21 Temmuz 2013 09:25

Genç kadınların talepleri Gezi’de direniş oldu

Şenay Kumuz

Gezi direnişi gençlere yönelik olumsuz algıların yerle bir olmasına neden oldu. Tartışmalarda Y kuşağı diye tanımlanan bu gençlerin özellikleri bakımından cinsiyetler arasında farklılıklar var mı?  

“Y kuşağı” tanımlaması, medyanın aktif kullanımıyla oldukça popüler oldu. Ancak kuşak teorisyenlerinin önemle belirttiği gibi bir kuşağa ad koymak oldukça zor. Kuşağın tüm renklerini kapsayacak tanımlamalar yapmak zor çünkü. Batı literatüründen yola çıkarak yapılan X kuşağı ya da Y kuşağı tanımlamalarını ben akademik çalışmalarımda kullanmıyorum. Benim tercihim kuşağın tarihselliğine gönderme yapan tanımlamalar yapmak: 80 sonrası doğanlar, 90’larda doğan kuşak ya da 2000’li yılların gençleri gibi. Kuşağın cinsiyet boyutu çok önemli kuşkusuz: Maalesef bu konu önemli olmakla beraber çok da üzerinde durulmayan bir konu… Oysa kuşaklar da tıpkı diğer toplumsal kategoriler gibi homojen değiller. Cinsiyet, sınıf, coğrafya, etnik köken gibi farklı açılardan ele almak gerekir. Ne yazık ki ne gençlik çalışmalarında ne de kadın ve cinsiyet çalışmalarında genç kadın ya da genç LGBT birey vurgusunu çok fazla göremiyoruz. Oysa gençler arasında cinsiyet çok önemli bir etken. Örneğin, kadınlar arasında da bir hiyerarşi var ve kadınlar yaş aldıkça, evlenip çocuk sahibi olup anne statüsüne erişince kadınlık hiyerarşisinde de yükseliyorlar. Evlenmemiş, anne olmayan genç kadınlar ise bu hiyerarşinin altlarında bir yerlerde konumlanıyor. Bu genç kadınların yaşam deneyimleri annelerinin ya da yetişkin kadınların deneyimlerinden çok farklı… Aynı şekilde LGBT bireyler açısından da kimliğin geliştirildiği, ön yargı ve tehditlerle karşı karşıya kalınan zorlu bir dönemi ifade ediyor gençlik dönemi. Sonuç olarak, kuşakları tam olarak anlamak ancak cinsiyet ve kuşak çalışmalarını harmanlayarak mümkün olabilir. Ancak ne yazık ki bu alanda yeterli ve kapsamlı araştırmalar bulmakta zorlanıyoruz.   

GENÇ KADINLAR DAHA ELEŞTİREL ÇÜNKÜ...

Gezi direnişi analiz edilirken genç kadınların yoğun katılımı ve etkileri çok konuşuldu. Bu kuşak genç kadınları böylesi yoğunlukla sokağa çıkaran nedir sizce?

Aslında Türkiye’de kadın hareketi uzun zamandan beri farklı kimliklerden ve farklı sınıflardan kadınları bir araya getiriyordu. Bu yüzden bu kadınların ilk defa bir araya geldiğini ve de sokağa çıktığını söylemek zor. Örneğin başörtüsü yasağına karşı da farklı kesimlerden kadınları bir araya getiren bir hareket mevcuttu. Kürtaj konusunda da farklı kesimlerden kadınlar bir araya geldi. Ya da barış için kadın hareketi de benzer bir şekilde farklı kesimleri bir araya getirebildi. Son durumu ben gençler açısından da kadınlar açısından da bir birikimin patlaması olarak görüyorum. Yoksa sorunlar ve hassasiyetler bir anda ortaya çıkmadı.

Ama genç kadınların politikleşme süreçleri ve sokağa çıkmak için nedenleri yaşıtları erkeklere göre farklılaşıyor sanırım, siz nasıl bir ayrım görüyorsunuz?

