30 Haziran 2013 06:34

Halk isyan ettiğinde hekimler de isyancı olur

Başbakan TTB’yi baş provokatör ilan etti. Sağlık Bakanı, direnişçilere sağlık hizmeti veren hekimleri, sağlık çalışanlarını hatta Tabip Odaları’nı soruşturmayla tehdit etti.Ortak argümanları; Sağlığa niye siyaset karıştırıyorlar!Peki siyasetten bağımsız sağlık ve sağlıkçılık olur mu? Bu soruya yanıt arayalı

Halk isyan ettiğinde hekimler de isyancı olur
Paylaş
Cem Terzi

Ortak argümanları; Sağlığa niye siyaset karıştırıyorlar!

Peki siyasetten bağımsız sağlık ve sağlıkçılık olur mu? Bu soruya yanıt arayalım.

Sağlıkçılar bu suçlamalar karşısında  haklı olarak Hipokrat yeminini referans alıyor: “… Irk, milliyet,  dil, din, cinsiyet, siyasi görüş farklılıklarının görevimle vicdanım arasına girmesine izin vermeyeceğime…”

Ben ilk “ahh” diyen insanı referans alacağım.  

Zira ilk hekim, ilk “ahh” diyen insanın yardımına koşan kişidir.

Biz, ontolojik olarak acı çekenin yardımına koşan bir mesleğiz. Halk acı çekiyorsa tabii ki halkın yardımına koşacağız. Halk acılarından isyan ediyorsa tabi ki isyancı olacağız. Bu meslek bize yalnızca yaralı isyancıları tedavi etme görevini değil acı çeken halkın yanında isyancı olma görevini de yükler.

“…Hastalıkların büyük çoğunluğu sosyoekonomik nedenlerden oluşur. Kapitalist ideoloji ekonomik ve politik çevreden sorumluluğu almak için hastalığı ve tedaviyi bireye hapseder. Böylelikle bireylerin ekonomik ve politik çevrelerine isyan etmeleri baskı altına alınır. Tıbbın ideolojisi toplumsal bir yanıt gerektiren toplumsal arızaları bireyselleştirmektir…” (T. McKeown ). Tıbba yıllardır devlet müdahalesi ile kapitalizmin bireyci ve liberal ideolojileri yerleştirilmeye çalışılmaktadır: Sağlığın bireysel sorumluluk olarak algılatılması, paran kadar sağlık hizmeti verilmesi vb. gibi söylemler bu ideolojinin ürünüdür. Toplumsal faktörler hastalıkların etyolojisinden soyutlanmaya çalışılmaktadır.

Tıbbın siyasetle ne işi var diyenlere verilecek en güzel yanıt: Kapitalizm/Neoliberalizm  öldüyor olmalıdır: Soğuk Savaşın bitmesinden bu zamana kadar geçen 20 yıllık barış (!) döneminde, 20. yüzyıl boyunca savaşlarda, iç savaşlarda ve hükümetlerin baskılarından dolayı can verenlerden daha fazla insan -360 milyon- AÇLIKTAN VE TEDAVİ EDİLEBİLECEK HASTALIKLARDAN öldü.

Yoksulluk değişmeden devam ediyor…
Resmi raporların istatistiklerine durumu doğrulamaktadır:
* 963 milyon insan kronik olarak beslenme yetersizliği içinde, 884 milyon insan temiz suya ulaşamıyor,
* 2.5 milyar insan temel çevre hijyeninden yoksun,
* 2 milyar insan temel ilaçlara ulaşamıyor,
* 924 milyon insanın yeterli barınma imkanı yok
* 1.6 milyar insan elektriğe sahip değil, 774 milyon yetişkin okuma yazma bilmiyor,
* 218 milyon çocuk işçi olarak çalışıyor.

Aşağı yukarı ölümlerin üçte biri, yılda 18 milyon, yoksullukla ilişkili nedenlerden kaynaklanmaktadır ve  bu ölümler daha iyi beslenme, temiz içme suyu, ucuz rehidrasyon paketleri, aşılar, antibiyotikler ve diğer ilaçlar ile önlenebilir niteliktedir.

Küresel yoksulların çoğunluğunu, siyahlar, kadınlar ve gençler oluşturmaktadır ve doğal olarak aşırı yoksulluğun yıkıcı etkilerine de en çok bu grup maruz kalmaktadır.

