15 Temmuz 2013 16:00

Fetva çağı geri geldi

Fetva “İslam Hukuku ile ilgili bir sorunun dini  kurallarına göre çözümünü açıklayan,  veya  tarafından verilebilen dini ”nin adıdır. İslam hukuku yanında, İslam’ın kurallarıyla da yönetilen devletlerde yargıcın verdiği karar da “fetva” adını taşır.  Başka türlü söylem

Fetva çağı geri geldi
Paylaş
Sennur Sezer

Ben Osmanlı İmparatorluğu ile “fetva müessesesinin” de tarihe karıştığını sanıyordum. Tam tersine daha hızlı bir biçimde hizmete devam ediyormuş. Diyanet İşleri Başkanlığı vatandaşlardan gelen yoğun talebe daha hızlı cevap verebilmek ve ücretsiz olarak daha geniş toplum kesimlerine ulaşabilmek amacıyla Dini Danışma Hattı oluşturmuş. “Alo Fetva”  adını taşıyan bu hattın yeni numarası “190” olarak belirlenmiş. Hem cep telefonundan hem normal telefondan parasız aranan bu hattaki yetkiliye bir gazeteci medyadaki görüntüleri hatırlatarak bu şekilde biber gazı kullanılmasının dinen doğru olup olmadığını sormuş.

BİBER GAZINDA SIKINTI YOK!

Cevap şöyle: “Her ülkede, bu tarz olaylarda bu tarz gösteri yapanlara, şiddete başvuru yapanlara karşı savunma biçimi geliştiriyorlar. Devletimiz de bunu yapıyor. Daha önce de duyuru yapıyorlar zaten, astım hastaları varsa alandan ayrılsın, biraz sonra müdahale edeceğiz diye. Yani dini açıdan bunların bu şekilde değerlendirilmesi doğru değil. Daha farklı şiddeti engelleyici savunma biçimleri de geliştirilebilirdi ama en uygunu bu, karşı tarafa en az zarar veren budur ki, kullanılıyor. Ve karşı tarafı dağıtmak için fiili bir müdahalede bulunulması lazım. Bu cop da olabiliyor. Başka ülkelerde polisler plastik mermi kullanılıyor. Yani bu noktada  kullanılmasında bir sıkıntı yok. En zararsızı biber gazıysa bununla müdahale edilmesi en doğrusudur.”

Ayrıca kimi yayın organlarında da fetva köşeleri var. İnternette görebilirsiniz. Televizyonda dini konularda konuşma yapanlara da halkımız aklına takılanları soruyor.

Kısacası halkımız giyeceğinden yiyeceğine hâlâ bir din adamından doğrulama bekliyor. Ben fetva konularına şöyle bir göz attığım için söylüyorum. Şöyle bir soru sorabiliyorlar: “Müslüman bir yabancı ülkeden getirilen yiyecek üstündeki ambalajda yazılanlara güvenilerek gönül rahatlığıyla yenebilir mi?​” Cevap bir bakıma dramatik, öncelikle ülkemizde bile yiyeceklerde dinen yasak maddeler katıldığını, bunların da ambalajlarda yazılmadığını hatırlatıyor.

CEMAAT MECLİSİ YERİNE SALTANAT YÖNETİMİ

Ben İslam’ın (teslim olma fiiliyle ilgisi olsa da) akılla ilişkisine inanırım. Bir Müslüman’ın giyimin, mesleğin, cezanın, polis müdahalesinin nasıl olması gerektiğini öncelikle kendi yüreğine, vicdanına sorması gerekir. Din, çalışanın teri kurumadan emeğinin verilmesini emretmiş, komşusu açken inananın tok uyuyamayacağını söylemiş, “tevekkül”ün yuvasından aç uçup tok dönen kuşlar gibi eylemle olması gerektiğini öğütlemişse, bundan sonrası akıl işi.

İslam Peygamberini izleyen yöneticiler (halifeler) cemaatin toplandığı Cuma namazlarında yeni yasaları bildirmiş ve tartışmışlar. Bu namazlara kadınlar da katıldığından kadınların evlenirken ve boşandıklarında alacakları para (mihr) için Halife Ömer ile tartıştıkları anlatılır. İnananlar çoğalınca bu tür cemaat meclislerinin yerini Emevi saltanatının yönetim kurumları almış.