Aslında doğdukları andan itibaren neleri yapıp neleri yapamayacakları sürekli hatırlatıldığından, kadın oldukları ve ona göre davranmaları gerektiği söylendiğinden, kadınlar çok küçük yaşlardan itibaren toplumdaki eşitsizliklerin ve toplumsal baskının farkına varıyor. Benzer bir durumu pek tabii ki LGBT bireyler de deneyimliyor. Bu yüzden içinde yaşadığımız heteroseksist ataerkil toplumlarda makbul erkek kimliğinin dışında kalan tüm kimliklere sahip bireyler, sistemi çok daha erken eleştirmeye başlıyor. Çünkü sistem onların canını acıtıyor.

EN TUZU KURU GENÇ BİLE KAYGILI

Bu durumda genç kadınların kuşak çatışmasının önemli bir öznesi olması hem beklenir hem de ilerletici bir durum...

Ünlü antropolog Margaret Mead, kuşak çatışmasının modern bir olgu olduğunu belirtir. Kuşak çatışması modern bir kavramdır ve toplumda bir şeylerin değiştiğini gösterir. Yani eğer değişmeyen, statik, geleneksel bir toplumda yaşıyorsanız genç kuşaklar da aynen kendilerinden önceki kuşaklar gibi düşünüp, hareket edip yaşayacakları için kuşak çatışması da yaşanmayacaktır. Bu açıdan bu kuşak farklılıklarını ve çatışmalarını olağan karşılamak lazım. Asıl sorun bu farklılıklar bastırılmaya çalışıldığında çıkıyor. O halde ne yapmalı? Sadece ailede çocuk-ebeveyn ilişkisinde değil genel olarak toplumda genci nesne olarak gören, onu dinlemeye değil eğitmeye, istediği gibi şekillendirmeye yönelik bir yaklaşım var. Bu yaklaşım, yetişkin merkezli bir yaklaşım ve gençlerle iletişim kurmak yerine onları tek taraflı olarak eğitmek, hizaya sokmak ve onlar üzerinden geleceği inşa etmek üzerine kurulu. Bu bakış açısının gençleri anlamak gibi bir derdi yok. Ailelerde de benzer bir durum söz konusu. Gençlerin üzerinde aslında inanılmaz bir baskı var. Bu baskı sadece onlara ne yapıp ne yapmamaları gerektiğinin dikte edilmesi değil aynı zamanda ailelerinin kendilerinden beklentilerini yerine getirmekle de ilgili. Gençlere, geleceklerinin gençken atacakları adımlarda yattığı söyleniyor. Böylece gençlik, geleceğin şekillendirilmesinde bir sınav aşaması halini alıyor. Bu, stresli ve kaygılı bir dönem halini almasını da beraberinde getiriyor. Bugün en avantajlı, en tuzu kuru olarak düşünülen gençlerin dahi hayatında çok önemli kaygılar ve stresler var aslında.  

EV KIZLARI DA SAYGI VE ÖZGÜRLÜK İSTİYOR

Kadın hareketinin de -tıpkı diğer hareketler gibi- bir taraftan süreklilik gösteren eşitsizliklere odaklanırken diğer taraftan değişen durumlara ayak uydurması gerekiyor. Kadın çalışmaları, aile içi şiddetten, devlet şiddetine, namus cinayetlerinden tecavüze, kadınların iş yaşamında yaşadıkları “camdan tavan” olgusuna kadar kadınların yaşadığı tüm sorunları zaten kapsamlı bir şekilde tartıştı. Ancak konu esas olarak yetişkin merkezli ele alındı. Oysa genç kadınların yaşadığı daha önce de belirttiğimiz farklı deneyimler var ve pek tabii genç kadınlar da kendi içlerinde farklılaşıyor. Örneğin meslektaşım Kezban Çelik ile beraber küçük ölçekli de olsa bir ev kızları araştırması yapmıştık. Ankara’da Altındağ ve İstanbul’da Kayışdağı’nda toplam 30 ev kızı ile görüşme fırsatı bulmuştuk. Hem toplumda hem de aile içinde kendilerini ne kadar değersiz hissettiklerini, kendilerine saygı duyulmadığını deneyimlediklerini gözlemledik. Ayrıca ev kızlarının asıl mekanı ev olarak tanımlandığı için evden çıkabilmekle ilgili ciddi bir sorun yaşıyorlardı. Kısaca ev kızlarının taleplerinin de toplumdan ve ailelerinden saygı görmek ve daha fazla özgürlük olduğunu söyleyebilirim. Bu açıdan bakıldığında saygı ve özgürlük talebinin sadece Gezi Parkı hareketine katılanları değil daha geniş bir kitleyi kapsadığını düşünüyorum.

