04 Temmuz 2013 03:57

Her topluma ve her inanca saygı

Hünkâr Hacı Bektaş Veli Dergâhı Postnişini Veliyyettin Hürrem Ulusoy, “Kendimiz için ne istiyorsak başkaları için de onu istiyoruz” diyerek “barış sürecinden mutlu olduklarını” belirttiyor. Ulusoy’un, Ahmet Koçak’ın barış süreci, Gezi direnişi ve hükümetin yeniden gündeme getird

Her topluma ve her inanca saygı
Paylaş

Hünkâr Hacı Bektaş Veli Dergâhı Postnişini Veliyyettin Hürrem Ulusoy, “Kendimiz için ne istiyorsak başkaları için de onu istiyoruz” diyerek “barış sürecinden mutlu olduklarını” belirttiyor. Ulusoy’un, Ahmet Koçak’ın barış süreci, Gezi direnişi ve hükümetin yeniden gündeme getirdiği “Alevi Açılımı” ile ilgili sorularına verdiği yanıtları özetleyerek yayınlıyoruz:

Son aylarda Türkiye, barış süreci ile başlayan önemli gelişmelere sahne oldu. Öncelikle “Barış Süreci” hakkındaki düşüncelerinizi bizimle paylaşır mısınız?
Hacı Bektaş Veli, “Yetmiş iki millete bir nazarla bak” der. İnancımıza göre hükümet ya da devlet eliyle inançlara müdahale etmek, bir inancın yararına diğer inanç toplumlarına baskı uygulamak kabul edilemez. Çağdaş demokratik hukuk normlarına, insan hakları ilkelerine göre kimsenin görüşü zorla-şerle değiştirilemez, hiçbir toplum zorla asimile edilemez.
Bugün ilerlemesine umutla baktığımız “barış süreci” öncesinde, toplumlar arası ilişkilerde çok ağır hatalar işlendi. Gün bunları aşma günüdür, ancak “barış süreci” yürüyor diye, toplumlar arası ilişkilerde var olan diğer sorunlar unutulmamalıdır. Ne yazık ki acılı tarihimizin, katliam ve talanların biriktirdiği sorunlara, Alevilerin, Ermenilerin, Ortodoksların ve diğer Hıristiyanların, Süryanilerin, Ezidilerin sorunlarına çözüm içeren bir yaklaşım görülmemektedir. Tam tersine, atılan adımlardan geri dönülmekte ya da göstermelik adımlarla var olan durumu içinden çıkılmaz hale getirmektedir.
“Çözüm süreci”ne paralel olarak Türkiye’nin önünde devletin yeniden yapılanması, yani yeni bir anayasa yapılması sorunu durmaktadır. Anayasa yapımı sürecinde toplumlar arası ilişkileri düzenleyecek temel ilkeler laiklik ve demokrasi olmalıdır. Bu iki ilkeden taviz verilmesi ya da bu iki ilkenin çiğnenmesi, toplumlar arası ilişkilerin düzelmesine değil, daha da bozulmasına yol açar.
Biz her inanca saygı duyuyoruz, ama aynı saygının bizim inancımıza da gösterilmesini bekliyoruz. Devlet zoru ile Alevilere ve devlet Sünniliği dışındaki inançlara karşı uygulanan her türlü baskı ve asimile etme çabasına karşıyız. Dinin devlet işlerinden, devletin de din işlerinden elini çekmesinden yanayız. Bu nedenle yeni anayasa ile belirlenecek devlette Diyanet İşleri Başkanlığı gibi bir kuruma yer olmaması gerektiğini ısrarla vurguluyoruz. Devlet yapısı içinde yalnız Sünniliğe hizmet eden bir kurumun olması iki yönden sakıncalıdır: Birincisi, laik bir devletin böyle bir kurumu olmaz. Olursa, laiklik sözde kalır, toplumlar arasında huzur kalmaz, inançlar ve dinler baskı altında tutulur. İkincisi, bu durum Anayasal eşitlik ilkesine aykırıdır.
Alevi-Bektaşi anlayışında her şey rızalık ve kul hakkına dayanır. Sünni olmayan vatandaşların vergilerinin Diyanet İşleri Başkanlığına aktarılması kendilerince nasıl “helal” sayılıyor, bilemiyoruz. Bu nedenle devletin ve yerel yönetimlerin, inanç toplumlarına her hangi bir mali yardım yapmasına karşıyız.
Buna karşın devletin zorla el koyduğu dini vakıfların mülklerinin gerçek sahibi olan inanç topluluklarına iade edilmesi gerektiği açıktır. Din-inanç toplumlarının kurumlarına zorla dayatılmış sınırlamaların ve yasakların da kaldırılması gerekir. Bunları içermeyen öneriler, sorunları çözmeyeceği gibi daha ağırlaştıracaktır.
Huzur içinde, el ele, kardeşçe yaşamak isteniyorsa, ülkemizde her topluma, her inanca aynı derecede saygı gösterilmesi şarttır.