Beş yaşından küçük çocuklar, yoksullukla ilişkili nedenlerden kaynaklanan ölümlerin yarısından fazlasını (yılda 9.2 milyon ölüm) oluşturmaktadırlar

Yoksullar içinde kadınların oranının çok daha yüksek olduğu net biçimde saptanmıştır (Pogge, 2008).

Mann “AIDS bir virüsten çok toplumla ilgilidir” (J M Mann 1995) derken de aynı şeyi söylüyordu.  Çok iyi biliyoruz ki yoksul ülkelerde, HIV/AIDS’in önlenmesi ve de tedavi edilmesi için gerekli adımlar, bu ülkelerin kalkınma ve sağlık ihtiyaçlarını gidermek için gereken adımlarla aynıdır. Afrika’nın HIV/AIDS mücadelesi, insanlara ücretsiz su, ücretsiz elektrik, ücretsiz anti-retroviral ilaçlar, ücretsiz temel eğitim sağl...anması, toprak reformu ve temel geçim desteği verilmesi gibi gerçek sorunları çözmeye yönelik olmadıkça kazanılamayacaktır. Gelişmiş ülkelerde, risk gruplarında HIV/AIDS’in önlenmesi ve tedavi edilmesi için gerekli adımlar, bu insanların insanca yaşama ve sağlık gereksinimlerini gidermek için gereken adımlarla aynıdır.

Küreselleşmenin pandemisi AIDS’i yenmek için merhamet değil, eşitlik gerekmektedir.Bill Gates ve eşine ait bir vakfın 2-3 milyar ABD Doları’nı HIV/AIDS mücadelesine ayırdığı bilinmektedir. Pek çoklarınca büyük bir övgü ve hayranlıkla karşılanan bu yardımseverlik, aslında dünyanın en varsıl insanının rasyonalize edilemeyecek kadar büyük servetinin bir kısmını ‘hayırlı’ işler için kullanması şeklinde görülmemelidir. Bill Gates’in... kişisel servetini edinmesini ve sürdürmesini sağlayan küresel ekonomik sistem, HIV/AIDS mücadelesinde başarı kazanılamamasına yol açmaktadır. Hayırseverlik/yardımseverlik, yeryüzündeki akıl ve ahlak sınırlarını zorlayan büyüklükteki kişisel servetleri, kamuoyu vicdanında meşrulaştırmanın bir aracı olarak kullanılmaktadır. Dünya kamuoyuna bu ve benzeri kişisel girişimlerle sonuç alınamayacak kadar büyük bir sorunla karşı karşıya olunduğu gerçeği söylenmelidir.

Dünya kamuoyu, yukarıda anlatılmaya çalışılan boyutta bir felakete karşı hayırsever/yardımsever temelli ve sivil toplum kuruluşları aracılığı ile bir mücadele yürütülemeyeceğini anlamak zorundadır.

Bu tip yardımlar, kişiseldir, geçicidir, zayıf ve yoksulu bağımlı kılan ortamı besler, varsıl ve güçlünün keyfine bağlıdır. Her zaman en doğru şekilde kullanılmayabilir. Yardımsever örgütlenmeler eliyle yürütülen HIV/AIDS mücadelesi, ortak sosyal, ekonomik, politik kararlığın ve kamu çıkarının yerini alamaz. Sivil toplum kuruluşları, yardımsever örgütlenmeler, HIV/AIDS mücadelesinde ancak, tamamlayıcı rol oynayabilirler.

Afrika’nın yeryüzünden silinmemesi ve diğer kıtalar gibi olabilmesi için yılda 3 milyar ABD Doları gerekmektedir. Bu miktarı kim/hangi hayır kurumu karşılayabilir?

ABD’de kellik sorununu çözmek için yapılan yıllık harcama, Afrika’da bir yılda AIDS için harcanan paranın yarısı kadardır.

ABD’de kozmetik ürünler için yılda 8 milyar ABD Doları harcanmaktadır. Bu rakam dünya nüfusunun tümünün temel eğitim görmesi için gereken yıllık harcamadan yaklaşık 2 milyar ABD Doları daha fazladır.

Avrupa’da dondurma için yılda 11 milyar ABD Doları harcanmaktadır. Bu rakam bütün dünyanın temiz su ve kanalizasyon gereksinimini karşılamak için gereken yıllık harcamadan daha fazladır.

ABD ve Avrupa’da kedi-köpek gibi ev hayvanlarının mama harcamaları yılda yaklaşık 17 milyar ABD Dolarıdır. Bu rakam, dünyada yaşayan herkesin temel sağlık ve beslenme gereksinimleri için gereken yıllık ek harcama tutarından yaklaşık 4 milyar dolar daha fazladır.

