncesinde çok çalışmadığım konulardı. Mesela Devrimci Karargah davası takip ettiğim ama çok haber yapmadığım bir davaydı. Yani diğerleri kadar ardışık biçimde ve sık sık yapmamıştım. Oğlumu Öldürdünüz Arz Ederim ise 12 Eylül haberleri ve aşağı yukarı hepsinin haberlerini daha önce yapmıştım. Ama şöyle bir şey var. Ben insan hakları alanında çalışıyorum. Sistematik olarak haber yapıyorum. O haberler bir süre sonra bir kitap çalışmasına dönüşmüş oluyor. İki yönü var. Bir, günlük gazetede çalışıyorum, haberleri kitaba bekletemem, günlük yapmam lazım. İki, kitap için haberleri takip etmem lazım. İkisi birbirine bağlı.

Haberleri yaparken buradan bir kitap çıkar diye düşünüyor musun? Yoksa belgeler toplanıyor toplanıyor, sonunda bundan bir kitap olur mu diyorsun?
Sonunda oluyor. Ama onun bir ideolojik üstyapısı olmalı. Kimi köşe yazılarının art arda eklenip kitap yapılması gibi değil. Benim yaptığım da çarpıcı haberlerin art arda eklenmesi değil. Bir bağlam içinde o haberlerden bazılarının bir anlam ifade etmesiyle ilgili bu.

Bir bütünlüğü oluşturması anlamında mı?
Benim bir fikrim var. Art arda yaptığım çalışmalar sonucu; polis şiddeti, ilk baştaki kapkaççılar, teröristler olumsuzlamasına istinaden varlığını bütün bir topluma yaydı. Yani hedef gösterilen kapkaççıdan beyaz yakalıya kadar polis şiddeti herkesi buldu. Bunun altını örneklerle doldurdum. Ya da Özel Yetkili Mahkemeler bir iç düşman kimliği inşa etti. Bu iç düşman olgusu üzerinden her yasal muhalif hareket, terörist ilan edildi. Bu tezin altını dolduran hikayeler bunlar.

‘TERÖRİST’ OLMAK İÇİN SİLAHA GEREK YOK!

Sen bu düşman kimliğinin dönüşümüne epeyce kafa yormuşsun, uğraşmışsın?
Evet.

Bu terörist kavramı zaten fena bir kavram. Demokratik hak ve özgürlükleri savunmak bile terörist olarak etiketlenmeye yetiyor. Şimdi yeni şeyler de oluyor. Durmuş olsa da geri çekilme süreci. Yani ortam karışık. Bugün için terörist kavramının nasıl bir kapsamı var?
‘Terör’ kelimesinin Türkçesi, tedhiş. Fransızca bir kelime. Korkutmak, ürkütmek anlamında kullanılıyor. Literatüre girişi 60’larda Filistin davasına destek için uçak kaçırma vakaları, İtalya’da Kızıl Tugaylar, Almanya’da RAF, Japonya’da Kızıl Ordu vb. eylemleriyle beraber oldu. Türkiye’de ise 80’lerin ortalarıyla beraber dile oturdu. Ondan evvel Kürtler için ayrılıkçı deniyordu. Ama tam olarak kullanılışı 1991’de Terörle Mücadele Kanunu. Bugüne kadar kullanılışı da şiddetin iktidara karşı politik bir enstrüman olarak kullanılması. Buna mahsus, Türkiye yargı içtihadı bunun altını doldurdu.

Nasıl?
Şöyle: Örgütlerin varlığını sürdürmek için hiyerarşiye ihtiyacı vardır. Ve bir şiddet unsurunun olması gerekir. Kişinin örgütle ilişkilendirilebilmesi için somut delillere ihtiyaç vardır. Mesela biyografi sunması gerekir. Somut bağlantılar kurulması gerekir. Bir malzemeyi bir yerden bir yere götürmek gibi somut doneler aranır. Ama bu DGM’lerden Özel Yetkili Mahkemelere geçildiği, TCK ve Terörle Mücadele Kanununun da yenilendiği 2005-2006 sonrasında başka bir hüviyete büründü. Çünkü DGM’lerin kafasında bir terörist tanımı vardı. Bu da anayasal düzene karşı silahla ayaklanmış kişi. Bunu Kürtlerle, İslamcılarla, solcularla doldururdu. Bugün itibarıyla artık silah mefhumunu aramaz hale geldi.

