Son lig
Modern roman Avrupa'da doğdu. Kaynağı burjuvazi bireyinin birbirine içini dökmekte kullandığı mektuptu. Okuru,belirgin ağırlıkta kadındı. Roman trivial, kaba, sıradan, çok satar yani kültürel endüstrinin pazar meta olduğunda da ağırlık evde yaşamaya mahkum kadın okurca temsil edildi. Orantı endekslerini bilmiyorum, ama günü
Modern roman Avrupa'da doğdu. Kaynağı burjuvazi bireyinin birbirine içini dökmekte kullandığı mektuptu. Okuru,belirgin ağırlıkta kadındı. Roman trivial, kaba, sıradan, çok satar yani kültürel endüstrinin pazar meta olduğunda da ağırlık evde yaşamaya mahkum kadın okurca temsil edildi. Orantı endekslerini bilmiyorum, ama günümüzde, bizde, Kerime Nadir’den, Selim İleri’den, Ayşe Kulin’e, Ahmet Altan’a ve sabun köpüğü (soap opera) dizilerimize tüketici ağırlığı anlaşılır sosyo-ekonomik nedenlerle kadınlarımızca, liseli kızlarımızca önemli ölçüde temsil ediliyor gibi görünüyor sanırım. Kadınların, kızların, son zamanlardaki medyatik yönlendirmelere rağmen “futbolun” (şans oyunlarının) tüketicisi tamamen erkekler. Pazar ekonomisinin, kültür endüstrisinin ayrılmaz parçası bu iki alan, maddiyattan çok ideolojik getirileriyle önem kazanıyor; siyasetin belirleyici müdahaleleri, araçlaştırma projeleri, daha çok bu ikinci bölgede belirginleşip duruyor. Öteki alan, sıradan kültür ürünlerinin alanı, zaten varoluş haliyle “siyasi” ve de ideolojik görevini kendiliğinden yerine getiriyor.Oysa Ayşe Kulin’den Ahmet Altan’a, peşpeşe dizilmiş “dizilerden” şöyle bir kaçına işaret etmek yeter. Bu bölge “kapitalist-liberal ekonomik-devletin ideolojik araçlarına katkı yapmaya kendiliğinden kayıtlıdır.
Gelgelelim bu iki tüketim endüstirisi pazarının arasında radikal bir fark olduğunu düşünüyorum.
Sıradan kültür araçlarının, ürünlerinin (trivial edebiyatın, dizilerin) tüketiminin, ancak kültür-sanat teorilerinin temelinde yapılabilen çözümleme ve eleştirilerle muhtemel muhalif bilinç oluşumunun önünü tıkadığı, bu tıkanlıklığın teorik çözümlemelerle aşılabileceği umulurken, “futbol” bir anlamda muhalif bilinci kendi iç diyalektiği sayesinde üretebilecek hale gelmiş/getirilmiş gibi görünüyor.
Futbol tüketicisinin, son yazımda belirttiğim gibi, futbolun büyük bir hızla siyasetin içine, hem de en gündelik kaygılarla çekilip durduğunu gördükçe, tükettiği ilişkinin kendine yabancılaştırıldığını kavramasa bile şimdilik algılamaktadır. Farkındalık üzerinden bilinçli tepkiye bir süreç duruyor önümüzde. Tüketicisi futbolunu salt, tertemiz! haliyle geriye isteyecektir. İstedikçe de (son bir iki yılda olduğu gibi) genelde sistemin özelde “buradaki” hegemonyanın ideolojik-siyasal kodlarını çözmeye yönelecektir. Futbol camiası, kendi bilincine varma sürecinde sosyal bilince ve daha üst düzlemdeki çözümlerin şart olduğunu anlamaya başlayacaktır. (Bu iç diyalektik önlenemez, diye düşünüyorum. Belirtileri de hızla artıyor. Taraftar gruplarının spontan gösterilmeye çalışılan itirazları adım adım spontanite düzleminden bilinçlilik düzlemine kayacaktır. Ve sistem bunu önlemek için “futbolu” mitolojik korumalar içine aldıkça, inandırıcılığını da gerçek olgular karşısında yitirecektir.
Bu son lig! Kendi çelişkileri içinde boğulan sistemin –bu bölgede de- doğal sınırlarını çoktan aşmak zorunda kaldığını gösterdi: Türkiye için olağanüstü sayılacak ekonomik girişimlerle alt edilmez güce ulaşan bir takım, gerisi “tiyatronun” figüranları. Çözümlenemeyecek kadar karmaşık ilişkilerin çatışma figüranlarına dönüştürülmek istenilen oyuncuların, onların takımlarının aracılığıyla ve üzerinden yürürlüğe konmak istenilen projeler. Güç ilişkilerinin hodri meydanı; husumetlerin, hatta –niye olmasın- kişisel meydan okumaların, bölgesel, kentsel rekabetin sergilendiği muharebe meydanı. Gerçek hayatları, yaşantıları, kitlelere aslında pozitif değil de bulunmaz negatif modeller sunabilen “idoller”, yıldızlar. (Bir önemli çelişki de, yabancı oyuncuların gerek kişisel, gerek ekole bağlı ama asıl eğitim kökenli olduğu apaçık belli olan becerilerinin buradaki külüstür, rasyonellikten uzak futbol/spor eğitimine açık kanıtlarla eleştiri sunmaları. Dahası, yabancı oyuncuların büyük bir çoğunluğunun farklı bir oyun/futbol kültürünün belirgin davranış ve hatta etik/dostluk kotlarını paylaşmaları vb .)
Dizilerin, çok satar edebiyatın, vb alanında tamda bu alanın manipülasyonları titiz, derin teorik çözümlemelerle bile afyon olma özelliğini sürdürüp durmaktadır. Oysa futbol, medyatik, kaba-saba manipülasyonlarla iç diyalektiği etkisizleştirilemez bir ilişkiler alanı oluşturmaya çok yatkındır. Ayşe Kulin romanı üzerinden okuru birbirini gırtlaklamaya yönelten uyuşmazlıklar masalsıdır; sahalara, tribünlere yansıyan ölçüsü denetlenemeyecek tepkiler ise, doğru hedefini eninde sonunda bulacaktır. Orada Ahmet Altan vari “Son oyunlara” sanılanın aksine, kanacak kimse yoktur.