07 Mayıs 2013 12:59

Avrupa çırpındıkça batıyor

Avrupa içine düştüğü krizden bir türlü çıkamaz oldu. Bir yanda Almanya Başbakanı Merkel, tüm Avrupa’yı neoliberal bir çerçeve içine sokmaya çalışıp Alman sermayesinin etki ve kontrolü altına almaya çalışırken... Diğer yanda ‘büyük’ Avrupa düşüncesinin mağdurl

Avrupa çırpındıkça batıyor
Paylaş

Arif Koşar

Avrupa içine düştüğü krizden bir türlü çıkamaz oldu. Bir yanda Almanya Başbakanı Merkel, tüm Avrupa’yı neoliberal bir çerçeve içine sokmaya çalışıp Alman sermayesinin etki ve kontrolü altına almaya çalışırken... Diğer yanda ‘büyük’ Avrupa düşüncesinin mağdurları... ‘Sosyal’ Avrupa, ‘güzel’ Avrupa, ‘cici’ Avrupa derken, Almanya ve Fransa emperyalizmin çıkarlarının gün gibi ortaya çıkışı ve krizdeki ülkelerin adeta birer safra muamelesi görmesi. Doç. Dr. Sinan Alçın hem Avrupa’da süregelen krizi hem de Avrupa Birliği projesinin ahval ve şeraitini değerlendirdi.


Kıbrıs, Yunanistan, İspanya, Portekiz, İtalya, hatta Fransa’da kriz ve yankıları sürüyor. Neler oluyor Avrupa’da. Birlik projesi çöküyor mu?
Avrupa Birliği’nin ilk ortaya çıkışı Avrupa Kömür Çelik Topluluğu, daha sonra Avrupa Ekonomik Topluluğu, son olarak AB. Hedef siyasal birlik. İngiltere Eski Başbakanı Churchill’in bir hayali vardı. “ABD gibi biz de Avrupa Birleşik Devletleri kurmalıyız” diyordu. Ama bu amaçtan uzaklaşıyor AB. Hızlı bir genişleme sürecine girdi. Bu genişleme de Almanya ve Fransa arasında bir çatışma alanı olarak görülürken, giderek ipi Almanya’nın göğüslemesi, diğer ülkeler üzerinde de Almanya’nın hegemonik güç haline gelmesine neden oldu. Başlangıçta Almanya ve Fransa belki eşit oranda bu ülkelerde dernek ve fon grupları aracılığıyla eşit oranda etkide bulunabiliyordu. Bu ülkeler AB’ye üye olmadan hem Almanya hem de Fransa dernekleri buralarda fonlama yapmıştır. Hedef, bu ülkeler AB’ye bağlanırken Almanyacı ya da Fransacı yapılmalıydı. Kültürel yayılmacılık amacı da vardı yani. Ama tarih boyunca düşman olan iki kardeşten Almanya başarılı oldu. Parasal birlikse ekonomik birliğin en uç noktasıdır.

Parasal birlik demişken... Biraz bunun üzerinde duracak olursak...
Parasal birliğin, Avro Birliğinin öncesi çeşitli ticari birlikler, gümrük birliği vb. Ülkelerin ulusal para birimleri parasal birlikte ortadan kaldırıldı. Avroya dönüş yapıldı. Neden peki böyle bir şey oldu? Çünkü, yine bir 20 yıl öncesine döndüğümüzde şöyle bir durum vardı: Bir tarafta ABD ve yıkılmış Sovyetler Birliğinden kalan, bir anlamda paylaşılmaya açık bir birikim alanı, diğer uçta ise Japonya vardı. Fakat son 10 yılda Japonya tarihinin en büyük en ağır resesyonunu yaşadı. Dolayısıyla bir aktör olmaktan çıkmış halde. Şimdi o süreç içerisinde, yani ABD’nin gücü aynı zamanda Bretton Woods sisteminin dağılması, dolar ile altın bağlantısının kopması şöyle bir durum yarattı: ABD doları tüm dünyada geçer akçe fakat karşılıksız. Altın bağı kopartılınca şuna dönüştü mesele: Amerika, elinde yeşil mürekkep ve matbaası olduğu sürece tek güç olmaya devam edebilir.

Peki, nedir bunu sağlayan şey?
Dünya ticaretini ABD Doları üzerinden yapmakta. İşte Çin’i düşünelim mesela. Yıllar itibarıyla baktığımızda sürekli olarak dış ticaret fazlası veriyor. Son 20 yıl için söylüyoruz bunu. Ortalama dış ticaret fazlası Çin’in 500 ile 700 milyar dolar düzeyinde değişiyor yıllık. ABD’nin dış ticaret açığına baktığımızda ise 400-450 milyar doları buluyor krize kadar geçen dönemde. Bu şöyle bir tablo: Amerika parasıyla Çin’deki üretimi finanse etmiştir. Yani Çin’in tamamen bir üretim hapishanesine dönüşmesinde Amerikan parasının varlığı büyük bir rol üstlenmiştir.  2008 krizi ortaya çıkmadan önce, işte bunlardan biri Avrupa alanı, Amerikan dolarına alternatif bir güç elde ettiler. Çünkü parasal gücü elde edemediğinizde siyasal olarak başarı elde etme şansınız yok.
1998’de Uzak Doğu ülkelerinin yaşadığı kriz, o zamana kadar kapitalizmin iyi çocukları olarak gösterilen, ‘kaplan’ olarak anlatılan ülkelerde ne oldu? Şu oldu; ticaretlerin tamamını dolar üzerinden yapılıyordu ve dolardaki değerlenme bu ülkelerin hem hammadde alımını güçleştirdiği hem de mevcut ürünlerin satışını zorlaştırdı ve kriz böyle patladı. Bunu gören ülkeler özellikle 98 sonrasında nasıl yaparız da bu ABD dolarından kurtuluruz hesabına girdi. Bir tarafta AB, parasal birliği oluşturdu. Diğer yandan avroyu, dolarla yarışabilecek bir para olarak ortaya çıkardı.


‘ÖNLEMLER’ KRİZİ ÇÖZMÜYOR

Avro Birliği ABD’nin dünyadaki ekonomik ve siyasal etkinliğine karşı bir hamle olarak algılanabilir öyleyse?
Tabii, öyle. Avrupa daha rijit bir sistem kurdu. Hinterlandında yer alan ülkelerin tamamının para birimleri ortadan kalktı. Böylesi bir Avrupa... Avrupa merkez, yarı çevre formülasyonu içinde Avrupa Birliği içindeki başat ülkelerin temel hedefi tasarımcı ülke olmaktı. Bunun için de hedefler koymuştu. 6. Çerçeve planında 2010 yılında dünyanın teknoloji merkezi olma hedefini koymuşlardı önlerine. Bunu belirlerken de küçük ve orta ölçekli işletmeleri de sürece katacağını ifade etmişti. Fakat 3 yıl geçmeden, 7. Çerçeve Planında “öngördüğümüz hedefler Avrupa alanı için uygulanabilir değil” dediler. Bu hedeften vazgeçti. Vazgeçerek şunu yaptı: “Küçük orta boy işletmeleri teşvik etmek yerine büyük boy sermaye gruplarını ve birleşmeleri teşvik etmeliyiz” dedi.

Tekelleşmeyi?
Evet, dolayısıyla Avrupa’da tekelci yapı güçlendi. İşte Avro ile ABD Doları arasındaki ilişki de bu. Bir de son dönem bu kur savaşları tartışmaları var. Orada da şu: Örneğin Yuan’ın değeri düştüğünde Amerikan Doları karşısında Çin’in ihracatı artar, çünkü Çin’deki mallar elinde ABD Doları bulunan dünyanın herhangi bir yerindeki satın alan kişi açısından ucuzlamış olur. Ticaretin artması, üretimin artması aynı zamanda büyümenin sağlanması anlamına geliyor. Avrupa’nın Japonya’yla beraber içinde kıvrandığı temel sorun bu kriz ortamının dışında büyüme sorunu var. Avrupa durgunluk içerisine girmiş bir bölge. Üretimin organize edilmesi gerekiyor. Bunu da sağlayabilecek kabiliyetleri yok. Bunu sağlayabilmenin ilk koşulu bir değersizleşme süreci yaratabilmek para biriminde. Burada şu oluyor: Bir ülke bir hamle yaptığında,- burada mesela Çin’e çok eleştiriler geliyor- kuru çok düşük tuttuğu konusunda – ki doğrudur, bunu yapıyor Çin-, ticarette de üstünlük sağlamış oluyor.

Avrupa bunu yapamadı. Ama Avrupa’da krizin Yunanistan, İrlanda, İtalya, İspanya, Portekiz gibi ülkelerde ağır bir biçimde yaşamasının sebebi nedir? Birliğin faturasını onlar mı ödüyor?
O ülkelerde deregülasyon sürecinin getirdiği birçok riskler var. Bunun dışında işsizlik çok önemli bir sorun. İspanya ve Yunanistan’da uzun zamandır çok önemli bir sorun.

Yüzde 25’in üzerinde...
Bunun dışında Fransa’da da benzer bir durum var. Yüzde 14’ün üzerinde. Almanya’da bu Hartz 4 yasalarıyla başlayan güvencesiz istihdam politikaları tüm AB ülkelerinde hızlı bir biçimde yasalaştı. Bu durum insanların gelirlerinin düşmesine yol açtı ve yol açıyor. Uzun süren işsizlikler yine uzun süreli gelir kayıpları Avrupa halklarının hızlı bir biçimde yoksullaşması problemini de doğurdu.
Şimdi bu yoksullaşma beraberinde üretilen malların satılamaması sorununu da beraberinde getirmekte. Şimdi bir yandan bizde de uygulanan yeni esnek çalışma yöntemleri, performans sistemleri devam edip giderken diğer yandan da hiçbir şey iyileşmiyor, her şey daha kötüye, daha kötüye, daha kötüye gidiyor. Yani kemer sıkmayı bir borç yönetimi olarak algıladığınız sürece o kemerde hiç delik kalmıyor. Yunanistan buna örnek. Uzun süredir kemer sıkma politikaları izliyor, üretim potansiyelinin çok gerisinde kalmış bir ülke. Yani Yunanistan’ın, İspanya’nın, kısmen Fransa’nın, Portekiz’in yaşadığı kriz reel bir krizdir Kıbrıs’tan farklı olarak.


ALMANYA-FRANSA İLİŞKİSİ NE DURUMDA?

AB içinde Almanya ve Fransa ittifakı öne çıkıyordu. Ancak Fransa’da seçimlerden sonra AB içinde de bir Almanya-Fransa kutuplaşması ortaya çıktı. Mesela krize karşı önlem konusunda. Holland kemer sıkmayla beraber büyümeyi sağlayacak önlemleri  de savunur gibi. Böyle bir bölünme var mı?
Şunu net olarak ifade etmek lazım ki, AB projesi emperyalist bir proje. Dolayısıyla genişleme kapsamına aldığı ülkelerin tamamını birikim alanı olarak görür. Ve onları kapitalist birikim alanına eklemleme yegâne çabası ve isteği olur. Bu çaba içerisinde Almanya’nın Merkel ile simgeleşen jandarmalık rolü var. Kriz içindeki ülkelerin Almanya’ya çok büyük tepkileri var. Çünkü şunu görüyorlar ki, bir özgürlük ve demokrasi diyarı olarak düşledikleri AB, kendilerini tamamen baskılayan, dış ticaretlerini engelleyen, para birimlerini ortadan kaldıran bir baskı aracınca dönüşmüş durumdadır. Almanya’ya karşı yeniden Fransa’nın güçlendirilmesi yönünde çabaların olabileceği de beklenebilir yakın dönemde.

Merkel için Avrupa’nın yeni Margaret Thatcher’i denilebilir mi?
Thatcher öldü Merkel Thatcherizmi sürdüyor bizde de Özalizmin sürdürüldüğü gibi.
Fransa Cumhurbaşkanı Holland, Merkel’den farklı bir politika izliyor mu? Sarkozy ile Merkel çok rahat yan yana gelebiliyordu, Holland ile Merkel öyle değil. Çeşitli konularda karşı karşıya geliyorlar...
Bunda siyasal küçük farklılıkların, kültürel tonların, -geçende Wikileaks belgeleriyle açıklanan bazı liderlerin nasıl parasal ilişki içerisinde olduğunun- bütün bunlarla ilişkisi var. Mesela Berlusconi’yi sadece bir Başbakan ya da kendi halinde bir sermayedar olarak görebilir misiniz? Berlusconi’nin bağlantısının olmadığı bir ülke var mı? Yahut ne tip bağlantılar içinde? Bunların birçoğu açıklandı. Ne tip mafyatik ilişkiler içinde olduğu ortaya çıktı. Aynı şekilde Sarkozy için de benzer iddialar vardı. Hangi ülkelerle kişisel anlaşmaları vardı? Bütün bunlar etkilidir ama ne kadar ‘iyi’ olursa olsun hükümetlerden ziyade belirleyici olan devlet politikasıdır. Kapitalist devletlerin genel yönelimi de sermaye birikimini sağlamaktır. Bunun önündeki engelleri kaldırmak için hükümetler, yargı sistemi ve kolluk kuvvetleri kullanılır.

Holland’ın seçim zaferiyle Türkiye’de bazı ‘sol’ çevreler de bayram etmişti. İşte “Fransa’da solun zaferi” diye. Şuna da gelelim: Fransa’nın Mali’yi işgali...
İşte o gerçek Fransa... Geçmişin sömürgeci ülkeleri belki bu işi artık gemilerle yapmıyorlar ama yeni araçlarla eski “hastalıklarını” sürdürmekten geri durmuyorlar. Fransa, İngiltere, İspanya buldukları her fırsatta eski sömürgelerinin “tepesine binmekten” geri durmuyor. Avrupa içerisindeki mevcut sınıfsal kutuplaşma görülmeden, artan yoksulluk dikkate alınmadan ve dahası sınıfsal mücadele öncelenmeden seçimle iktidar olan “sol” partiler işçi sınıfı ve emekçilerin umudunu yıkmaktan başka bir işe yaramaz, yaramıyor. Bugün Avrupa sendikaları 90’lı yıllar ile birlikte sınıf sendikacılığından koparak “toplumsal hareket sendikacılığı” batağına yönelmelerinin acısını çekiyorlar. Aynı tutumun bizde de takipçileri var. Örnek alsınlar!

Avrupa’da kemer sıkma önlemlerine büyük tepkiler de var. Bu krizden emekçiler nasıl çıkabilir?
Avrupa’nın gerçek sahipleri; işçi ve emekçileri yaşanan olumsuzlukların farkında. Ancak, hükümetlerin uyguladığı sistematik depolitizasyon politikaları gerçekten aşılması güç bir durum yaratıyor. Ancak, işçi ve emekçilerin kaybedecekleri azaldıkça gerçekte kazanma ihtimalleri de artıyor. İşte Avrupa halkları şimdi böylesi bir mücadele kararının arifesinde gözüküyor. Ya çalışma ve yaşam koşullarında ortaçağ Avrupa’sı ya da gerçekten yaşanabilir bir dünya yani sosyalizm. İkisinden hangisinin yaşanacağını sınıf mücadelesinin seyri belirleyecektir.

evrensel.net
ÖNCEKİ HABER

‘Nar’ mevsimi bitti

SONRAKİ HABER

Kadınlar barışa müdahil oluyor

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...