01 Haziran 2013 17:42

Kaçak göçek hayatların peşinde…

Çevirin kafanızı, bakın etrafınıza. Bize benzer kadınların bize benzemez hikayelerine bakın. Bizi ayıran sınırların ötesinden gelmiş, ama aynı kadınca kaygılarla dövmelenmiş bedenlere bakın. Onlar devletlerin verdiği kağıdı, kuralı, yasası olmadan ama insanlığın yaşamı sürdürme, karnını doyurma ve geleceğe yüzünü ç

Kaçak göçek hayatların peşinde…
Paylaş
Şenay Kumuz


İNSANLIKTAN UMUT KESMEYE RAMAK KALA…

ANNA 30 yaşında. 7 yıl önce ailesi ile birlikte Türkiye’ye tatil için gelmiş Moldovya’dan. Kendinden önce Türkiye’ye yerleşen kız kardeşinin Türkiyeli biri ile evlenmesi de kolaylaştırmış Anna’nın Türkiye’de kalma fikrini. Ama burada yaşam hiç de tatilde göründüğü gibi olmamış onun için. “Anlamıyorlar, çok kötü davranıyorlar kadınlara” diyor sesi burkularak. “Bazen işten çıkıp evime gittiğimde bedenimin tamamen kirlendiğini düşünüyorum. Saatler boyu ağlıyorum”.
Onun Moldovyalı olduğunu öğrenen her erkeğin ona yaklaşımının farklılaşması Anna’ya bunu söyleten. Sürekli uğradığı tacizleri anlatırken tacize uğramamak için kendince bulduğu yöntemleri de anlatıyor. “Türkler gibi giyinmek, onlar gibi davranmak, hatta toplu taşıma araçlarında tek başına koltukta oturan erkeklerin yanına oturmamak”.  
Ama yine de tacizlerinden kurtaramamış kendini.   Çok kez evine gittiğinde tüm o bakışlar ve elle yapılan tacizlerden ruhen kendini kurtarabilmek için ağlayarak saatlerce duş aldığını anlatıyor. Moldovya’dan arkadaşları gelmiş bir seferinde Anna’yı ziyarete, fark etmişler ki Anna otobüste erkeklerin yanı boş olsa da oraya oturmuyor, ayakta bekliyor. “Bana neden diye sorduklarında anladım ki bu Türklerin anlayışı ve algısı, ben de onlar gibi davranmaya başladımsa demektir ki olumsuz değişim göstermeye başlamıştım. Öyleyse gitme vakti gelmiştir.”
Ülkesinde öğretmenlik yaparken burada çocuk bakıcılığı ve tezgahtarlıkla geçinmeye çalışmak ağır geliyor ona. Ama asıl ağır gelen göçmen kadınlara yapılan “köle muamelesi”.  “Öyle ki” diyor “göçmen kadınlar aşık olarak evlendiklerinde bile bir süre sonra kocaları onlara her şeyi yapmaya hak görüyor. Şiddet, çocuklara el koyma, sürekli tehdit…”
1994 yılında Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra özellikle Türkiye’ye göç eden Rus kadınlarının Nataşa adı ile ünlenmesi ve gördükleri muameleden çok fazla rahatsız olan Anna, ne bu algının ne de onları zora sokan yasaların değişeceğini düşünüyor. Yüreğini hepten kaplayan bu düşüncenin sonucunda yakın zamanda Amerika’ya göç etmeye karar vermiş. Fatih’te buluştuğumuz kilisede ona destek veren insanlardan büyük güç aldığını söylüyor:  “Eğer bu insanlarla karşılaşmasaydım Türklerle ilgili çok fazla olumsuz düşüncelere kapılabilirdim.”. Ve şimdi yeni bir göç için gün sayıyor…


KORKMADAN YAŞAMAK NASIL BİR ŞEYDİ?

LİLİTH, Ermenistan’dan Türkiye’ye 3 yıl önce eşi burada iş bulduğu için gelmiş. Küçük bir kızı var. Ülkesinde gazetecilik yaptığını söyleyen Lilith’in de eşinin de çalışma izinleri yok aslında.  Ama ülkesinde de çalışacak iş yok. Şimdi kilisenin bir bölümünde derslik olarak hazırlanan yerde 9 Ermeni öğretmenle birlikte 100 kadar göçmen çocuğa öğretmenlik yapıyor. “Kaçaklık” zor mesele. En çok istediği şey korkmadan, sürekli arkasını kolaçan etmeden kalabalığa karışabilmek. “Polisten korkacak bir şey yapmadım ama korkuyorum. Bu ülkenin vatandaşları nasıl korkusuzca yaşıyorsa ben de öyle yaşamak istiyorum.  Bana serbest dolaşım hakkı vermiş olmalarını isterdim.  Ben Ermeni olarak doğdum ve topraklarım da Ermenistan, orası beni çekiyor ve elbette bir gün kendi ülkemde yaşamak isterim. Umarım bu çok zaman almaz” diyor. Üç yıldır İstanbul’da ama bir kez bile İstanbul’un farklı bir mahallesine gitmemiş…  Kaçaklık mı tutsaklık mı yaşadıkları, bilmiyor.


ÇALIŞMA İZNİ TACİZİ BİTİRİR Mİ?

12 yıl önce Ermenistan’dan gelen Gayannez,  Osmanbey’de bir mağazada çalışıyor. Yıllar önce Türkiye’ye turistik bir ziyaret amacıyla gelmiş ama burayı çok beğendiği için kalmaya karar vermiş.
Erivan’da hemşire olarak çalışan Gayannez, ülkesinde aldığı hemşirelik diplomasının burası için yeterli olmadığını söylüyor. “Ülkemde yaşamayı sevmiyorum o yüzden geldim” dediği Türkiye’de kaldığı 12 yıl süresince bir sürü sıkıntı yaşamış. Bir evlilik yapmış sonra boşanmış,  formalite bir evlilik değilmiş yaptığı  “Severek evlendim ama sonra olmadı” diyor. Yaşadığı en büyük sorunun ise Türk erkekleri olduğunu söylüyor.
Kırık Türkçesi ile “Ben Türkiye’de normal erkek görmedim” diyor ve ekliyor: “Kadınlara mal gibi bakıyorlar. Yalnız yaşamak çok zor, bunu erkeklere anlatmak zor, eğer yalnızsan her türlü hakkı kendilerinde görüyorlar. Uğradığım tacizin haddi hesabı yok.”
Vatandaşlık hakkı almış olmak ona göre çok büyük avantaj. Ama bu hayatında ne değiştirmiş diye sorarsanız çok da büyük farklılıklar sayamıyor, o da diğer kadınlar gibi Fatih’teki bu kiliseye sığınmış. Ve sığıntılık duygusu onun da yakasını bırakmıyor.

ÖNCEKİ HABER

Kadınlar gerçek bir eşitlik için mücadele ediyor

SONRAKİ HABER

Gerçek bir yaratıcı yazar: Orhan Kemal

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...