Kapitalizm ürettiği yoksulluk, sömürü ve yol açtığı savaşlar ile sağlığın  baş düşmanıdır. Yoksul ve  varsıl ülkelerde temel sağlık sorunları sürmekte hatta  her geçen gün toplumsal ölçekte etkili yeni sağlık sorunları eklenmektedir. Ekonomik büyümenin bir ülkenin gelişmişliğine, gelişmiş olmanın da her  zaman insani gelişmişliğe karşı gelmediği açıkça görülmüştür. En varsıl ülke ABD’de 50 milyon insanın hiçbir sağlık güvencesi yoktur.

Kapitalist ideoloji günümüzde modern kültürün merkezlerinden birini insan vücudu, sağlık, tıp ve sağlık hizmeti olarak yapılandırmıştır.

Kapitalist toplumlarda sağlık ve tıp adeta yeni bir ahlak, seküler bir din; toplumsal kontrolün yeni bir türü haline gelmiş durumdadır...

AKP Hükümeti’nin son zamanlardaki  kürtaj, sezaryen, doğum kontrol hapı, üç çocuk, alkol yasağı vs. atakları bir biyoiktidar kurma çabasıdır.  “…İnsan varoluşunun biyolojik boyutları üzerinden kurulan modern iktidarlardan biri de biyoiktidardır.  Biyoiktidarı egemenler anatomo-politik (vücut halinde insanı hedefleyen politik stratejiler)ve biyopolitik (tür halinde insana topluca yönelik politik stratejiler) olarak kurgularlar…”  (M.Foucault). Toplumda güç ve kaynakların dağılımında tp bir hegemonik alan olarak kullanılmak istenmektedir.

19. yüzyılda kapitalizmin bilime yaptığı etkiden tıp da kendine düşeni almış ve tıp bilimi toplumsal yerine biyomedikal perspektife yönelmiştir. Günümüz tıbbına uzunca bir süredir biyomedikal perspektif hakimdir. Kapitalizmin hegomonik projesinin bir parçası olan toplumun kontrol altına alınması ile tıbbın biyomedikal perspektifinin egemen kılınması yakın ilişki içindedir. Tıbbın biyomedikal perspektifi, hastalıkları bireyin sorunu olarak ele alır ve çözümü/tedaviyi cerrahi ya da farmakoterapi (ilaçla tedavi) olarak kurgular. Biyomedikal paradigmada hastalıklar mekanik bir kaza/hasar gibi görülür ve olanaklı olduğu ölçüde moleküler düzeyde nedenleri açıklanmaya çalışılır. Hastalıkların toplumların sosyoekonomik durumları ile ilişkisi göz ardı edilir. Bilimsel verilerin oluşturulmasının ve değerlendirilmesinin bir toplumsal süreç olduğu göz ardı edilir.Hastalıklar bireylerin vücutlarında ortaya çıktığı için toplumun herhangi bir sorumluluğu olmadığı kabul edilir. Toplumsal faktörler hastalıkların etyolojisinden soyutlanmaya çalışılmaktadır.

Durum bu kadar açık iken tıbbın siyasetle ne işi var diyenlere yanıtımız; İşimiz bu!

Biliniz ki, hekimlik mesleği seçimi, yalnızca bir kariyer tercihi değildir. Bu mesleği seçerken ve uygularken hümanizm ve insana hizmet etme güdüleri başat rol oynar. Tıp mesleğinin bu özelliği, hastalar ve toplum için binlerce yıldır büyük olumluluklara yol açmıştır. Hekimlerin meslekleri ile edindikleri insana hizmet etme ve hümanizm gibi değerler, bir birey olarak kişisel çıkarları doğrultusunda hareket etmelerine karşı güçlü bir denge oluşturmaktadır. Hekimlerin toplumsal olarak şekillendirilmiş bir bilinçle karar verdikleri kabul edilmektedir. Hekimlerin toplumsal eğitimleri birine, birinin ailesine ya da toplumun kolektif yapısına zarar verecek bir tercih yaptıklarında derin bir suçluluk duymalarına neden olmaktadır. Hekimlik ontolojik olarak toplum çıkarına uygun davranmayı gerektirir. Bu nedenle, halk isyan ettiğinde hekimler de isyancı olur…

ÖNCEKİ HABER

Brezilya; kentler isyanı

SONRAKİ HABER

Canavarın zamanı yok

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...