ONLARLA GURUR DUYDUK, ONLARDAN ÖĞRENDİK!

Taksim Gezi Parkı’nda çok sayıda Alevi-Bektaşi genç direnişe katıldı. Yüzlerce can yaralandı, birçok can kaybı oldu. Büyük bir zorbalıkla karşı karşıya kaldılar, ama farklı ve yaratıcı yöntemler bularak direndiler. Bu konuda neler söylemek istersiniz?
İktidar son dönemde tek yanlı kararlarla, toplumla tartışmadan, rıza almadan bir dizi büyük projeyi, alelacele uygulamaya koyacağını ilan etmiştir. Bunların çevreye ve gelecek kuşaklara yapacağı etkiyi düşünmeden, bilim adamlarıyla ve ilgili taraflarla bir danışma ortamı yaratmadan kazmayı alıp yola dökülmüştür.
Gezi Parkı’nın oldu-bittiye getirilip yok edilmeye girişilmesi üzerine yeter deyip, bunlara karşı çıkan genç, okumuş, ilim ve hilim (yumuşaklık) sahibi, aşına-işine-eşine sahip gençlerin sözlerini dinlemek yerine, söz söylemelerini bastırmak üzere ağır bir şiddet uygulanmıştır. Polisin ve adalet sisteminin, iktidarın istediği gibi dindar ve kindar yaklaşım gösteren, hukuki çerçeveye sığmayan uygulamaları hepimiz tarafından görülmüştür. Canlara kıyılmıştır, cenazeler engellenmiştir, namuslu, yalan söylemez din adamlarına bile baskı yapılmıştır. Yazılı ve sözlü basın da çok kötü bir sınav vermiştir.
Ama teknolojiyi daha iyi kullanan gençlerin sözleri, sadece Türkiye’de değil, artık küçülmüş dünyanın, “küresel köyün” dört bir köşesinde yankılanmıştır. Kürt-Türk, Alevi-Sünni, Müslüman-Hıristiyan-Ateist, farklı cinsel ve siyasal tercihlerden on binlerce genç el ele vermiş, son derece akıllı, esprili, ama kararlı ve esnek biçimler içinde istemlerini dile getirmiştir. Yapılan baskılara karşı yılmadan, içinden geçtiğimiz barış sürecinin hassasiyetlerini dikkate alan, tanışmaya, kardeşleşmeye, konuşma-görüşmeye, birliğe vurgu yapan çözümler önermişlerdir. Kendi hatalarından ders çıkarmış, ilk heyecanla yaptıkları yanlışlarını düzeltmeye çabalamışlar, örneğin ağızlarına yakışmayan küfürlü sözleri kaldırmışlardır.
Biz onlarla gurur duyduk. Onlardan öğrendik. Onlar direnişleriyle ülkemizin genç nesillerinin üzerine serpilmiş ölü toprağını silkelediler. Dayatmalara karşı çıkarken, bizim rızamızı almak zorundasınız dediler. Demokrasinin sadece seçimden seçime oy vermek demek olmadığını, demokrasinin halkın, karar oluşturma süreçlerine sürekli olarak katılması demek olduğunu hatırlattılar. Farklı görüşlerin bir arada eşit ve kardeşçe yaşamasının temeli olan laiklik ilkesine sahip çıktılar.