Sözde Terörist de bunun örnekleriyle dolu…
Evet, bir kişinin terörist ilan edilebilmesi için somut örgütün varlığı ve katılımının kanıtlanması gerekir. Yani ben bilmediğim bir örgüte üye olamam. Özgür irademle katılmam gerekir. Bugün itibarıyla değerler değişmiş durumda. Terör tanımlamasının en geniş ve sokağa en çok nüfuz ettiği dönemdeyiz. Terör hiç bu kadar etkin biçimde kullanılmadı. Devlet yeni sahiplerine geçerken hakim ve savcılar, devlete karşı işlenmiş suçların dışında AKP hükümetine ve cemaate karşı işlenmiş suçları da kapsamına aldı.

ÜYESİ OLDUĞUN ÖRGÜTÜ KARAKOLDA ÖĞRENİYORSUN

Geçmişe bir “rahmet okutma” duruma var öyleyse.
Sadece 2007 yılından bugüne terör örgütü üyesi olmamakla birlikte, örgüt adına eylem yapmakla ceza verilen kişi sayısı 4 bin civarında. Bu şu demek: Sen üyesi olduğun örgütü karakolda öğreniyorsun demek. Savcılığa düştüğünde sana örgütünü söyleriz demek. Eski DGM’de kriter işkencedir. Ne aranır, ifade aranır. İfade için işkence aranır. Bugün devlet, tırnak içinde bu tür kırtasiyeciliğe son vermiştir.

Gerek kalmamıştır.
Evet, sen zaten

Katıldığın eylemle, dağıttığın bildiriyle…
Bunların hepsi senin örgüt üyesi olduğunun göstergesi sayılmıştır. Artık senin örgüt üyesi olup olmadığını beyanın ya da somut kanıtlar değil devletin kendi beyanı belirler. Neredeyse kişinin örgüt üyesi olup olmadığı Resmi Gazete ilanına kaldı. Karakolda öğrenirsin kardeşim.

Devrimci Karargah davasındaki gibi.
Evet, mesela o davada bir kadın sanık kendisini şöyle savundu: benim teröristlik yapacak vaktim yok ki, işten sonra fitness salonuna gidiyorum. Haklı kadın. 12 Eylül öncesi Yargıtay’ın içtihadı vardır. Teröristlik içsel bir haldir, o ancak bildiri dağıtma türü davranışlarla dışarıya yansır. Dolayısıyla bu örgüt üyeliğidir. Kişinin ruh durumunu okuyan yaklaşım mahkemelerin temel yaklaşımı oldu.

O zaman psikoloji eğitimi de almaları gerekmez mi?
Ama bunu yapıyorlar. Birçok davada örnekleri var. Ben bu dönemi muhafazakar oligarşi olarak adlandırıyorum. Bunun değerlerine karşı gelen her şeyi terörle mücadele kapsamında yargılıyor ve niyet okumayla mahkum ediyor. Bazen davranış göstermesi de gerekmiyor.

Davranış göstermemesinin de içsel dünyasında ‘terör’ kapsamına girecek bir karşılığı var demek ki?
O zaman şöyle bir yorum yapıyorlar. Telefonla konuşmuşsa bu delil olabiliyor, telefonla konuşmamışsa, İlhan Selçuk örneğinde olduğu gibi, o kadar gizli bir örgüt ki telefonla da konuşmuyor. Eğer bir kişi hakkında terörle mücadele şubesi onun terörist olduğuna karar vermişse, her türlü davranış ve düşünce biçimi terör eyleminin kapsamı altında değerlendirilebilir. Buna uygun her türlü delil yaratılabilir.

