15 Temmuz 2013 11:21

#Direnpehlivan

Berlin’deki Güzel Sanatlar Fakültesi UDK’daki eğitimimi sürdürürken video, fotoğraf, yerleştirme gibi disiplinleri kullanarak sürdürdüğüm çalışmalarım, güç ve gücün toplumsal cinsiyetle ilişkisi üzerinde yoğunlaşmaya başladı. Güce dayalı bir spor olması, erkeklerin yoğunlukta olduğu b

#Direnpehlivan
Paylaş
Ezgi Kılınçaslan

Çalışmalarıma başladıktan bir süre sonra yenme yenilme anıyla oyunun düğüm noktasındaki bir durumu gözlemleme sansını yakaladım. Güreşçiler arasında yenilenlerden birinin sahaya çakılırcasına kalakalmasıyla, toplumda hep daha üstün(?) bir durumda görmeye alıştığım erkeği, kaybetmenin getirdiği ruh hali karmaşasında paralize olmuş bir şekilde görüyordum. Adeta onunla birlikte zaman da durmuştu. Etrafındaki hiçbir şey dokunmuyordu ona, dokunamıyordu, yarattığı perdeyle kimseyi alanına yaklaştırmıyordu. Bu, onun adeta görünürlükle görünmezlik arasında bir yere asılı kalmasına neden oluyordu.
Turistik bakışım, yenildikten sonra yere çakılıp kalan o güreşçiyle darma duman olmuştu. Öyle mahzundu ki. Heybetli duruşlarıyla, o güçlü pazularıyla sanki onlar duygusal olamazdı, mağduriyeti tadamazdı. Bu durum beni yenilenler üzerinde çalışmaya itti. O günden beri müsabakaların yapıldığı Edirne’ye her sene gitmeye çalıştım. Bir güreşçiyi daha yakından takip edip kulübüyle birlikte kamplarına da katıldım. 2008 de diplomam için yaptığım yerleştirmede yenik güreşçilerin fotoğraflarını kullandım. Çektiğim görüntülerle 2009’da adını güreşlerin yapıldığı meydandan alan video yerleştirmesi hazırlayarak master eğitimimi tamamladım. Şimdi de hedefim bu zamana kadar çektiğim görüntülerle takip ettiğim bir pehlivan üzerinden belgesel hazırlamak.
Geçtiğimiz hafta sonu yine gittim Kırkpınar’a. Bu sefer bir başka gidiyordum. Gezi’den Türkiye’nin her tarafına yayılmış, yıllardır süre gelen adaletsizliklere direnişin rüzgarı benim de ruhuma dokunmuştu. Gölgesini satamadığı ağacı kesmeye karar vermiş, vahşi neo-liberal ekonominin ateşiyle beslenen kazandan cıkmış, özgürlüğü tatmıştık artık. Bir pankart hazırlamaya karar verdim. Yıllardır zaman zaman video calışmaları için asistanlık yaptığım, sanatçı Komet’in atölyesinde diğer asistan arkadaşlarla birlikte ne yazsam diye düşündük, en sonunda “Boyun Eğme” yazdım, “#direnpehlivan” diye ekledim altına. Bir kişi bulabilsem açacaktım pankartı. Cumartesi sahada, fotoğraf-film çekerken yanıma düşen fotoğrafçı ve basından arkadaşların ağızlarını yokladım, “Bir pankart hazırladım ucundan tutar mısınız” diye. Konuştuğum neredeyse herkes hareketimi destekliyor ama kiminin oğlu-kızı bir yerde çalışıyor, kimiyse yandaş medyaya kapak atmaya çalışıyor ya da zaten orda çalışıyordu. Dolayısıyla pankartı açamazlardı benimle. “Simit sat onurlu yaşa” diyemiyordum bu insanlara. Sabırla sormaya devam ettim. Final güreşlerinin yapıldığı Pazar günü geldi. CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu ve bir kaç bakan gelecekti. Ortalık polis kaynıyordu...

