07 Eylül 2013 14:46

Dersim’den Hewler’e ekolojik yolculuğun eko-jîn hâli

Bisiklet yolculuğu boyunca hemen her akşam, dengbejlerin izini sürerken bisiklet katarımıza katılan Savaş ve Barış Işık adlı ikiz kardeşler aynı uyarıyı yaptı; “Saatlerinizi sabahın üçüne kurmayı unutmayın. Güneş doğmadan manifestomuzu yazmaya başlayalım.” İşin aslı, “Güneş doğmadan yola koyulalım” diyorlardı

Dersim’den Hewler’e ekolojik yolculuğun eko-jîn hâli
Paylaş
Miraz Rusıpı

Eko-jîn kurulduğu günden itibaren kolektifimizin amaçlarını merak edenler benzer sorular sordular: “Neden bir kuruluş bildirgeniz ya da manifestonuz yok?​” Cevabımız hazırdı: Manifestoyu zamanla beraberce yazacağız. “Barışa giden bir yol yoktur, barışın kendisi bir yoldur” der ya Gandhi. Yola çıkarken “Tahakküm karşıtı, ekolojiyle uyumlu adil ve barışçıl manifestomuzu artık yazalım” diyorduk. Bisikletlerimiz ayaklarımızın altından kaydı; kaleme dönüştü. Tohum takası için misafir olduğumuz köy evleri kâğıdımız oldu. Yol boyu gözlemlerimiz ruhumuzu renklendirdi; mürekkebe dönüştü. Mesajımızı eylemlerimiz ve sözlerimizle tanıştığımız her canlıya iletmeye çalıştık. Manifesto yol oldu, bizler ise bu yolcu.
Her yeni güne Diyarbakır Bisiklet ve Doğa Sporları Kulübü’nün usta bisiklet sürücülerinin ardına dizilip bisikletlerimizi pedallayarak başladık. En stresli anımızda dahi bisikletin yaydığı mutluluk hormonu endorfinle neşelendik. Kendi adıma ilk günlerde 5-7 saat bisiklet sürmekte çok zorlandım. Sonraki günlerde bisikletin bedenime yaydığı enerjiye şaştım, kaldım. Her insanın kolaylıkla günde 30 kilometre yol yapabileceğini çoğunlukla kısa mesafelerde kullandığımız araçların neden olduğu kazalara ve çevre kirliliğine dair birçok sorunu bisiklet sayesinde alt edebileceğimizi manifestomuza not ettik.  
Yolculuğun ilk durağı 1938’de yakılıp yıkılan Dersim’de şimdi de altın madenleri, toprağın canına kast etmişti. Munzur, Pülümür Nehri ve Peri Suyu’nun kıyısında yemyeşil ışıldayan toprak, baraj seti sonrası çoraklaşmış, 30 yıl sonra bataklığa dönüşecek ruhsuz göllere dönüşmüştü. Munzur Vadisi Milli Parkı’nda ormanların korunduğuna ilişkin herhangi bir ibare göremediğimiz gibi, askeri birlik çevresi yakılan ağaçlar yüzünden kapkaraydı.
Yakın zamanda katliam yapılan Roboski’den doğan Hezil çayının üzerine güvenlik barajları yüzünden su akışkanlığını kaybetmiş çamura bulanmıştı.  Hemen her yerde kömür ocakları vardı. Köylülerin anlatımına göre bir gün öncesinden ateşe verilen askeri birlik çevresindeki ağaçlar, biz oraya vardığımızda hala yanıyordu.

DOĞAYI YOK EDENLER İNSANA DA KIYMIŞTI

Güney Kürdistanın Barzan bölgesinde Enfal katliamında 8 bin insanı öldüren Saddam Hüseyin yönetimi, bir baraj gölünü ilk defa silah olarak kulanmış, Dokan Baraj Gölü’nün kapaklarını açarak binlerce Kürdün çamur altında kalarak yaşamını yitirmesine neden olmuş, ayrıca binlerce hektar ormanı yakmıştı. Katliamların yapıldığı coğrafyalarla ekolojik yıkımların yapıldığı topraklar paralellik gösteriyordu.  Doğayı yok edenler her defasında insana da kıymıştı. Diğer taraftan katliamlar yaşansa da tabiatın korunduğu Amediye’nin Laleş’in Şaklawa’nın köylerinde Ezidiler, Hristiyanlar ve Müslümanlar bir arada sorunsuzca yaşıyorlardı. Doğayı korumakla yaşamı kollamak aynı şeymiş; öğrendik ve de yol manifestomuza ekledik.
Yolumuz sabah bisikletle başlayıp öğle siestayla bitmiyordu. Bisikletlerimizi park edince bitki çeşitliliğini yok eden, insan bedeninde türlü hastalıklar üreten ayrıca kısır olduklarından çiftçiyi uluslararası şirketlere muhtaç kılan,  hibrit ve GDO’lu tohumlara karşı evladiyelik tohumları terkimize katıp köylere gidiyorduk. Köy sohbetlerimizde tanıştığımız her bir aileyle sıcak ilişkiler kurduk. Bizlere uzattıkları tohumların yanına telefon numaramızı ekleyip takasımızı yaptık.
Eski anlatılarda ve dengbejlerin, klambejlerin sesinde yerli toplumların binlerce yıl ayakları üzerinde kalmasını sağlayan sürdürülebilirlilik yöntemlerinin izini sürdük. Kimi kez bir strana takıldık. Hasankeyf’in Şikefte köyünde bize yoldaşlık eden Dengbej Muzzaferi Celdeki’nin klamını dinlerken bu benim dedemin öyküsü deyip ağlayan neneyle beraber bin bir kahramanlık, beylik ve aşk hikayesinde takılı kaldık.  
Kimi zaman modern tıbbın hastalık üretmekten başka bir işe yaramadığını düşündüğünden on yedi yıllık mesleğini bırakan Dr. Ali Uçarman’ın karşısına geçtik. Yoldaş doktorumuz; “Ruhunuzdaki korkunç acılara merhem olamam ama en azından fiziksel yaralarınızı iyileştirmek için merhem yapımını öğretebilirim,” deyince  Roboskili köylülerle birlikte merhem yapmayı öğrendik.