ÇATIŞMA KARŞILIKLI İLETİŞİMİN OLDUĞUNU GÖSTERİR

Bir yandan genç için aile çok önemli bir kurum haline getiriliyor. Giderek daha fazla genç kadının aileye bağımlılığının arttığını görüyoruz. Bu sağlıklı bir durum mu? Sosyal politikaların gittikçe kaybolduğu, gençlerin bel bağlayabileceği sosyal politikaların olmadığı bir toplumda aile, gence güvence sağlayan ve bel bağlayabileceği kurum olarak karşımıza çıkıyor. Bu durum 80 sonrası dönemde yapılan tüm anketlerde karşımıza çıkıyor. Ben de bu durumu doktora tezim için yaptığım görüşmelerden itibaren bizzat gözlemledim. Diğer yandan tabii duygusal olarak da ciddi bir bağ var genç ile ebeveyn ya da kardeşler arasında. Karşılıklı önemli fedakârlıklar yapıyor aile bireyleri. Yaptığım görüşmelerde gençlerin ailelerinin kendisi için yaptığı fedakârlıkların farkında olduklarını ve bunun karşılığını verme gayretinde olduklarını gözlemlemiştim. Ancak bu ailede görüş farklılıkları ya da sorunlar olmadığı anlamına gelmiyor. Biliyorsunuz sosyolojik bakış açısına göre toplumda çatışmaların olması aslında olağandır ve de üstelik “sağlıklı” bir durum olarak görülür. Çatışmayı biz gündelik hayat dilinde kavga, dövüş olarak algılıyoruz. Halbuki çatışma, karşılıklı bir iletişimin olduğunu, sorunun karşılıklı olarak ortaya konulduğunu gösterir. Tüm sorunların saman altına gizlendiği, çatışmayacağız derken aynı düşünen, aynı hareket eden bireyler olacağız gibi bir tahayyül peşinde koşmak çok daha önemli sorunlar yaşatmıştır toplumlara, yaşatmaktadır. Bu açıdan gençleri benim “zoraki konformizm” olarak adlandırdığım hareket tarzına itmemek önemli. Zoraki konformizm, isteyerek, gönülden bir konformizmi değil de zorunlu olarak katlanılan bir hareket tarzını benimsemek anlamına geliyor. Böylece genç çatışmayı seçmek yerine yalan söylemeyi, gerçek hislerini saklamayı, konuşmamayı, iletişime geçmemeyi seçiyor ki bu durum bana sorarsanız çatışma ortamından çok daha sorunlu.


DEMET LÜKÜSLÜ KİMDİR?

1977’de İstanbul’da doğan Demet Lüküslü, yüksek lisans ve doktorasını Paris’te Ecole des Hautes Etudes en Sciences Sociales’de (EHESS) sosyoloji alanında yapmıştır. Doktora tezi Türkiye’de “Gençlik Miti”: 1980 Sonrası Türkiye Gençliği başlığıyla 2009 yılında İletişim Yayınları tarafından yayımlandı. Ev kızları, gençlerin siyasal tutumları, gençlik kültürü, sosyal medya aracılığıyla örgütlenen gençlik hareketleri gibi alanlarda çalışmalarını sürdüren Lüküslü, halen Yeditepe Üniversitesi Sosyoloji Bölümünde öğretim üyesidir. Galatasaray Üniversitesi Siyasal Bilimler Bölümünden Hakan Yücel ile birlikte derledikleri Gençlik Halleri: 2000’li Yıllar Türkiye’sinde Genç Olmak başlıklı kitap yakında Efil Yayınevi tarafından yayımlanacak.