07 Eylül 2013 16:06

Dolgu kamusal alan olur mu?

Gezi Parkı olaylarıyla birlikte yeni bir “kamusal alan” tartışması başladı. Türkçede “kamusal alan” sözünü farklı anlamlarla kullanabiliyoruz. Bir çoğumuz “kamusal alan” denilince devlet ve devlet ile bağlantılı kurumları anlıyor. TDK “kamusal alan”ı “kamuya ait, kamuyla ilgili işlerin yapıl

Dolgu kamusal alan olur mu?
Paylaş
Dikran M. Zenginkuzucu

Doktora sınıfındaki bir tartışmamızı hatırlıyorum. Hoca ısrarla Arendt’in karşılıklı konuşmayı gerekli bulduğunu ve olmazsa olmaz olduğunu söylüyordu. Benim argümanım ise “Arendt dilsiz birinin kamusal alan dışında kalmasını savunur muydu?​” olmuştu. Tartışmada hocam ağır bastıysa da ben hala aynı şeyi düşünüyorum. Eski Yunan'da yazın ve tiyatronun önemi açık. Tartışma esas olsa da yazınsal ve görsel iletişimi azımsamamak lazım. Aslında düşünürlerin tasvir ettiği ideal bir durumdur. İnsanlar artık Eski Yunan'daki "özgür yurttaş"lar gibi polis'te toplanacak ve tartışacak zamana ve olanağa sahip değildirler. Devlet de tasvir edilen devlet değildir ve hiç olmadı. Bu bakımdan, kamusal alandaki tartışmanın her zaman da ilerici sonuçları olacağından şüphelerim var. Bunun için güçlü bir sivil toplum ve minimum bir devlet öngörmek gerekir. Bu da çok Avrupa-merkezli ve idealize bir düşüncedir. Öte yandan, bireylerin özel alan'a ve ekonomik etkinliklere ayırdığı zaman dışında toplumsallaşması, sosyal-kültürel etkinliklerde bulunması, toplumsal farklılıkların bir araya gelebilmesi önemlidir. Bu birliktelik bazen ve çoğu zaman yoz bir eğlenceden ileri gitmeyebilir ancak günün birinde yüz binlerin yan yana geldiği birliktelikler de doğurabilir. Bundan da en çok otoriter yönetimler çekinir çünkü onlar için farklılıkların bir araya gelmesi, tartışma, değişme değil şekillendirme ve kontrol ön plandadır. Bunun için de şehirlerde mekânlar önemlidir.
O zaman gelelim asıl konu olan mekâna… Artık agora ya da 20. Yüzyıl başı Fransa ve İngilteresi’ndeki kahvehaneler olmadığına göre insanların bir araya geldiği her yer kamusal alan olabilir. Arendt’in de dediği gibi “Nereye gidersen git yanında polisi de götüreceksin” sözü “konuşmanın ve eylemin her an ve her yerde kendilerine yer açtığı katılımcılar arasında bir mekân oluşturabildiği”ni anlatır. Gezi Parkı olayları sonrası insanların oluşturduğu park forumları bunun en biçimsel hallerinden biri olabilir. Şehirler ve kamusal mekânlar için yalnız kamusallık değil görsel boyut, binalar, sokaklar, caddeler belirleyici rol oynar. Bu bakımdan Türkiye’de pek “kamusal alan”lardan bahsedilemez. Beyoğlu ve Taksim bu bakımdan en önemli mekânların başında geliyor.  Beyoğlu’nun tarihsel ve kozmopolit yapısı, sanat ve kültür merkezi oluşu, bunun yanı sıra sıkça yoz olsa da eğlence merkezi oluşu bunu sağlıyor. Gündüzleri iş yaşamı, akşam eğlence ve kültür etkinlikleri, tiyatro, sinema, kültür merkezleri, sivil toplum kuruluşları, iç ve dış göç ile bin bir farklı insanı toplamış çevre yerleşimleri ile Beyoğlu’nda günün her saati bir etkinlik ve etkileşim söz konusudur. Beyoğlu’nun açıldığı Taksim Meydanı ise gerek genişliği gerekse de geçmişi ile siyasi ve iktidar gösterilerinin önemli bir mekânı olmuştur. 1978’de 1 Mayıs gösterilerine kapatılan Taksim 2010’da tekrar emekçi, sosyalist ve demokratlara terk edildi. 