Sonrası
“Masallar neden en güzel yerinde biterler? Sonra ne olur bilinmez. Biz de masallara göre sona geldik. Peki ya sonra?”
Özcan Deniz Gezi Direnişi’ne aşkla bağlandı mı bilemesek de, biz tam da aynı sözleri sorar olduk tarihin en güzel, 2013 yılının yegane Haziranına?
Peki Ya Sonra?
Gezi direnişi, kendini bulmayışları 1980 sonrasına denk geldiği için bir türlü isyan edememiş birden fazla nesli sokağa döktü. 12 Eylül’e 15 yaşında giren 1965’lisi de, günümüzün 15 yaşındaki 1998 doğumlusu da aynı Talcid ile gözünü yıkadı günlerce. (Kaş yapayım derken, kalp kırmayayım. 1962 doğumlu Sırrı Süreyya Önder de, çok daha olgun abla-abilerimiz de, Gezi direnişiyle aynı mevsim doğmuş kundaktaki kardeşlerimiz de seslerini, renklerini kattılar direnişe. Pareto’ya selam olsun, direnişin sokağa çıkardıklarının %80’lik dilimi 15-50 yaş grubundandı diyerek, bağlayayım konuyu.)
Gezi öncesinde muhalefetin bir köşesinden tutmuş insanlar ve kurumlar heyecan ve merak içinde, -alışılageldiği üzere- sonraki bölümü görmeye çalışıyordu. Sokağın pek nadir kazandığı, kelebeğin kanat sesinin ertesi güne genelde erişmediği ülkeydi burası. Öyle ya, bir yandan direnişin büyük çocukları bile TEKEL işçileri dahil pek az sınıfsal mücadelenin ve birkaç cezaevi direnişinin haricinde sokak kazanımı hatırlayamıyordu. Öte yandan bu sefer sokak da harbi sokaktı. Taa Beylikdüzü’nden Antakya’ya her yer mi Taksim olurdu arkadaş…
Devlet ise hiç bu kadar farklı yönden sıkışmamıştı. Tarih boyunca. Her bir akıl, iktidarın geri adım atmasının doğruluğunda hemfikirdi. Devletin kendisi hariç. Devletin istikrarlı kaba kuvveti, sürekli tutarsızlığı bu kadar insanın sokakta inadına direnmesini kendiliğinden açıklıyordu. Kalpsiz ve akılsız bir iktidar istemiyordu insanlar. Demokratik bir ülkede, polis memurundan başbakana kadar bir çok kademede kamu görevlisinin istifa edeceği vicdani eşikler her gün bir daha aşıldı. İktidar ise her kimin öğretisiyse kopmamacasına sarıldığı “dik durma” dışında hiçbir konuyu dert etmiyordu. Başka bir ülkede ana muhalefet partisinin hayal bile edemeyeceği iktidar karşıtı tepkiye şahit olan CHP ise direnişin ışığı güçlendikçe önce şaşkınlaşıp görmez oluyor, sonra ise hepten paralize olarak dengesini yitiriyordu.
Kısacası belli oldu ki, filmimizin özgün senaryosunu oyuncuları oluşturacak, sonrasını belli kihem yazıp hem oynayacaklar. Amacımız Gezi’de yaratılan dinamizmin nereye doğru gideceğini görmek değil mi? O zaman ipuçlarını yine Gezi’de arayacağım. Gezi’nin halihazırdaki karakteristiği, sonraki adımlarda bize yol gösterir illa ki. Oldu ki göstermedi, fena mı? Gezi’de olup biten renkleri bir daha gözümüzün önünden geçirmiş oluruz.
Gezi’nin ana omurgası ezber bozma idi. Kırmızılı kadının biber gazına karşı kayıtsız tepkisi de, dozerlerin önündeki Sırrı Süreyya da bu toprakların muhalefet kültürünün tüm tekrarlarını aşıp yepyeni motifler yaratıyordu. İçinde sabır ve direnç olan. Milyonlar toprağa verdiği her kardeşinde tekrar diriliyor, yenileniyordu. Ezber bozma rekoru direniş boyunca her gün bir kez daha kırıldı. Duvardaki mizahi sloganlar, mizahi sloganların içindeki cinsiyetçi küfürleri silen kadınlar, duran insanlar, “Sık Bakalım” tezahüratları ezber bozdukça direniş güç, moral ve renk kazandı. Muhalefet yeni nesilden “bağzı şeyler” öğrendikçe kendisini renkli ve değişken kılmayı başardı. Devletin “Gezi Parkı’nda sadece gexzilir” seviyesindeki bürokratik tekdüzeliğini, insanlar “Her park Gezi Parkı’dır o halde” diyerek çok üstün bir harekete dönüştürdüler. Yenilmez bir biçim aldı hareket. AKP çaresiz kaldı bu hamle, bu renk karşısında. Belli oldu ki AKP iktidarının sabit olmayan bir zemindeki hareket kabiliyeti sınırlı. Sıkıştı iktidar. Saçmaladı. Muhalefet de keşfetti ki kendisine nefes alacak alan istiyorsa, akla gelen ilk seçeneğin en iyi seçenek olmadığı bu günlerde, nefes alacak alanı ancak ezber bozarak yaratabilecek.
Gezi ruhunu bu aşamaya getiren unsurları hızlıca düşündüm (doğrusu, uzun uzun düşünüp iki dakikalık bir konuşma metnine dönüştürdüm. Ama birkaç kez girişimde bulunmama rağmen Abbasağa Forumu’nda bir türlü sıra gelmedi söz alıp bunu dile getirmeye. Forumlardaki insanların anlattığı onlarca eşsiz hikayeye feda olsun) sonra da bu unsurlardan hangilerinin Gezi’yi geleceğe taşıyabileceğine karar verdim.
Gezi’yi Gezi yapan iktidarın demokrasiyi sandığa kilitleme çabasına karşı, sokağın demokrasisiydi. Özgürlük isteğiydi. İktidarın ekonomik bazlı söylemlerine karşı kitlelerin özgün gücü, takas ve paylaşım özünde kurdukları kendi ekonomileriydi. Gezi vicdandı, Gezi dayanışmaydı. Gezi her geçen gün yeni bir örneği sergilenen akıldı.
Hani, iktidarın kendisini “Bu Sevda bitmez” diye palazlandırdığı mevcut tahakküm kurgusu var ya. Buna karşı başka bir dünya da var. 65’lisi, 98’lisi, sendikalısı, partili, flamalı, flamasızı, örgütsüzü yeni bir dünyanın ipuçlarını Gezi’de gördü. Gezi’den yeni bir ülkenin define haritası bulunduysa, içinde sokak-ekonomi-vicdan-dayanışma ve akıl vardı. Bir çocuğa anlatır gibi anlatacaksak Gezi’yi, ben ilk harflerine baksana diyeceğim Sokak-Ekonomi-Vicdan-Dayanışma-Akıl’ın. O sevda bitmezse, biliniz ki bu sevda hiç bitmez. Sonrası bu.
Evrensel'i Takip Et