Üniversite kendi derûnuna baktığında: İşte direniş!
İçerisinde bir hayli eşitlik ve demokrasi, emek tarihi, sendikalar ve sınıf, toplumsal cinsiyet, örgütsel psikoloji, milliyetçilik gibi konular ‘eleştirel ‘yabancı/ithal’ teorisyenler eşliğinde’ çalışılan bir Vakıf Üniversitesi’nin eski bir çalışanı olarak, ‘içerisinde’ ve ‘derûnunda’ kavramları arasındaki farkı, üniversitenin kâr amaçlı bir üniversite şirketine satışı sonrası örgütlenmeye çalışırken, örgütlenmenin birden, büyülü bir şekilde ortaya çıkardığı o yeni kimya ve ışık içerisinde farkına vardım. Üniversite kurumu dışında geniş toplumda etnik, dini, toplumsal cinsiyete ve nesle dair ve sınıfsal eşitsizliklerde çoğu zaman bir saniye bile düşünmeden imza kampanyası metninin ‘enter’ine basıverenler, hayatını yurt içi ve dışı konferanslarda ‘Türkiye’de demokrasi, eşitlik, emek tarihi, sınıflar, sendikalar, sosyal hareketler, milliyetçilik...’ sunumları yaparak geçirenler, kurumun ‘derûnunda’ ortaya çıkan açık çelişkilerde varolan veya devir sonrası dayatılan sınıf, statü, yaş, erk, kariyer hiyerarşilerini kurmak ve korumak için şahtan şahbaz, tilkiden kurnaz, hak savunusu konusunda binnaz oluveriyorlardı. Bu hiyerarşiler çoğu zaman akademinin ürettiği ürünün kalitesi ile, yani içerik ile yani akademinin hâli hazırda geçerli meşruiyet zemini ile ilişkili değil idi. Bilgi Üniversitesi’nin, Laureate Education Inc.’a devri sürecinde yaşanan adaletsizlikler, herhangi bir başka kurumda yaşanan ‘gücün ölçeğinin değiştirilmesi’ sonucunda ortaya çıkan sosyal acılardan farklı değildi: Bu sürecin yol açtığı, çalışma psikopatolojisinde ‘çalışma acıları ve korkuları’ tabir edilen hisler, farklı, hatta bazen iç içe geçen insani refleksleri harekete geçirdi: uyum, biat, fırsatçılık, korku duvarını aşacak kadar birbirine sokulma, yeni bağlar ve ağlar kurma...Bu kısacık süreçten çıkardığımız, bu süreci anlamak için refleksif, derûna bakan, akademinin dışarıya akademik ürün üretmek için kullandığı araçları kendine döndürüp uygulayan bir çerçeveden ne kadar yoksun olduğumuzdu: Bir başka tabir ile ‘nesneleştirilenlerin nesneleştirilmesinden’...
İLK VAKIF ÜNİVERSİTESİ’NDEN BUGÜNE
Bu ‘derûnuna bakamama’ süreci o kadar kurumsal ve sistematik bir boşluk ki, Türkiye’de ilk vakıf üniversitesi bundan neredeyse 30 yıl önce kurulmuş olmasına rağmen (Bilkent, 1984) bu konuda da bir adet monografi bile elimizde bulunmamakta. Bugün itibarıyla sayıları neredeyse 70’e ulaşmış, bunların yarısından çoğu son on yılda, yani ‘müstakar liberal tek parti yönetiminde’ açılmış vakıf üniversitelerinde akademik, idari ve teknik personel olarak yüz bine yakın insan çalışmakta. Yalnızca her kademeden akademisyenlerin sayısının yirmi binden fazla ‘olduğu düşünülüyor’. Peki ya çalışma koşulları? İşi gücü analiz etmek, ışık tutmak, açığa çıkarmak olan akademinin derûnundaki bu ‘kara kutu’ neler barındırıyor?
Türkiye’de akademinin kurumsal tezahürlerinden biri olan vakıf üniversitelerindeki kara kutu olan çalışma koşullarının, bunu dile getirenlerin ‘uyumsuz’, ‘şık olmayan’, ‘bilim adamının’ elini eteğini dünya işlerinden çekmiş o yüce duruşunu uyum sağlayamıyor şeklinde algılanıp dışlanma riskine rağmen meşru ve yüksek sesli bir şekilde dile getirilebilmesi ancak 2010’larda mümkün oldu desek yanlış olmaz. Önce Bilgi Üniversitesi’nin bir kâr amaçlı üniversite şirketine devri sonrası örgütlenmesi, daha sonra Maltepe Üniversitesi’nden akademisyenlerin anlaşmalarının uzatılmayarak işten çıkarma yönetimine karşı birbiri ardına idari yargıda açtığı davalar, Bilkent Üniversitesi’nde burslu öğrenci statüsünde çalıştırılan bir araştırma görevlisinin iş tespit davasını kazanarak, yaptığın işin iş olduğunu kanunen ispat ettirmesi, akabinde Koç Üniversitesi’ndeki çoğu Sarıyerli taşeron temizlik işçilerinin işten çıkarmaya karşı direnişi ve tüm üniversite mensuplarını arkadan sürüklemeleri, sonra Sabancı Üniversitesi burslu öğrencilerinin oluşturduğu asistan dayanışması, şimdi Yeditepe Üniversitesi Asistan Dayanışması...Ve 2010’dan itibaren bu çabaların yavaş yavaş birbirine yaklaşması, birbirine bakarken, dayanışırken, akademinin de derununa, halesinin gerisine saklanmış kara kutusunun yavaş yavaş açılması.
Bu yazıyı tüm vakıf üniversitesi çalışanlarını, çok mütevâzı, elzem ve en güzeli de insanın ruhuna, aklına, onuruna iyi gelen bir şey yapmaya davet ile bitirmek istiyorum: Vakıf Üniversitesi Emekçileri Dayanışma Ağı’nı kuralım. Dünyanın tüm kalanına dair lâf, tez, teori, söz üretirken, kendi derûnunuza yabancı kalmayalım! Hayatın her alanında olduğu gibi burada da: Gerçek olan bütündür.
Not: Karaburun Kongresi’nde 5 Eylül Perşembe günü 9-11 saatleri arasında özel bir Vakıf Üniversiteleri oturumu gerçekleştirilecek. Akabinde vakıf üniversitesinde çalışan arkadaşlar açık bir forum gerçekleştirmek istiyorlar.
* Mimar Sinan Üniversitesi
[email protected]
Evrensel'i Takip Et