BARZAN’DA YÜZ YILDAN BERİ AĞAÇ KESİLMİYOR

Habur sınır kapısından sonra sanayileşmemiş bir ülkenin parsellenmemiş vadilerinden ormanlarla kaplı dağ kentlerine tırmandık. Barzan bölgesinde yüz yıldan beri ağaç kesmek yabani hayvan öldürmek yasak dediler. Dağ keçileri ayağımıza kadar gelince inandık. Laleş’in Êzidi halkının sadece nisan ayının üç günü kuru ağaçları toplamak için ormana gidildiğini, bu üç gün dışında ormandan kuru dal bile almadıklarını öğrendik, şaşırdık. Bir buçuk milyonluk bir kentin tümünün tek katlı ve bahçeli evlerden oluşabileceğini Hewler’de gördük. Ekolojik kentlerin aslında kültürümüzde ve geçmişimize kazılı olduğunu, Avrupa’dan model almak yerine kendi özgün yapılarımızı incelememiz gerektiğini manifestomuza ekledik.
Dersim’den Hewler’e mağara evlerinde de ağırlandık,  parlamentoda da.  Hep aynı sabırla izleyip dinledik çevremizdekileri.  Evladiyelik tohumlar için tohum bankasının gerekliliğini anlattık. Ekolojik köyler kurmak için çaba harcanmalı dedik. Yenilebilir peyzajı, kent bahçelerini, kentte permakültür uygulamalarını, bisiklet yollarını, toplu taşımayı anlattık. TOKİ’lere karşı Ekolojik ve kolektif evlerin mümkünatından söz ettik. Çöpten kompost ve enerji üretimi yapan sürdürülebilir ekolojik kentleri örnek gösterdik.  Belediye başkanları, milletvekilleri, Peşmergeler, muhtarlar her defasında sabırla dinlediler bizleri. Mütemadiyen  “Sözleriniz bizleri cezbediyor hem bizler de ekolojistiz” deyip eklediler: “AMA Kürtler genel olarak yoksul bir halk. AMA Kürtler çatışmalardan savaşlardan henüz çıktılar. AMA doğru dürüst yollarımız yokken bisiklet yolları inşa etmek şimdilik zor. AMA belediye başkanlarımız hala tutukluyken. AMA federal bölgemiz her an işgal edilme tehlikesi altındayken ekoloji bizim için lüks.” Tüm bu amalara karşı birkaç soru sorduk; “Kürt kentlerinde devasa alışveriş merkezleri, siteler ve otelleri yapan müteahhitlere siz hiç ‘Bizler fakiriz, savaş tehlikesi altındayız, yatırımlarınızı başka yerde yapın’ dediniz mi?  Ulaşım sorununu çözmek için milyonlarca dolar ödediğiniz asfalt yollar yaparken ‘Biz bu yolları savaştan sonra yapalım’ diye düşündünüz mü? Yoksullukla mücadele adı altında insanların iradelerini kırıp siyasi fraksiyonlarına bağlamak için kasaba, köy gezen sözüm ona yardım derneklerinin yerine yoksulluğa karşı suyla havayla toprakla işbirliği yaptınız mı?​” dedik.
Sorularımızın ardından gelen sessizliği saygıyla solukladık. Ne de olsa büyük sözlerle yazılmış bir manifestodan çok, sorular sonrası düşünmeye adanmış o sessizlik anı için yoldaydık.
*Eko-jîn Kolektifi

ÖNCEKİ HABER

"İstanbul Olimpiyatları kaybederse..."

SONRAKİ HABER

Facebook: bir mahremiyet cehennemi mi?

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...