Yüksel Akkaya'yı anarken
Sessiz sakin görünürdü, iddiasız, belki biraz renksiz, hatta bazen görünür bile değildi. Oysa dünyayı değiştirmeye kalkacak kadar iddialı bir o kadar da renkli idi. Yaşamın renklerine kendini coşkuyla kaptırırdı. Onu “görünmez” kılan sade ve alçakgönüllü olmasıydı. İnançlarında alab
Sessiz sakin görünürdü, iddiasız, belki biraz renksiz, hatta bazen görünür bile değildi. Oysa dünyayı değiştirmeye kalkacak kadar iddialı bir o kadar da renkli idi. Yaşamın renklerine kendini coşkuyla kaptırırdı. Onu “görünmez” kılan sade ve alçakgönüllü olmasıydı. İnançlarında alabildiğine samimiydi, hiçbir zaman olmadığı gibi görünmedi. Bulunduğu sosyal çevrede rağbet edilen kimliklerini hiç kullanmadı çünkü çağdaştı.
Daha yedi yaşında bir sülalenin sorumluluğunu üstlenmişti. Adil ve insan onuruna yakışır bir düzenin kurulması için verdiği sosyalizm mücadelesinde sorumlulukları katlanarak arttı. Dur durak demedi, yılmadı, yorulmadı. Tereddüde düşecek zamanı olmadığını söylerdi. Yüreğinde herkese yer vardı, kim olursa olsun yardıma gereksinim duyana elini gönülden uzatırdı. Kötülüklere karşı mücadele etti ama onun için kötü kişi yoktu. Kimsenin arkasından konuşmadı. Kısacası onunki insanlığa adanmış bir yaşamdı. Dalından erken düştü, yaşamı boyunca insanların sokaklara dökülecekleri anı düşledi ve ne yazık ki büyük bir direnişçi olarak bu ülkenin üzerindeki ölü toprağının sıyrılışına, “direngezi” ye tanıklık edemedi. Yüksel’i sevmek onun eli ayağı yüreği olmak, onu sevmeyi hak etmektir diye düşünüyorum.