Hepimiz istendiği takdirde hızla terörist olabiliriz?
Cezaevine girmenize gerek yok. Bir kere çeşitli tanımlamalarla düşmanınız ilan edilmiş durumda. Ergenekoncu, terörist, bölücü, yıkıcı, solcu, çapulçu...

AKP, artık her şeyi Ergenekon’la bağla eğiliminde...
Zaman zaman Ergenekon... Mesela; Devrimci Karargah davasında örgütün liderinin önce Yalçın Küçük iddia edildi. Sonra baktı ki çok gayrı ciddi oluyor, Doğu Perinçek’i yaptı. Daha sonra bunlar da çok sağcı oldu, Mahir Sayın’ı lider yaptı. Yani değişebiliyor. Devrimci Karargah’ı önce PKK’ye, sonra olmadı KDP’ye kurdurdular. Bunlar artık teferruat görülüyor. Bu mantıkla taslak aşamasındaki kitaplar da yasaklanabiliyor. Bir kişi 4 örgütten de mahkum edilebiliyor. Geçmişte döverek delil toplanırdı, şimdi buna gerek yok. Bir arkadaşıyla yaptığı özel görüşme, bilgisayarından çıkan ‘porno cd’ de kanıt olabiliyor. Mesela 20 yaşındaki bir kızın YAŞ’a komutan atadığı iddia edildi. Babası dindar bir Kaymakam, “Madem YAŞ’a komutan atıyor, beni Vali yapsın” diyor. Haklı olarak soruyor. Cinsel içerikli evraklar, siyasi tutukluların dosyasına konuluyor. Bu dövmekten beter etmektir.

11 Eylül konseptini andırıyor...
11 Eylül konseptidir. Bir polis operasyonudur. Bugün insanların terörist ilan edilmesi, anayasal ve yasal hakların terör eylemi gibi sunulması, kendini ‘ileri demokrasi’nin kurucuları ilan edenlerin iktidarında gerçekleşiyor. Sadece ülke içi meselelerde değil Afganistan, Irak’ta, bugün Suriye’de yaşananlar 11 Eylül konseptinin sonucu polis operasyonlarıdır. Türkiye’de de polis devletine doğru dönüşüm sağlandı.

ALİ İSMAİL KİTAP OLACAK

Ali İsmail Korkmaz davasını yakından takip ettin. Önümüzdeki dönemde bir kitap olur mu?
Erken. Şundan ötürü: Dava yeni açıldı...

Bugün için demiyorum ama şimdiden baktığında bir kitap görüyor musun?
Bir yıl sonrası için olabilir. Arada başka yapacak olanlar var. Benim habere bakışımla kitaba bakışım farklı.

Haberlerin art arda sıralanması değil bir kurgu ve bütünlük sağlamak açısından mı?
Evet... Bir de benim gidip o dosyayı yeniden çalışmam lazım. Sadece Ali İsmail de yapamam. Ethem Sarısülük var, Abdullah Cömert var...

Ahmet Atakan var şimdi?
Evet...

Onu da takip ediyorsun değil mi?
Evet... Abdullah Cömert de orada. İkisini takip ediyorum...

Giderek mi, yoksa uzaktan mı?
Ben 12-13 yıldır bu işi yapıyorum. Ben ulaşmasam da bir dönem sonra onlar beni bulmaya başlıyor. Karşılıklı oluyor bu süreç. Yapa ede o haberin muhatabının sen olduğu düşünülüyor.

BURADA DEĞİL ‘YOLDA’... DUR BİR OLALIM

Taksim Dayanışması örgütü kurulacaktı bir ara... Onu nasıl değerlendiriyorsun bütün bu davaları takip etmiş birisi olarak?
Taksim Dayanışması örgütünü kuracaklardı. Az kalsın kuruluyordu. Bugün, sistem yeni örgüt yaratamıyor. Çünkü ikna ediciliği yok.