2011 ve 2012 yıllarındaki kutlamaların ardından 2013 1 Mayıs’ı öncesi inşaat çalışmaları bahane edilerek Meydan tekrar yasaklandı ve mitingin başka meydanlarda gerçekleştirilmesi istendi. Valinin yaptığı açıklamaya göre Taksim’de inşaat nedeniyle koca bir çukur vardı ve “mevcut şartlarda bu mitingin huzurlu, güvenli ve risksiz bir şekilde yapılması mümkün görülmemek”teydi. Bunun sonucu olarak, polis katılımcıları çukurdan korumak için dövdü, göz yaşartıcı gaz sıktı, hatta bir fişekle başından vurdu. 1 Mayıs’ın İstanbul bilançosu 72 gözaltı, üçü sivil 25 yaralı ve 2 bin kapsül gaz bombası oldu. Oysa 1 hafta sonra şampiyon olan Galatasaray taraftarları çukura rağmen Taksim’de kutlama yapabilmişlerdi. Aslında Meydanın kapatılmasının nedeninin güvenlik olmadığı biliniyor, niyet bir daha Taksim’de 1 Mayıs kutlaması yaptırmamaktı. Başbakan Erdoğan, Parti Grup toplantısında şu açıklamayı yapıyordu; “İki tane miting alanı inşa ediyoruz, artık bu tür yerlerde miting yapmayalım diye. Dün akşam kendilerine söyledim 30 yıl yapılamazken, şu an illa Taksim demeniz bana AKP iktidarına karşı yapıyoruz dedirtir, bundan bunu anlıyorum”.
Beyoğlu’nda ciddi bir rant yattığı, AKP’nin Beyoğlu’ndan bugünkü halkı kovup kendi İstanbul’u için yeniden dizayn etmeye çalıştığı bir gerçek. İşin bir diğer yönü ise iktidar gösterisidir. Her türlü gösteri ve eyleme tahammülsüzlük AKP’nin ustalık dönemi politikası oldu. Gittikçe otoriterleşen bir iktidarın düşünce ve eylemden korkması kadar normal bir şey yok. Ayrıca AKP’de bir “Taksim” fobisi olduğunu da düşünüyorum. Taksim, Gezi Parkı’yla, Anıtı ile, AKM’si ile Cumhuriyet döneminde kurulmuş bir sembol alan olarak görülmektedir. İster Taksim fobisinden ya da Cumhuriyet’in simgesi olduğunu düşündüğü için ister 2012 1 Mayıs’ının görkeminden korktuğundan olsun AKP ve Erdoğan Topçu Kışlası veya yeni AVM’si, rezidansı, Camisi ve yeni Opera binası ile Taksim’i kendi iktidarının simgesi haline getirmeyi planlamaktadır. Bu aslında AKP’nin çevresinde oluşturduğu ve kendi varlığının tabanı olan yeni sermayenin bir iktidar gösterisidir. 1 Mayıs’ın tekrar Taksim dışına sürülme isteği, 1 Eylül’de Barış zincirine karşı Polis’in Savaş zinciri (!) de bu güç gösterisinin birer parçalarıdır. Buna karşın halen Yenikapı ve Maltepe sahillerinde ilki 715 bin ikincisi 120 bin hektarlık iki dolgu alan inşaatı sürmektedir. İBB Başkanı Topbaş’ın açıklamasıyla “İnsanlarımızın günlük hareketliliğini ve aktivite ihtiyacına cevap verecek” ve miting alanı olarak kullanılacak bu alanlar bir anlamda insanları şehrin toplanma mekânlarından uzaklaştırmayı öngören AKP’nin şehir ve toplum tahayyülünün bir uygulamasıdır. İnsanlar bu projesi gibi suni alanlarda toplansa, etkileşmede bulunmasa ve arada sırada gelip slogan atıp gitse ne de güzel olurdu…
Sonuç olarak, AKP’nin bu otoriter zihniyetinin “kamusal alan”lardan çekinmesi son derece anlaşılır bir durumdur. AİHS, Anayasa (34. Madde), 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu ve hukukun genel ilkelerine karşın İstanbul Valisi’nin “kimse kamuya açık bu alanlarda izinsiz gösteri yapamaz” anlayışı ve Başbakan’ın “İki tane miting alanı inşa ediyoruz, artık bu tür yerlerde miting yapmayalım diye…” sözleri Taksim gibi bir simge alanı boşaltıp kitleleri steril bir dolgu alana sürme niyetinin, bir başka deyişle “kamusallık” fobisinin ifadesidir.

ÖNCEKİ HABER

İHD hasta tutsak Kaytan’a özgürlük istedi

SONRAKİ HABER

Operanın ‘öteki’si türkülerin Abdal’ı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...