SPONSORLUK ÇIKTI MERTLİK BOZULDU

Edirne demokrat bir yer ama güreşlerin yapıldığı alan başka. Yağlı güreş seyircisi, kulüplerini, pehlivanlarını destekleyen, başka şehirlerden gelen ve çoğunluğunu erkeklerin oluşturduğu bir topluluk. Heybetli görünüşleriyle de pehlivanlar en mazlumları bu topluluğun. Pehlivanlar yaz aylarında Türkiye’nin çeşitli yerlerinde gerçekleşen güreşler için özellikle kış aylarında ağır bir çalışma temposuyla hazırlanıyorlar. Çoğu zaman günde çift antrenman yapmak durumundalar. Bu koşullarda maddi desteği olmayan bir güreşçinin var olması neredeyse imkansız. Ya kulüpler ya da kişisel sponsorlar sayesinde profesyonel yaşamlarını sürdürebiliyorlar. Sponsorların çoğu güreşçileri aylık maaşa bağlayan belediyeler. Sponsorlarını çoğunlukla deriden yapılan kıspetlerinin arkasına (popo kısmına) baktığımızda anlayabiliriz. İşte Er Meydanı’nda işler burada bulanmaya başlıyor. Üç defa üs üste kazanılan şampiyonluk, sadece şampiyonu, kemerin kalıcı sahibi olmakla ödüllendirilmiyor. O sporcuyu yetiştiren kulüp de ihya ediliyor. Dolayısıyla iki defa şampiyon olmuş bir güreşçinin üçüncü defa kazanması için kulübünün nasıl seferber olacağını, ne tür yollara başvurabileceğini bilmek için kötü niyetli olmaya gerek yoktur sanırım.
Belediyelerin sporculara destek vermesi hoş da Başbakanımızın dahi bu kadar net bir şekilde “bunlar” ve biz diye ikiye ayırdığı bu ülkede güreşçiler nasıl siyasi bir malzeme olmadan var olabilirler ki? Bu düzende hangi güç sahibi maaş bağladığı, profesyonel yaşam alanı açtığı güreşçiden bir şey beklemez? Güreşler de paranın girdiği her yer gibi karanlık taraflar barındırıyor. Güç oyunları oynanıyor, güreşteki gibi de kuralları yok, veya varsa bile bizim gibilerin anlayacağı türden değil. Ancak o gücün etrafında nasıl bir hareket oluşturduğu önemli. Yıllardan beri koca koca adamların, ağır abilerin bu güç merkezleri karşısında nasıl da sadık bir köpek gibi sahiplerinden çıkan komutları beklediklerini gördüm. Sadakatlerini sorgulayacak değilim, ama doğrusu sermaye-güç el değiştirdiğinde nasıl bir tutum içine gireceklerini de merak etmiyor değilim.

KENDİMİ YENİK DÜŞMÜŞ
BİR PEHLİVAN GİBİ HİSSETTİM

Pazar gününe dönecek olursak; başpehlivanlık final güreşini geçtiğimiz iki yılın şampiyonu Ali Gürbüz, bu senenin sürpriz ismi İsmail Balaban ile yaptı. Ali Gürbüz bu sene de kazanarak üst üste üçüncü kez şampiyon olması nedeniyle altın kemerin daimi sahibi oldu. Sıra ödül vermeye gelince bakanların önüne çeliği- çeviği etten bir duvar oluşturuldu, kendi korumalarını ve sivilleri saymıyorum bile. Bir şeyden korkuyor olmalıydılar. Bense pankartı benimle açacak bir yoldaş bulamamanın hayal kırıklığını yaşıyor ve halkından bu kadar korkan bakanlara acıma ve tiksintinin iç içe geçtiği bir duygu ile bakıyordum. Bu kişisel bir mesele değildi elbette, ama yenik düşmüş bir pehlivan gibi hissettim bir süre kendimi. Burası Er Meydanıydı ve burada egemenlerin borusu ötüyordu. Sokaklarda sürdürülen omuz omuza mücadeleye benzemiyordu. Pehlivan değildim, değiliz, dolayısıyla kimsenin sırtını da yere getirmeye çalışmıyoruz. “Bizler” belki de azınlık olarak buradayız ve hiçbir şeyin, -bu kadar sindirmeye çalışmalarına rağmen- eskisi gibi olmayacağını biliyoruz.
Birçok askeri darbe yaşamış bir ülkede 80 gençliği olmak, çok yakınlarımın bile şiddete maruz kalması, beni sindirmiş ve apolitikleştirmişti. Toplumsal kurtuluşa inancımı Gezi direnişiyle yeniden yakaladım. Sanatçı olarak sürdürdüğüm yaşamımda hiç bu kadar özgünlük değil de, öykünme peşinde olmamıştım. Bu zamana kadar yaptığım en güzel sanat da sokakta omuz omuza verdiğimiz mücadele ve eylem.
Son olarak, benim gönlümün yenilmez pehlivanlarına selam olsun, katledilen arkadaşlarımız; Medeni Yıldırım (18), Ali İsmail Korkmaz (19), Mehmet Ayvalıtaş (20), Abdullah Cömert (22), Ethem Sarısülük (26), gözünü kaybeden onlarca arkadaşımız, Lobna Allamii gibi hastanede tedavi gören arkadaşlarımız ve tutuklanan yüzlerce arkadaşımız.

ÖNCEKİ HABER

Tanrıları da vuracaktı savaş

SONRAKİ HABER

Din ellerinden gidiyor diye korkuyor

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...