Asgari düzeyde olsa da bir inandırıcılık gerekiyor...
Polis devleti konseptinin bir unsuru olarak bugün risk addedilen gruplar cezalandırılıyor. Örneğin gazeteciler, örneğin KCK bağlamında imamlar ya da bayrak satanlar ya da baret takanlar. O an risk kimi gördüyse onu cezalandırıyor. Gezi Parkında bunu çok ve laubali biçimde denediler. Çarşı grubu... Ama toplum o terör algısına ikna edilemedi. Çünkü toplumun kendisi sokağa çıkmıştı. Bu toplumun kendisine terörist demekti.

Hükümetin de işi zor. Örgüt icat edince, ikna etmek gerekiyor...
Gezi’de Taksim Dayanışması örgütüne ikna edilemeyince tekrar sol davalar açıldı. Mesela Köz dergisine yapıldı. Komünist Parti Yolu davası. Şimdi, solda söylesen kimse bilmez. Zaten öyle bir örgütün olması da isim itibarıyla garip olur. Komünist ‘Parti Yolu’... Burada değil hani ‘yolda’... Dur bir olalım... Böyle söyleyince Köz okurları kızıyor ama... Hiçbir silahlı şiddete karışmamış, ya mevcut örgütler adına yazarak ya da kendisi bile öyle bir iddiada olmayan dergi gruplarını örgüt ilan ederek, bu yolu denediler. Bir de Gezi Parkı’ndaki istisnai şiddet eylemlerini buna monte ederek bir örgüt simülasyonu yarattılar. Ancak böyle yapabildiler.

Mücella Yapıcı’yı bir terör örgütü lideri yapsalardı, herhalde bir Aziz Nesin hikayesi daha çıkardı.
Evet. Zaten bizim tarihimizde yok mu? Var. Ama o kadar meşruiyeti vardı ki onu terörist ilan etmek mümkün olmadı.

DOSTANE TELKİNLER

Bu kitapta yer alan davalarla uğraşırken hiç tehdit aldın mı? Ya da “Bak kardeşim, bu işe ne gerek var” diye ‘dostça’ uyarılar?
Erzincan davasını konu alan kitapta doğrudan garip şeyler yaşadım. Bilgisayarımda kitaplar açılıyordu. Facebook’uma ve mailime Amerika’dan girilmişti. Yargılamalara maruz kaldım. Hanefi Yoldaş kitabımda, o kitabı çıkarmamam yönünde dostane de olsa telkinler oldu. Bir ara PostmodernCihad’ı yayınlayabilecek yayınevi bulamadım. Hanefi Yoldaş’ı yazarken telefonla hiç konuşmadık. Basım aşamasında kitapta adı geçen hakim, savcı ve polislerin isimlerini çıkardık. “Sonra başımıza iş almayalım” diye örneğin. Sıfır Tolerans sonrasında çok şikayet ve dava oldu. Sol çevreler tarafından yönlendirildiğim ve maniple edildiğim şeklinde kara propaganda dolaştırdılar.

Maniple edildin mi?
Maniple edilme örneği bulamadıkları için bu dedikodu şeklinde devam ediyor. Bir de kanıksama oldu. 6 kitap olmuş, 12 yıl dolmuş sadece Radikal’de

O HİKAYELER BENİ ÇOK ETKİLEDİ

Kitaplardaki derdin ne? Yani en genel anlamda ne anlatıyorsun?
Benim derdim sıradan insanın hayatını anlatabilmek. Binlerce sayfalık iddianameler, dosyalar... Bunların arasında binlerce sıradan insanın geçmişi karalanıyor, bugünü ve yarını yok ediliyor. Ve bunların bir kısmı avukat dahi tutamayacak durumda. Bana tam da bu anlamda düşen onların arzuhalciiğini yapmak. Görev diyeceksem biri bu. Sıradan insanların devletle düştüğü durumları verebilmek.

