07 Haziran 2013 15:10

Derdimiz ne senin baban ne ötekinin amcası

İnsan ister istemez yazmak istiyor...Yasaklara, tekçiliğe dayatılan bireyselleşmeye karşı verilen bu mücadelenin oluşturduğu o bambaşka ortamı , duyguyu ,heyecanı ne yapsam da paylaşsam diye kendine dert ediniyor. Tabi beni bu mektubu yazmaya iten en önemli şey sınıftan arkadaşlarla kendiliğinden gelişen ve kafamızı gözümüzü değil, beyni

Derdimiz ne senin baban ne ötekinin amcası
Paylaş
Gülşah İmrek

İnsan ister istemez yazmak istiyor...Yasaklara, tekçiliğe dayatılan bireyselleşmeye karşı verilen bu mücadelenin oluşturduğu o bambaşka ortamı , duyguyu ,heyecanı ne yapsam da paylaşsam diye kendine dert ediniyor. Tabi beni bu mektubu yazmaya iten en önemli şey sınıftan arkadaşlarla kendiliğinden gelişen ve kafamızı gözümüzü değil, beynimizde dolaşan bir sürü soru işaretini çarpıştırmaya götüren o toplantıydı.

Malum insanlar hemencik facebook üzerinden toplanıverdi ya , bizimki de öyle bir şey oldu. “Arkadaşlar kimse bir tarafın temsilcisi olarak değil , ‘elini vicdanına koyarak’ gelsin.” Diyordu çağrıyı yapan arkadaş. Zaten bu artık bir  “Gezi Parkı” meselesinin ötesine geçtiği için , demokratik hakları için, özgürlükleri için, orada gaz sıkılan, joplanan, dövülen, sürüklenen insanların yaşadıklarına seyirci kalamadıkları için de oradaydılar bunu biliyordu bir kısım ama  “Tayyip Erdoğan’ın da her yaptığı şey kötü mü arkadaş?​” diye düşünenler de vardı. “Ben kemalistim,özgürlüklerim için destek veriyorum diyen de vardı, bunu arap baharına benzetmenin saçma olduğunu düşünen, dış mihrakların oyunu diyen de...Kürt arkadaşım ile Kemalist arkadaşım konuşabildi ama. Dini en büyük kutsalı ilan etmiş arkadaşım, çatışmalar esnasında yaralananların camiye sokulması ama bu sırada “ayağında ayakkabı ile camiye girmesi” bile tartışıldı. O bile yani..Onun kutsalı da oydu ve belki direnişin haklılığını anlamasına bir sebep olacaktı,bu yanıyla önemliydi ya zaten.

“BDP ve PKK neden bu sürece bir şey demiyor? Sırrı Süreyya Önder’in samimiyetine inanmamız için BDP’den istifa etmesi gerekiyor, PKK savunuculuğu yapmayı bırakması gerekiyor”dediğinde birisi, kürt arkadaşım ; “Sen müslüman ülkelerin birliğini savunuyorsun değil mi? Peki Azerbeycan PKK’yi terör örgütü olarak adlandırmıyor. Neden onun samimiyetini sorgulamıyorsun? Can kaybına tahammülü yok artık bu halkın. 30 yıllık savaş hiç yaşanmamış gibi davranamaz ki insanlar. Neden anlamaya çalışmıyorsun?​” demesi yetti de arttı bile. Taksim’de Apo bayrakları ile Türk bayraklarnın yanyana dalgalanıyor olması da arkadaşımıza bir cevap olabilirdi elbette. Türbanlı arkadaşım çok açık ifade edemese de çekinceli bir halde “Ben bu direnişe destek vermiyorum. Çünkü dış basın düne kadar bizim için iyi şeyler yazarken ne oldu da birden kötü yazar oldu. Ben güvenmiyorum.” Derken bugüne kadar ki tüm öğrenilmişlikleriyle, bir halk hareketinin nereden doğabileceği, bu insanların neye isyan ettiğini anlamak ,AKP’nin bugüne yaptığı çoğu şeyi destekleyen biri için kolaymıydı bir anda yüz çevirmek. Ama gelmişti oraya bir kere...

Tüm bu tartışmalar sürerken elbette en çok hissedilen şey, tartışmaya olan açlıktı. Bir üniversitede en olması gereken, en güzel sonuç veren ,anlaşılmak isteyen ve anlamak isteyenlerin yanyana olmasıydı. Ve elbette bir arkadaşın “Ben AK Partili biri değilim. Oraya giden insanları anlayabiliyorum. Ama insanlardaki polis nefretini anlayamıyorum. Benim babam polis. Aldığı emri yerine getiriyor sadece..İnsanlar hükümete olan öfkesini neden polisten, neden benim babamdan çıkarıyor?​” diye artarda dizilen cümleleriydi. Bende bunun her ne kadar burjuva özellikleri olsa da  küçümsenmemesi gereken bir halk hareketi olduğunu Arap Baharı ile taşıdığı benzerliklerin başında insanların talep ettiği şeyin “DEMOKRASİ” geldiğini yineleyerek söylüyorum ,“polis” adı üzerinde şehrin güvenliğini sağlayan devlet görevlileri anlamına geliyor ya, 31 Mayıs günü Gezi Parkı’nda ağaçların kesilip Alışveriş Merkezi yapılmaması için direnen insanlara açtığı savaş, insanların kafasında patlattığı gaz bombaları, bir eylemciye aynı anda iki tomanın su sıkıyor olması, doğrudan hedef aldığı Ostim’de çalışan işçi Ethem, Antakya’da hayatını kaybeden Abdullah Cömert, Ankara’da beyin kanaması geçiren yoldaşım Mutlu polisin artık  su veznesinde çalışan bir memurdan  farklı olduğunu göstermeye yetmiyor mu? Ben de biliyorum mesleğini bırakıp başka iş bulmanın bu ülkede çok zor olduğunu. Ama sadece kendimiz için yaşamadığımızı da ilan etmenin aracı olmadı mı bu direniş? Şu anda Taksim’de, gezi parkındaki paylaşım, dostluk, birliktelik bunu söylüyor bize. Mahallelerde tenceresiyle tavasıyla sokağa çıkan insanlar da öyle... Derdimiz  ne senin baban, ne ötekinin amcası, diğerinin halası...Diktatörlüğe oynayan bir Başbakan ve onun aygıtları derdimiz. Sadece polis de değil. İçişleri Bakanından tut Vali’ye kadar. Medyasından tut (Habertürk, CNN başta olmak üzere) emniyet müdürüne kadar. Bugün tüm bu görevlerde bulunan şahıslar halkın ve şehrin güvenliğini sağlama görevini çoktan terketti. Güçleri yetmediği için Taksim’i de terkettiler ya zaten. Halkına savaş açan bir hükümeti de aygıtlarının da neye hizmet ettiğini görmene neden olmadı mı tüm bunlar? Toplantıya “elini vicdanına koy” çağrısıyla geldiniz  ama sencede Başbakan’ın %50 diye nitelediği kesiminde, onun emriyle çalışanların da “elini vicdanına koyma zamanı” gelmedi mi?

ÖNCEKİ HABER

Şen çapulcular

SONRAKİ HABER

Vicdani ret olsa Ahmet de askere gitmeyecek

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...