03 Ağustos 2013 17:35

Hangimiz özgür oluruz?

Herkes Tek Başına Ölür”, Hans Fallada’nın Nazi Almanyasını konu edindiği dünyaca ünlü romanlardan biri. Fallada romanının yayınlandığını göremeyecektir. Romanın birçok dile çevrilip günümüzde hala okunmasını sağlayan etkeni muhteşem kurgusunun yanında konuyu ele alış, aktarış biçimi ve insanlara

Hangimiz özgür oluruz?
Paylaş
Ayşegül Sağlam

Fallada, ahlaklı olmanın ölçütlerini, konu ettiği küçük insanların yaşamları ve tercihlerinde arıyor. Nazi yönetiminin yarattığı toplum, herkesin birbirini ihbar ettiği, gözetlediği, kardeşin kardeşe güveninin olmadığı hastalıklı bir toplumdur. Faşist rejimin altındaki Almanya’da işler hiç de kolay değildir. Yaşamın keskin sınırları vardır. Eğer yaşamak istiyorsanız yapılanların halk adına yapıldığına inanıp Führer rejimini desteklemeniz gerekiyordur. Bu karanlık tablo, birçok kişiyi umut etmekten ve mücadeleden vazgeçirir. Halkın ensesinde her an soluk alan bir Gestapo aygıtı ve onun yarattığı jurnalcilik/muhbirlik kültürü vardır. Ahlaki sorun yumağı buradan başlar. Korkuları insanları esir alır. İnsanlar Nazilerin yaratmak istediği toplum idealine hapsolmuştur. Bu karanlık tablo roman boyunca peşimizi bırakmaz.

Ancak bütün yaşanılanlara rağmen romanda umut kapısı aralanmakta, insanın yaşama tutunmasını sağlayan umut bizlere Quangel çiftinin tercihlerinde gösterilmektedir. Onlar bu zorbalığa boyun eğmeyen özgür iki insandır.

Fallada, romanını Gestapo dosyalarından öğrendiği gerçek bir yaşam hikayesinden yola çıkarak kurgulamış. Quangel çifti günlük yaşamda hepimizin karşısına çıkabilecek sıradan insanlar. Otto Quangel fabrika işçisi, Anna ise Nazi’nin kadın kollarında çalışma yürüten biri. Akıntıya kapılmış bir şekilde yaşamlarını sürdürürken, yaşamlarını asla dünkü gibi sürdüremeyecekleri bir haber alırlar. Oğulları cephede ölmüştür. Ancak bu ölüm, onları yaşamın gerçeğine kavuşturur. Artık yaşamanın tek bir anlamı vardır: Führer’ in yaptıklarından insanları haberdar etmek... Çiftin Hitlere karşı tek silahları aleyhine yazdıkları ve küçük insanların yaşadığı mahallelerde dağıtacakları kartpostallar olacaktır. Bu kartlar herkesin Führer’e boyun eğmediğini, ona karşı direnenlerin de olduğunu gösterecektir.

İşleri zordur, bunu bilirler, ama vazgeçmezler. Çevrelerinde Gestapo’nun acımasız memurları ve onlara boyun eğen bir sürü gammaz vardır. Yaptıkları bu eylem destek görmeyecektir. İnsanlar arkasına partiyi, orduyu alan Führer’e karşı verilecek bu savaşın anlamsız olduğunu düşünür. Otto Quangel verdikleri savaşın değil de tercih ettikleri yöntemin yanlışlığını sorgusunda verdiği ifadelerde dile getirecektir:

“İşlemiş olduğum suç mu? Ben suç filan işlemedim! Tek suçum, kendimi çok akıllı sanmam ve her şeyi tek başıma yapabileceğime inanmam oldu. Şimdi biliyorum, insan tek başına bir hiçtir... İşte bu nedenle cezayı hak ettim. Gerekirse ölmeye bile hazırım...”

İlk kartpostala “Anne, Führer oğlumuzu öldürdü” sözleri yazılır. Dağıtılan kartlar iki yıl boyunca şehirde gezinir. Kartları bulanların birçoğu okumadan ya çöpe atar ya da Gestapo’ya ulaştırır. Ama çift için bu önemli değildir. İster polis ister yönetici olsun birilerinin bu kartları okuması onları amaçlarına ulaştıracaktır. Gestapo bu işin arkasında hangi örgütün olduğunu bilmek için yoğun bir uğraş içine girer. Artık can sıkan ve iki yıl süren bu kovalamaca bir ihbar üzerine Quangellerin yakalanmasıyla sonuçlanır. Sorgu memuru “Siz Führer’le savaşacağınızı mı sanıyordunuz? Biliyor musunuz, bu bir farenin bir fille savaşmasına benziyor” demesine Otto Quangel’in yanıtı şöyle olacaktır: “Siz bunu hiçbir zaman anlamayacaksınız! Bir kişi mi savaşır, on bin kişi mi, bu hiç önemli değildir! Eğer elime bir olanak daha geçerse yine savaşırım, fakat o zaman başka türlü verirdim savaşımı...”
İki yıl önce okuduğum bu roman beni fazlasıyla etkilemişti. Nazi Almanyasındaki bu tablo ülkemizle birebir örtüşmese de benzeyen yanlarını görmek mümkün. Yürütülen kirli savaşın sonuçlarını, yarattığı tramvayı yaşadık ve yaşıyoruz. Yaratılmak istenen baskı ortamının ve kültürünün izlerini hepimiz görüyoruz. Gezi eylemleriyle başlayan süreç beni bu roman üzerinde bir kez daha düşündürdü. Koşullar sertleştikçe, mücadele büyüdükçe devletin baskısının ve baskı aygıtlarının pervasızlığının nerelere varacağına hepimiz tanık oluyoruz. Şimdi polisin ülkede estirdiği terörün Nazi Gestaposuna benzemediğini hangimiz söyleyebiliriz. Ya ardından yapılan tutuklamalarla yaratılmak istenen korku ortamı. En son gündeme getirilen ve oluşturmak istenen “Sırdaş Polis İhbar Noktası Projesi” ile insan haklarının nasıl da hiçe sayılmak istendiğini ve Nazi Almanya’sındaki gibi hastalıklı bir toplumun oluşturulmak istendiği. Bu uygulamanın Başbakanın tencere tava çalan komşularınızı “ihbar edin” çağrısının hemen ardından devreye sokulduğunu da biliyoruz.

Bugün bizler de Fallada’nın sorgulatmak istediği ahlaki sorularla başbaşayız. Herkes Tek Başına Ölür romanı sadece dönemini değil günümüzü de anlatıyor. Ve küçükte olsa verilen mücadelenin bizi nasıl da özgürleştirebileceğini...

ÖNCEKİ HABER

İşçileri davayı kazandı

SONRAKİ HABER

Didim ekmek zammının peşinde

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...