Kitaplarda dilin çok yalın ve akıcı. Bu nedenle mi? Bu yalınlık bazı öykülerde bir edebi üslupla da birleşiyor. Mesela şöyle hissettim ben: Ya, İsmail, bu öyküde çok duygulanmış. Öyle mi?
Evet, oluyor. Şana’ınhikayesinde mesela oldu. O hikayede ben de etkilenmiştim.

“Boncuk gözlere” bakarken etkileniyorsun ister istemez...
Ayşe Karakaya’da da mesela çok etkilenmiştim. Ben onunla ilk telefon görüşmemde, 2007 idi sanırım, kitapta yazdığım konuşmasını anlattığında ağladım, konuşamadım. Ben çok az böyle hisse kapılırım. Biraz da yara gören doktor gibi katılaşıyor ya insan. Çok nadiren böyle hisse kapılırım. Onlardan biri de buydu. Ya da Hacı Boğatekin’inhikayesi. Ya da Kürt zannedilip dövülen Arapların hikayesi. Bu yazıya da yansıyor ister istemez.

Yani özellikle “edebiyat yapayım” demiyorsun.
Şimdi, ben işten çıkıp akşam kitap yazıyorum. O akşamki ruh halime de bağlı. Çünkü benim derdim özelde, edebiyat değil, edebi öğeyi haberin önüne geçirmek değil. Derdim, bir meseleyi en açık, en anlaşılır, en cilasız biçimde anlatabilmek. Edebi tat benim için tali bir mesele. Rahat ve akıcı okunurluk önemli.

Gazeteciliğin de etkisi...
Tabi. Zaten gazetecilikte mesele uzatmak değil kısaltmak.

NE ZAMAN GELECEKLER ACABA?

Polis fezlekeleriyle, iddianamelerle, tutanaklarla boğuşuyorsun. Kitabı okurken de seni koca koca tozlu dosyaların arasında hayal ettim nedense. Oysa artık dijital dünya var. Bütün bu karmaşa içinde en çok aklında kalan dava hangisi oldu? En çok “bu ne iştir arkadaş” dediğin dava?
İlhan Cihaner davası. Benim bakışımı da değiştirdi.

“Nasıl bir ülkedeyiz mi” dedirtti...
İnanılmaz bir şeydi. Şimdiki olgunluğumda değildim. Kimse tanımıyor. Hakkında çok az bilgi var elimizde. JİTEM soruşturmasını açmış bir garip savcı. Biz İlhan Cihaner’le bir kez, o da haberi yaptıktan sonra karşılaştık. İstanbul’a geldiğinde. 3 kişi buluştuk. İlhan Cihaner, Ahmet Şık ve ben. Sonra ikisini tutukladılar.

Sen neredeydin, İngiltere’ye falan mı gittin?
Ben hep bekledim. Herhalde sırada ben varım diye. Çünkü böyle bir his uyanıyor. O sıralar Nedim Şener’le görüşüyorum. O da gitti.

Peki, şöyle düşünüyor musun? “Tamam, haksızlık var ama başka işler de olabilir” diye...
Onu çok düşündüm. Düşünmek zorundayım, gazeteciyim. Çok kez dosyaları karıştırdım. Hep olumsuz taraftan baktım ama beni tersi yönde ikna edecek hiçbir veriye ulaşmadım.

Yok diyorsun...
Mesela Hanefi Avcı meselesi. Ben onun düşünce suçlusu olduğuna inanmaya başladım. İçler acısı bir durum. Hiç olmayacak bir insan; cemaat ve AKP arasındaki ilişki nedeniyle düşünce suçlusu oldu.

Kitabı nedeniyle?
Evet. Çok enteresan davalar. Mesela bir davada; hangi yayınları okuyorsun diye soruyorlar. Magazin dergilerini sayıyor. Öyle... Arada almışlar onu yani. “Devrimci Karargah ne ki ayol” demiş.

Nereden bilsinler. Biz de bilmiyorduk ki?
Mesela, Filistinli bir gazeteci, örgütün Filistin sorumlusu olarak belirlenmiş. Adam derdini anlatamadı. Benim bir ara telefon rehberindeki tanıdığım insanların yüzde 10’u tutuklandı. Şöyle oldu: İlhan Cihaner tutuklandı, ardından Ahmet Şık, ardından Nedim Şener; bunlar hep görüştüğüm insanlar. Sonra Zeynep Kuray… KCK davaları döneminde Deniz Zarakolu’nu aldılar. Ben de haber yapmak için Ragıp abiyi aradım. Bana fotoğrafı lazım dedim, bana “Büşra’yı ara” dedi. Aradım, ben haberi yapmadan ikisi tutuklandı. İnanılmaz bir şeydi. Bir bir gidiyor insanlar.

Bu isimlerle aranın iyi olduğu insanlar mıydı?
Evet…

Bir daha görüşmeyelim o zaman…
Mesela; Devrimci Karargah davasıyla ilgili bir avukattan bilgi alıyorum; kocası tutuklandı. Acayip… 2011-12 yılında haber yaptığım insanlar, bilgi aldığım avukatlar birer birer tutuklandılar. Öyle bir ruh hali düşün ki; etrafında tanıdığın herkes birer birer tutuklanıyor ve sen şunu düşünüyorsun: ne zaman gelecekler acaba.

Tabi, şimdi gülüyor eğleniyoruz ama bu fena bir psikolojik atmosfer bu.
Tabi öyle. Ben bir ara annem, anneannemle beraber yaşıyorduk. Anneannem Erzurum-İspir’in köyünden gelmiş. Günlük en önemli aktivitesi namaz kılmak. Annem de aşağı yukarı aynı tempoda. Düşünüyorum; bir operasyon olunca, gelseler namazda mı yakalanacak? Kız arkadaşına, sen pazartesi gelme diyorsun. Niye ise pazartesi operasyon olur diye bir algı var. Bunların hiçbiri olmadı ama bu ruh halini yaşattılar. Bu, o kadar korku verici ki. Binanın önünden panzer geçiyor ayağa kalkıyorsun.

Bir de bu davaları da takip edince, ister ister benzer şeylerin olabileceğini düşünüyorsun.
Bunları trajik şeyler olarak söylemedim. Bunu birçok insana yaşatmışlardır. Ben telefonumdan bir bir insanların eksildiğini gördüm. Hakkında haber yaptığın insanlar.

İSPİR Mİ RİZE Mİ?

Asıl önemli konuya geçmemiz lazım. Dışarıdan bakınca “Laz İsmail” diyoruz. Nedir bu işin aslı?
Erzurum İspirliyim.

Peki, insanları niye aldatıyorsun “Laz İsmail” diye.
Ben Laz İsmail demiyorum ki.

Fotoğrafın diyor.
(Gülüyor) Ama Rize’de doğdum büyüdüm. Benim dedem de Rize’de doğdu. Ekonomik göç. Rize’de 25 bin İspirli vardır. Rize’de İspirli denilen, Erzurum’da Laz diye dalga geçilen bir gruptur bunlar.

Kimseye yaranamıyorsun yani?
Kimseye yaranamıyorum.

Peki, şimdi nerelisin sen?
Rize’de İspirli, Rize dışında Rizeli.

Şu anda Rizelisin.
Ama Rize sınırına girince İspirliyim.

Neyse şu anda hemşeriyiz.
Rize’de doğdum büyüdüm zaten.

Rize şivesi yok.
Erzurum şivesi vardır bende.

Yaşadığın aile-akraba çevresiyle ilgili…
Evet, ama şöyle oluyordu: Evde Erzurum şivesi, sokakta Rize, okulda İstanbul şivesiyle. Rize şivesiyle konuşurum ama birini bulmam lazım.
Fotoğraflar: Can Erok

evrensel.net
ÖNCEKİ HABER

Yeni haziranlar yazmak üzere

SONRAKİ HABER

Bir şehri savunmak...

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...