29 Ağustos 2013 18:53

Tarsuslu köylüler HES istemiyor

Serap Kiriş

Biz çocuklarımıza yaşanabilir bir doğa bırakacağız” diyen Boğazpınar köyü halkının anlattıklarını yerinden görmek için bu hafta köylerine gittim.
Köylüler Karasu ırmağı üzerinde yapılacak bir HES istemiyorlar. Nedeni açık, yitirilmeyecek kadar muazzam bir doğası var. Başınızı göğüne çevirdiğiniz zaman sizi çivit mavi içine çekiyor. Güneşten kavrulmuş kayalarının üzerinde ona inat büyüyen yaşam simgesi ağaçları ciğerlerinize kök salıyor sanki. Binbir meyve ağaçları ve binbir tür çiçekleri etrafa kokusunu salarken sizin damarlarınıza zerk ediyor. Biz “şehirlilerin” hasretinde kaldığımız doğa güzelliği ile beton yığınları arasında çürüttüğümüz bedenlerimiz orda yeniden ruh buluyor. O vakit belki de çok zaman kısacık haberlerde karşılaştığımız sorunlardan birine dikkat kesiliyoruz... HES’ler!
Oturup hal hatır edince köy halkı ile anlatıyorlar meramlarını. HESlerle birlikte köylerinin nasıl bir değişime uğrayacak olmalarından haberdarlar. Çünkü onlar ateşin içindeler. Çünkü bağları bostanlıkları hayvanları kendi yaşamları oradaki coğrafya ile şekilleniyor. Gelecek olan HES ile salt doğası değil yaşamları da altüst olacak. Bir “şehirliye” abartı gelecek derecede de kaygılılar. Haksız da sayılmazlar.
Düşünün hele. HES geldi, binlerce ağaç kesilecek. (Kesimler başlamış bile). Bu kaynaklarla beslenen alanlar, hayvanlar, değişecek olan iklimle birlikte yeniden şekillenecek insan yaşamları ise kimsenin gözünde değil. Herkes muasır medeniyet seviyesine diktikleri “ucubelerle” yükselecekleri yanılgısında. Herkes  “oh ne güzel artsın HESler, yurtdışına bağımlılığımız kalmasın” çığırtkanlığında. Mesele sadece elektriğin elde edilmesi olsa. Kurulan bu yapılarla birlikte yetiştirdiğin ürünün mevcudiyeti değişecek, doğanın sana bahşettiği cömertlik birilerinin tekelinde olacak. Bütün bir yıl canhıraş çalışıp didindiğin, çocuğundan yeğ tuttuğun mahsülün-toprağın bu sistemin içinde değişecek. Sofrandaki ekmeğin tadı daha da acılaşacak.
A canım kardeşim, sana anlatmadılar mı ilkokulda doğanın ne denli özel bir canlı olduğunu, kırılgan olduğunu. Bindiğin dalı kestiğinin nasıl farkında olmazsın? Elbette olmazsın-çünkü öyle yabancılaştırmış ki maddiyatla örülü yaşamlarımız seni aslında ait olduğun doğana. Her şeyin en iyisini hak edenin sadece sen olduğuna öyle inandırmışlar ki seni, öyle büyük bir bencilliğe itmişler ki seni, yitirdiğin doğanın gittikten sonra dönüşünün asla olamayacağını düşünmene bile fırsat vermemişler. Büyükbabam bana “Doğa ondan rızasız aldığın her şeyin karşılığını eninde sonunda senden alır-senden alamaz ise torunlarına kadar bekler. Ama ne yapar eder alır.” derdi.
Boğazpınarı halkı yedikleri acı ekmeğin tadıyla farkındalar aslında nasıl HESlerin bir verip bin aldığının. Ve onlar çocuklarını düşünüyorlar. Çocuklarından daha önemsedikleri topraklarını...  Dertleri ne para ne de sözüm ona medeniyetin temsili sayılan şeylerde. Onlar artık doğanın insan ömrü kadar kıymetli olduklarını, onun hükümranlığındansa onunla aynı özü taşıdıklarının farkında. Çünkü yitirdikleri her bir doğallığın onları köklerinden, insanlığın var oluş sebebinden, paylaşmaktan alıkoyduğunu görmüş. Birilerinin daha çok kazanıp onların yaşamlarından parçalarını çaldığını anlamış. Çalınanın ise bir kez daha yerine koyulamayacak kadar kıymetli olduğunu…
Her şey o denli hızlı gelişiyor ki yeryüzünde, edindiklerimize bakmaktan, onların şaşasına kapılmaktan yitirdiklerimizi göremez olduk. Karasu üzerindeki bir tahta parçasının savruluşu gibi savrulduk bir yana ve uzaklaştık diğer bir parçamızdan.. .
Asıl yurdumuzdan.
Doğamızdan..
Köklerimizden..

Evrensel'i Takip Et