Osmanlı Mutlakıyet dönemi yöneticileri yapacakları kimi işler için din adamlarının kararlarını belge olarak istemek gereğini duymuşlar. Şeyhülislamlık denen kurum düzenlenmiş. Dönemin yöneticilerinin kurallara saygısı bakımından iki olay anlatılır. Hani bilirsiniz, Fatih Sultan Mehmet adına yaptırdığı caminin direkleri kısaltıldığı için kızıp Mimar Atik Sinan’ın ellerini çalışamaz hale koydurmuş (bağlatmış mı, kestirmiş mi, her neyse). Mimar da padişahı mahkemeye vermiş. Mahkeme padişahın, mimarın geçiminden sorumlu olduğu, ölene kadar çalışıyormuş gibi ona para ödemesi gerektiği kararını vermiş.  Doğru yanlış bu öykünün bir eki vardır. Mahkemedeki kadı padişahın öğretmeniymiş. Ona epey sert davranmış. Dava bitince padişah

“Hocam bana iltimas yapaydın belimdeki hançerle seni vuracaktım” demiş. Kadı gülmüş, “Sen de bana padişahlık taslasaydın yanımdaki topuzla seni öldürecektim.” Fatih yaptığı haksızlığı fetva ile mühürlememiş, mahkemeye razı olmuş ama Kanuni Sultan Süleyman’ın oğullarını, vezirlerini öldürmekten başlayarak yaptığı her işte fetva aldığını biliyoruz. Öldüğünde tabutunun yanına bir de  kutu gömmeye kalkmışlar. Şeyhülislam Ebusuud Efendi kutunun içindekileri görmek istemiş, fetvaları görmüş, kendi mührünü de. Ağladığı söylenir “Süleyman sen kendini kurtardın ama ben ne yapacağım!”

Bu şeyhülislamın Alevi katline izin verdiğini unutmamak gereklidir.

Hukuk konusunda “padişah emrinin doğru olmayan bir fiili doğru gösteremeyeceği” (padişah emriyle nâ-meşrû’ olan nesne meşrû olmaz”) biçiminde bir yargısı varsa da verdiği fetvaların vebali boynundadır.


SİGORTA VE FETVA

Kim sormuş ne zaman sormuş ise Din İşleri Yüksek Kurulu, “İslam’da sosyal ve iktisadi hayata dair bütün düzenlemelerin hedefinin, hak ve görevlerde mutlak manada karşılıklı yardımlaşma ve kefalet esasına dayanan bir toplum mey+dana getirmek olduğunu” belirtmiş. “Sigorta, İslam Dini’ndeki ‘hak ve görevlerde karşılıklı yardımlaşma ve kefalet esasına dayanan bir toplum meydana getirme’ yüce hedefine aykırı bir düzenleme değil” fetvasını da vermiş.

Kurul, buna göre ev, otomobil, deprem, tarım vb şeyler için sigorta yaptırmanın dinen caiz olduğunu söyleyip bu tür sigortaların yapıldığı bir işyerinde çalışmanın da dine aykırı olmadığını belirtmiş. Kurula göre, “Dolayısıyla bu yolla sağlanan kazanç da, sigorta şirketinin vereceği tazminatı almak da helal.”

Doğrusu bu fetvalara diyeceğim yok. Görünen o ki özel sigortalar özel emekliliğin de helalliğini bu fetvanın bir yerine sıkıştırmışlardır. Ama yarın, “işverenin sigorta primi ödemesi caiz değildir, işverenin hastalık, iş kazası ve benzeri olaylara para ödemesi haramdır” benzeri bir fetva yayımlanırsa ne olacak?

Hastaların devlet hastanelerinde tedavi olmalarının caiz olup olmadığı  konusu ne zaman  gündeme gelecek? Müslüman hastalar, şuurlarını belirli bir hastalık yüzünden yitirdiklerinde bu konuda hizmet veren devlet hastanesi olmadığından, torpil bulup, uzman Fransız, Rum, Ermeni, Musevi hastanelerinde tedavi olmayı sürdürecekler mi? Çünkü bir noktadan sonra bu hastalar için profesyonel yardım zorunludur.

Bence fetva kurumu yetmez tez elden muska ve benzeri çareler gündeme gelmeli. Gerçi bu İslam’a uymaz ama olsun. İslam sanılan bunca batıla uyar ya...

ÖNCEKİ HABER

Futbol, taraftarlar ve devrim

SONRAKİ HABER

LGBT Hareketi’nin geleceğinde Gezi

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...