HEM LAİKLİĞİ SAVUNUP HEM DE DİYANET İÇİNDE YER ALAMAYIZ

AKP, unuttuğu Alevi Açılımını yeniden gündeme getirdi. Bazı planları olduğunu açıkladı. Dedeleri eğitmek ve maaşa bağlayarak cemevlerinde görevlendirmek de bunların içinde. Gelinen sürece ilişkin görüşlerinizi söyler misiniz?
Barış süreci ve özellikle Gezi Parkı direnişi ardından gelişen siyasi ortamda Başbakanın ağzından hükümetin Alevi Açılımına “bırakıldığı yerden devam” edileceği sözlerini duyduk. Bu tutum ve sözler bile çok üzücü ve samimiyetsiz: Demek ki hükümet isterse Alevi toplumunun hak ve istemlerini olduğu gibi “bırakmakta”, isterse bıraktığı yerden “devam” etmektedir. Bu tutum bile, daha önceleri “Alevi Açılımı” adı altında yapılan çalışmaların ne kadar kof olduğunu bir kez daha göstermektedir. Hükümet, Alevi-Bektaşi-Kızılbaş toplumunun duyduğu tepkileri yüksek sesle dile getirdiği üçüncü köprüye Yavuz adını vermekten geri adım atmayacakmış. Ama bizim ulularımızın isimlerini de bazı büyük projelere vereceklermiş. Katliamcı sultanlar ile bizim ululularımızı bir araya koyan, birbiri ile kıyaslayan yaklaşımı tümüyle reddediyoruz. Alevi Açılımının ölü doğmuş önerileri bir kez daha gündeme getirilecekmiş. Örneğin, Alevilere Diyanet İşleri Başkanlığı’nda yer verilecekmiş. Devlet bütçesinden cemevlerine yardım yapılacakmış. Cemeveleri, tekke ve zaviye sayılmayarak yasak kapsamı dışında tutulacakmış. Dedeler bir üniversitede eğitilecekmiş ve inanç önderi olarak cemevlerine atanacakmış...
Bu yaklaşımların hiçbiri bizim için kabul edilebilir değildir. Kızılbaşlık-Alevilik-Bektaşilik, bugünkü Diyanet İşleri Başkanlığı kurumu içinde yer alamaz, almaz. Hem laikliği savunup hem de laiklik dışı bir kurumda temsil edilmek istemeyiz. Mevcut durumda sorunumuz; görüşlerimizin Sünni İslam tarafından meşru görülmesi ya da Başbakanlığa bağlı bir “genel müdürlük” veya Diyanet’te temsil değil, laik ve demokratik bir devlet yapısında kültürel ve bireysel düzeyde eşit ve özgür olmak istediğimizin bir türlü kabul edilmemesidir.
Üzerinde önemle durduğumuz konulardan birisi dedelerin-zakirlerin devlet tarafından cemevlerine atanması ve maaşa bağlanmasıdır. Maaşlı dede, benim dedem olamaz, ona maaş verenin görevlisi olur. Böylece, devlet kendi Alevisini yaratır. Bizim inancımızda böylelerinin, “Yediği haram, yuduğu murdar, tacı delik, kendi murtad” sayılır. Dedelik kurumu bir hizmet kapısıdır; geçim kapısı değildir.

ÖNCEKİ HABER

Mısır ordusu, sistemi korumaya aldı

SONRAKİ HABER

Yeni Şafak, Bumin'e de tahammül edemedi

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa