20 Mayıs 2013 07:31

Suriye Konferansı’nda işler kolay değil

Ali Karataş / Yusuf Ertaş

Bu saptamayı yapmak için son on günlük gelişmelerin trafiğine bakmak aslında yeterli, hemen aktaralım. Hatta ülkemizden başlayalım: Suriye’ye sınır olan Hatay’ın Reyhanlı ilçesinde cumhuriyet tarihinin en büyük saldırısı gerçekleşti. Bu saldırı basında geniş yer buldu. Assafir’de yazan Lübnanlı akademisyen Muhammed Nureddin bu patlamaları “Türkiye’nin cehenneme girişi” olarak değerlendirdi. Her ne kadar Türkiye, Suriye rejimini sorumlu tutsa da saldırıyı cihatçı militanların yapmış olma olasılığı da yüksek. Ürdün’deki Selefiler, Bahreynli ve Pakistanlı savaşçılar Özgür Suriye Ordusu’na  karşı savaşmak için Suriye’de Hizbullah’a katıldıkları açıklamasını yaptı. Bugüne kadar resmi olarak Suriye krizinde net tutum alamayan Ürdün Hükümeti, muhalefetin silahlanmasını desteklediğini açıkladı. Suriye krizini birebir etkileyen ve krizden etkilenen Irak’ta,  güvenilir kaynakların verdiği bilgilere göre Şiileri ve Sünnileri hedef alan bombalı saldırılarda en az  67 kişi öldü, 136 kişi de yaralandı. Bu arada Suriye demokratik muhalefeti, Kürtlerin de katılımıyla demokratik bir kutup oluşturulması gündemiyle Kahire’de toplandı. Muhalif  Fahd Al Başa,  “Demokratik kutup,  Suriyeli Müslümanlara karşı değildir” açıklamasını yaptı.

DÜNYA BAŞKENTLERİNDE 'SURİYE KRİZİ'

Moskova, Washington ve Abu Dabi’de Suriye’ye yönelik diplomatik hamleler hız kazandı. ABD Başkanı Obama ile İngiltere Başbakanı David Cameron arasında yapılan görüşmeden, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu arasındaki görüşmeye,  ve son olarak aralarında Türkiye’nin de bulunduğu beş Arap ülkesinin Abu Dabi’de gerçekleşen başka bir toplantısında diplomatik çabalar arttı. Erdoğan bu çerçevede ABD’de Obama ile görüştü. Abu Dabi’de dışişleri bakanlarının katıldığı bir toplantıda Suudi Arabistan, Ürdün,  Birleşik Arap Emirlikleri,  Mısır ve Türkiye, “Esad’lı bir gelecek mümkün değildir” açıklamasını yaptı. Tabii bu açıklamanın ne kadar etkili olduğu tartışma konusu olsa da Erdoğan’ın ABD ziyareti öncesi yapılmış ve Türkiye’nin kendi duruşunu güçlendirmek için atılmış bir adımdı. Erdoğan’ın ABD gezisini, Maannews adlı internet sitesi, birçok gazete gibi "Suriyeli isyancılara karşı Obama’nın ihtiyatlı yaklaşımı Ankara’da hayal kırıklığı yarattı", yorumuyla verdi. Sayfada yer verdiğimiz “Cenevre 2 ve Suriye’de muhalefet mozaiği” Arib Rantavi imzalı yazı uluslararası aktörlerin yanı sıra Suriye muhalefetinin karakterinden kaynaklı olarak silahların susmasının zor dolduğuna dikkat çekiliyor.

Al Monitor’dan aktardığımız Kadri Gürsel’in yazısında ise Türkiye’nin ABD çizgisine geldiği noktasında dikkat çekici tespitleri var.


EN İYİSİ ÜÇE BÖLÜNMÜŞ SURİYE

İsrail’de yayınlanan Haaretz gazetesi, bir askeri yetkiliye dayandırarak verdiği haberde Suriye iktidarının devrilme hızı ile ilgili yanıldıklarını ifade etti. Gazete “Esad’ın devrilmesi ve muhalefetin iktidara gelmesi” fikrinin şu an İsrail’in çıkarları için faydalıdır” düşüncesinin en az kabul gören görüş olduğunu vurguladı. Aynı haberde Suriye’nin üçe bölünmesinin İsrail için en uygun senaryo olduğu ifadesi yer aldı.

Amerikan istihbaratının Başkan Vekili John Parter İsrail’e yaptığı ziyaret sırasında İsrail’in Suriye’de  münferit operasyonlardan imtina etmesini istediği aktarıldı.


ŞEYH: İRAN’IN MÜDAHALELERİNİ REDDEDİYORUZ

El Ezher’in şeyhi Doktor Ahmed Al Tib, Dubai’de verdiği demeçte El Ezher’in, İran’ın özellikle Suriye, genel olarak körfez ülkelerindeki müdahalelerine karşı olma noktasında güçlü bir duruşa sahip olduğunu ifade etti. Şeyh körfez ülkelerinin, Arabistan’ın ve Türkiye’nin, bugüne kadarki Suriye’ye yönelik müdahalelerine ise ses çıkarmadı.

Bu arada bizim basınımızda çok yer bulmasa da Arap Körfezi’nde son yılların en büyük tatbikatı gerçekleştirildi. Her ne kadar katılan 21 ülkenin ABD’li komutanı, “Hiç kimseye gözdağı vermek amacında değiliz” dese de Arap körfezinde tatbikat Suriye krizinin bir tarafı olan İran’a yönelikti.


CENEVRE 2 VE SURİYE’DE MUHALEFET MOZAİĞİ

Arib Rantavi / Addastur/Ürdün

Muhalif Suriye Ulusal Koalisyonunun şartı, Suriye rejimi ile her türlü görüşmeyi reddetmek. Muhaliflerin hedefinde Esad’ın ve rejiminin gitmesi ve iktidarın dizginlerini ele geçirmek var.

Koalisyon, Suriye rejiminin katılacağı, bir çırpıda hazırlanan Cenevre 2 konferansında ne yapacak? Koalisyon şartına bağlı kalarak, Nusra Cephesi gibi Rusya ve Amerika’nın girişimiyle gerçekleştirilecek olan konferansı boykot mu edecek?

Veya şart için “ne bu salaklık?​” diyecek, böylece tarihte muhalifler ve devrimler açısından esas şart “mücadeleyi yükseltmek” diyerek bir emsal mı teşkil edecek?

Koalisyon Cenevre 2’ye gidecek. Bu her koşulda şüphe götürmeyen bir durum. John Keryy’nin Moskova’da verdiği net ve kesin mesajlar bunu gösteriyor.

Koalisyondaki şahinler güvercinlere döndü veya dönecek. Bu şahinler, hem finansal olarak hem de politik ve güvenlik olarak onlara mahkum oldukları için ait oldukları başkentlerden yeşil ışık bekleyecek.

Lakin teyit edilen bilgilere göre görüşmeler için koalisyon bir delegasyon oluşturmak üzerine. En ciddi görüşmeleri koalisyonun liderleri gerçekleştirmiyor. İstanbul’da gelecek ayın 23’de gerçekleşecek muhalefetin toplantısı da beklenmeyecek. Görüşmeler Fransa, Britanya ve ABD Büyükelçileri ile muhalifler arasında. Tabii Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye istihbaratına danışarak. Lakin koalisyonun sıkıntısı bununla sınırlı değil. Koalisyonun kendisi baştan kendi içinde bölünmüş durumda. Nüfuz sahipleri, komisyoncuların ortasında görüşmeci ekibi seçecek. Koalisyonun liderliğini Arap devletleri tanımasına rağmen, demokratik kutupu kurma koordinasyonu,  muhalefetteki merkezi sorunlardan birini oluşturuyor. İkincisi silahlı muhalefetin görüşmelere katılması.

Burada bir de ikna edilecek silahlı muhalefet vardır. Yoksa silahlar susmayacaktır. Bunlardan daha önemlisi uluslararası raporların uzlaşması ışığında çatışma alanlarındaki Nusra Cephesi ve cihatçı akımların görüşmeleri reddetmeleri durumudur. “Siyasi çözüm” çabaları için Suriye muhalefetindeki bu parçalı durum nasıl son bulacak? Bu durum görüşmeleri ve sonrasını nasıl etkileyecek? Bu soruların cevabı meçhul.


 

Kadri GÜRSEL

Al Monitor

Ayrıldıkları kesin olan nokta hedef değil, bu hedefe nasıl varılacağı idi.

16 Mayısta Beyaz Saray’da gerçekleştirdikleri görüşmelere kadar, bu iki liderin “Esad’sız Suriye” hedefinin araç ve yöntemlerinde nasıl ayrıldıkları hakkında net biçimde konuşmak mümkündü.

Hem de son zamanlarda görüş ayrılıkları bir kontrast oluşturmaya başlamıştı. Ayrılık öncelikle Suriye’deki nasıl bir çözümün desteklenebileceği hususunda belirginleşiyordu.

Suriye’deki ayaklanma, önce bir iç savaşa dönüşmüş sonra bu iç savaş bölgeselleşme eğilimi taşımaya başlamış olabilirdi ama işte Baas Rejimi halen ayaktaydı ve yakın zamanda yıkılacağına dair bir emare görünürde yoktu. Buna rağmen Ankara askeri çözümde ısrar ediyor ve Suriye’nin kısmen işgali anlamına gelebilecek “güvenlikli bölgeler kurulması” tezini savunmaya devam ediyordu.

Washington ise bir askeri çözüme, hele kendisinin başı çekeceği bir askeri müdahaleye başından beri hiç sıcak bakmamıştı ve bunun kendince çok haklı nedenleri vardı. Obama yönetimi, ABD Dışişleri Bakanı John Kerry ve Rus mevkidaşı Sergey Lavrov’un 7 Mayısta Moskova’da yaptıkları görüşmede ortak bir anlayışa vardı.

Vardıkları ortak anlayışta da somutlaşan bir politik/diplomatik çözümü savundular. Washington’un gözünde muhaliflere destek ve yardım ise ancak bu çözümü kolaylaştıracak, bir baskı unsuru olarak belirginleşiyordu. Bir alt başlık olarak Washington ile Ankara’nın cihatçılar karşısındaki tutumundan bahsetmek gerek.  Washington, Ankara’nın topraklarını başta El Kaide yanlısı El Nusra Cephesi olmak üzere cihatçı unsurlara açmış olmasından hem Suriye’nin geleceği hem de kendi güvenlik kaygıları nedeniyle rahatsızdı ve bunu Ankara’ya çeşitli biçimlerde hissettiriyordu.

İkinci en önemli ayrılık noktası, Ankara’nın herhangi bir diplomatik-siyasi çözüm sürecinin başlaması için “Esad’ın gitmesini” bir önkoşul olarak dayatmasıydı.

Ve Beyaz Saray’daki randevudan önce merak konusu olan, iki tarafın pozisyonlarının birbirlerinden nasıl etkileneceği idi... Başbakan Erdoğan, Washington’a “Esad’sız askeri çözüm” politikası başarısızlığa uğramış bir lider olarak gitti. Dahası var. Erdoğan, Washington’da görüşme masasına aynı zamanda, izlediği yanlış Suriye politikası, ülkesinin güvenlik ve istikrarını tehdit altına sokmuş, kırılgan mezhepsel fay hatlarında aşırı bir olumsuz enerji birikimine neden olmuş bir lider olarak oturdu. Suriye sınırında, yüz binlerce Arap Alevisinin yaşadığı Hatay vilayetinin Reyhanlı ilçesinde 11 Mayısta patlayan bomba, sadece 50’den fazla kişinin ölümüyle 150 kişinin yaralanmasına neden olmadı...

Erdoğan’ın pozisyonunu da önemli ölçüde sarstı. Dolayısıyla, Erdoğan Washington’a Suriye politikasını artık değiştirmesi yönündeki telkinlere açık hale gelmiş, zayıflamış bir lider olarak gitti.  Obama soru cevap bölümünde “Cenevre 2” sürecinin muhalefete verilen desteğin azaltılması anlamına gelmediğini şu sözcüklerle ifade etti:

“Suriye’deki gibi olağanüstü şiddet içeren ve zor bir durumla baş etmenin sihirli formülü yoktur. Yapmamız gereken, muhalefeti güçlendirmek ve sabit bir uluslararası baskı uygulamaktır. Cenevre’de Rusların ve temsilcilerin katılımıyla bütün tarafların benimseyebileceği ciddi bir politik dönüşümü öngören müzakere perspektifi sonuç verebilir diye düşünüyorum.” Obama’nın pozisyonunu en özlü biçimde bu sözler özetledi. Şimdi bakalım, Başbakan Erdoğan ne demiş?

“Suriye ile ilgili yapılması gerekenlere yönelik düşüncelerimizin örtüştüğünü gördük. Suriye’de kanlı sürecin sonlandırılması için ABD ile tam bir mutabakat içerisindeyiz. Suriye’nin terör örgütlerinin faaliyet sahası olmasının engellenmesi önceliklerimiz arasındadır.” Politik mantık, Amerikan tarafının Ankara’dan yakın ilişki içinde olduğu muhalif grupları, Cenevre sürecine angaje olmaya ikna etmesini istemiş olduğunu düşünmemizi emreder.

Netice şu: Düne kadar aşırıcı, hayalci ve ideolojik bir Suriye politikası izlemekte olan Ankara hükümeti, 16 Mayıs tarihi itibarı ile mutedil ve rasyonel ana akıma ve merkez politikalara biraz daha yakınlaşmış bulunuyor.

evrensel.net

Evrensel'i Takip Et