06 Mayıs 2013 16:29

Tepkiler çözüme değil AK Parti’ye!

Akil İnsanlar Heyeti 4 Nisanda oluşturulduğunda, hangi bölgenin ne oranda barış sürecini desteklediğine ilişkin araştırma sonuçları da açıklanmıştı. Başbakan Akil İnsanlar Heyetiyle yaptığı toplantıda bu veriler üzerinden konuştu.

Tepkiler çözüme değil AK Parti’ye!
Paylaş

Serpil İlgün

Akil İnsanlar Heyeti 4 Nisanda oluşturulduğunda, hangi bölgenin ne oranda barış sürecini desteklediğine ilişkin araştırma sonuçları da açıklanmıştı. Başbakan Akil İnsanlar Heyetiyle yaptığı toplantıda bu veriler üzerinden konuştu. Buna göre Ege Bölgesi yüzde 49’la çözüme “hayır” diyen bölgelerin başında geliyordu. İzmir’de ise bu oranın yüzde 60’larda olduğu açıklandı. Akil İnsanlar Heyeti Ege Bölge Başkanı Tarhan Erdem’le, bir ayını dolduran çalışmalarını ve Ege’nin kaygılarını konuştuk. Kışkırtılan tepkilerin çözüm sürecini etkilemeyeceğini söyleyen Erdem, “Ama MHP ile CHP’nin güç birliği yaygınlaşırsa o ciddi olarak Türkiye’nin demokratikleşmesine karşı bir harekete dönüşür. O zaman işin içinden çıkamazlar” diyor.


Akil İnsanlar Heyeti medyada daha çok karşılaştıkları protestolarla yer buluyor. Ege bölgesi için tepkiler nasıl kategorize edilebilir?

Karşı çıkanlar iki grup; Biri 5-10 kişi veya 40-50 kişi büyük gürültüyle geliyorlar, işte “bayrak indirdiniz”, “siz ne yapıyorsunuz”, “Türklüğü yok ediyorsunuz”, “bize ne geliyorsunuz, gidin teröristlere, onları ikna edin” gibi başı ucu belli olmayan birtakım laflar ediyorlar. Bu gösteri mahiyetinde bir hareket ve halkta karşılığı yok. Bir iki yerde dedik ki, “gelin konuşalım”. “Hayır” diyorlar veya onlar konuşmaya başlıyorlar. Konuşuyorlar, konuşuyorlar… “Bitti mi” diyoruz, “bitti” diyor. “Şimdi müsaade eder misin ben konuşayım?​” “Evet” diyor, daha bir cümle söylüyorsunuz, yine başlıyor. Dinlemiyor, denileni anlama kaygısı yok kesinlikle. Dolayısıyla onları dikkate almamak lazım. İkinci tip ise, gerçekten birtakım soru işaretleri olan, meseleyi çözememiş, bağlayamamış insanlar. Demokratikleşme ve Kürt meselesinin çözümüne taraftar ama bundan bir problem çıkmasını istemeyen ve kendilerine göre yanlış olabilecek kısımları dile getiren insanlar. Bunlarla onları birleştirmemek lazım. Bugün Afyon’da, MHP İl Başkanı, CHP İl Başkanı’nı ziyaret etti. Akil insanlara karşı güç birliği yapmak üzere el sıkıştılar. Bu fevkalade kötü bir durum. Kötü dediğim, kendileri açısından kötü, yoksa bundan bir netice alınmaz.

Yani ciddiye alınmamalı diyorsunuz?

Alınacak bir tarafı yok. Tehlikeli olan şu; bu hareketten sonra, yani MHP ile CHP’nin güç birliği yaygınlaşırsa o ciddi olarak Türkiye’nin demokratikleşmesine karşı bir harekete dönüşür. O zaman işin içinden çıkamazlar. Çok daha zor bir dönem başlar onlar için.

AKP akil insanları bir tür paratoner olarak kullanıyor, MHP ve CHP iktidara akil insanlar üzerinden yükleniyor. Bu tablo, akil insanlara karşı birleşmeyi kolaylaştırmıyor mu? Kılıçdaroğlu, “akil insanlar aklını kiraya veren insanlardır” diyor mesela…

İşte yanlışlık orada. Böyle yaparak kendilerini küçük gösteriyorlar. Yani düşününüz, CHP’nin tarihten gelme ağırlığı, büyüklüğü yanında bir de yüzde 20 oyu var. Yüzde 20 dediğiniz, 10 milyon oy demek. 10 milyona yakın oy da MHP’de var. 20 milyona yakın oy birleşiyor, kime karşı, 8 insana karşı. Bu gülünç! CHP kocaman bir siyasi parti. Ciddi oy alan, büyük bir parti. “Gelsinler ve bize anlatsınlar bakalım” demişler bizim için! Yani, akil insana böyle büyük bir güç vehmediyorlar ve bu güç karşısında birleşmeleri gerektiğini düşünüyorlar. Toplumun önünde, onların karşısında hiçbir boşluk bırakmadan blok teşkil etmek istiyorlar, gerçekten tuhaf bir siyaset!

Akil insanlara eleştiriler sürüyor. Hayet-i Nasiha’dan başladı, “AKP’nin tebliğcileri” denildi vs. Bunca tepki ne hissettiriyor?

Ben rahatsız değilim, onu açıkça söyleyeyim. Bakın, bu teklif öyle bir teklif ki, devletin sana “şöyle bir mesele var, sen de bana gel, yardım et” diyor. Ve bu çok çok büyük bir mesele. Hayır denebilir mi buna? İnsan ertesi gün ölse, diyemez. Kürt sorunu büyük bir meseledir. Vatanıyla herhangi bir duygusal bağı olan bir insanın buna hayır demesi söz konusu olmamalıdır. Bu anlayışla ben de “evet” dedim.

HEPİMİZ ÇOK ŞEY KAZANACAĞIZ

Şüphesiz sorunsuz olmayacaktı ama bu kadar tepki bekliyor muydunuz?

Hayır. Ama dediğim gibi ciddiye alınacak şeyler değil bunlar. Halkın bize karşı tutumunda herhangi bir problem yok. Problem şurada oldu; bu mesele, AK Parti karşıtlığı ile beraber düşünüldü. Tabii bu şekilde düşünülmesinin sebeplerinden biri hükümetin de tavrında yanlışlıklar olması. Genel olarak halkın bize verilen görevin doğru bir şey olduğunu ve bizim bunu fedakârlıkla yaptığımızı bildiğini, bize olumlu baktığını sanıyorum. Konuştuğumuz tepkiler çocukça şeyler, kalıcılığı yok, bir dayanağı yok. Türkiye’nin bir meselesi var: Kürt meselesinin çözümü. Kürt meselesi, Türkiye demokratik bir memleket olursa çözülür. Çünkü bizim Kürt meselesi dediğimiz meselenin tamamına yakın bir kısmı, Türkiye’deki idari yapının, insan hakları yapısının eksikliğinden ileri gelmektedir. Yani Kürt meselesi hallolduğu zaman Türkler hiçbir şey kazanmayacak değil, hepimiz çok şey kazanacağız. Onun farkında olmak lazım. Barış süreci başlayınca, CHP’nin hatta MHP’nin, fikri sabitlerini bile kontrol edip, hiçbir kayıt koymadan “ben de varım, benden ne istiyorsan öyle davranmaya hazırım” demesi lazımdı. Demesi lazımdı derken, bu tartışmaya açık değil. Mutlaka öyle demesi gerekirdi. Denilseydi çok büyük mesafe alınmış olurdu şu anda. Eğer oy bakımından diyorsak, bence CHP, AK Parti’den daha kârlı çıkardı, daha doğrusu, kim neredeyse orada kalırdı, CHP de ciddiyet kazanırdı.

Söylediklerinizin bütün Türkiye açısından bir karşılığı var ancak CHP’nin tavrından etkilenme açısından Ege, bunun en geçerli olduğu bölge. Ege’nin gösterdiği direnç salt AK Parti karşıtlığı üzerine mi?

Egelilerin çok önemli bir kısmı, iktidardan endişesi olanlar. İktidara karşı şüphe ile bakanlar. Haksız oldukları taraf da var ama çok haklı oldukları taraflar da var. İnsanlar AK Parti’ye öyle bakarak, bu meseleyi de o kalıbın içine koydular. O zaman da Kürt meselesine karşı vaziyet alındı! Kürt meselesine karşı olmanın çıkışı da şu: “Biz burada insanlarla hep beraberiz, onlarla hiçbir problemimiz yok”. İşte “benim Kürt arkadaşım da var” veya “evimizde çalışan kadın Kürt, onunla hiçbir problemimiz yok.” Bu safça görüşe karşı, “Kardeşim senin onunla problemin yok gayet tabii, onun seninle problemi var” deyince gözü açılıyor, nasıl böyle bir şey olabiliyor diye.

Yani problem Kürt, Türk’le eşitlenmek istediğinde çıkıyor?

Gayet tabii. Şimdi kötü hatıraları canlandırmak için konuşmayalım ama sade insanın, sade Kürtlerle ilgili problemi Türk tarafından görmek zor geliyor! Şimdi de el sıkışalım deyince, “ne el sıkışacağım kardeşim” diyor, “neden helalleşelim, ben bir şey yapmadım ki” diyor. Çünkü hakikaten ne yaptığının farkında değil, devletinin de ne yaptığının farkında değil. Farkında olabilirdi ama özellikle şu anda bunlar, CHP açısından, AK Parti muhalefeti olarak değerlendirildiği için böyle düşünüyorlar.

Söz konusu Türk’ün hassasiyeti olduğunda mevzu sadece AKP’ye muhalefet etmek midir? 90 yıllık ezberden söz ediyoruz, dolayısıyla bunu AK Parti değil de, misal kara parti yapsaydı da, Türk’ün hassasiyeti dediğimiz şey yine karşımıza çıkmayacak mıydı?

Çıkabilirdi ama şu anda çıkanlar AK Parti’ye karşı oldukları için çok kolay o politikayı benimseyip söyleyebilir duruma geldiler ve söylüyorlar hiçbir tereddüt göstermeden.


 

PAZARLIK YOK DEMEK DOĞRU DEĞİL

Ege heyetinden Fuat Keyman, “pazarlık sorularına yanıt veriyoruz ama yeterli olmuyor, AKP ileri gelenleri ve Başbakan gizli bir anlaşma ya da pazarlık olmadığını söylesin” şeklinde bir çağrı yapmıştı. Fakat barış süreci pazarlık demek değil mi aynı zamanda? Dolayısıyla, tepkileri dindirmek amacıyla da olsa, “pazarlık yok” demek, mevcut algıları beslemez mi?

Aynı kanaatteyim. Başbakanın ‘hiçbir pazarlık yapmadık’ lafları bence doğru değil. Benim kanaatim şu; Başbakan, Abdullah Öcalan’ı muhatap seçerek doğru bir karar verdi. Öcalan, yılların birikimine sahip bir adam, halkın güvenini kazanmış. O güveni senin eline bırakabilir mi? Mutlaka seninle bir görüşme yaptı, sen ona dedin ki, bunun sonucunda şuraya varacağız kardeşim. Pazarlık, karşılıklı ver-al, bunlar pazarlık sayılır sayılmayabilir, onu o manaya söylemedim diyerek ilerde kurtulacak şeyler değil. Şu muhakkak ki, Öcalan da senin nereye varacağını biliyor, sen de Öcalan’ın seni nereye kadar tutacağını biliyorsun. Şimdi, Öcalan ‘çekilin’ diye mektup yazdı. O mektuptan sonra, hükümetin ne yapacağı belli, mutlaka belli.

Dolayısıyla AKP’nin bir çözüm planı var?

Bu bir iş planı gibi olmayabilir ama netice itibarıyla hükümet, Öcalan’la anlaştığı zaman, çekilmenin silahsız olmayacağını biliyordu. Şunu da biliyordu ki, silahsız çekilmenin manevi değeri, görüntü değeri hariç, hiçbir anlamı yok. Çünkü silahların hepsini yakıp da gitseler, bir gün silaha ihtiyaç duyduklarında, daha modernini, daha iyisini hemen bulacaklardır. Şimdi adam “ben silahımla birlikte burada oturacağım ve bazı şeyleri bekleyeceğim” diyor. Bunu güzel cümlelerle söylüyor. Sen de onun bekleyeceğini biliyorsun. Asıl mesele şu; senin ne yapacağını Öcalan biliyor, Karayılan da biliyor. Sen de oraya geldiğin zaman ondan bir şey isteyeceğini o da biliyor. Yani birisi bir şey yapacak da üç sene devam edecek, öyle değil. Aşama aşama her gün başka bir şey olacak. Onun için “müzakere yoktur, görüşme yapılmadı” filan, bunlar söylenmez laflar değildir, söyleniyor da ama politik kaygılarla söyleniyor, o kadar.

Akil insanların sürece ilişkin bilgi alma talebi var mı?

Hayır, olur mu öyle şey. Olmaması da lazım. Bizim bilebileceğimiz bir şey yok. Nasıl bilebiliriz? Ben Başbakanın yanındaki müsteşarının bile bazı şeyleri bildiğini sanmıyorum. Bu iki-üç kişi arasında geçen bir müzakere. Bilmemize hiç gerek yok, faydalı da olmaz. Ayrıca, bizi böyle bir yere katmayı düşündüklerini de zannetmiyorum. Bizim yapabileceğimiz şey, bunun tartışılmasına aracı olmaktır. İyi de oluyor. Türkiye bir fikir platformu haline geliyor. Bu muhalefetin de yanlış metoduyla iyi ve faydalı oldu. Tartışılmasını sağlıyor çünkü.


AKP, BDP İLE ANLAŞMAYA ÇALIŞACAK

Anayasa Uzlaşma Komisyonu çalışmalarını temmuza kadar sürdürecek gibi görünüyor ama uzlaşma mümkün görünmüyor. Bu durum, çözüm sürecini nasıl etkiler?

Uzlaşı çıkmazsa, muhtemelen AK Parti, BDP ile bir anlaşma yapacak. BDP ile anlaşma yapmasa da mevcut anayasa ile seçime gidecek. Tabii o arada Öcalan’a verilmiş sözlerden bir kısmı yapılamayacak.

Sözlerin tutulmaması süreci etkilemez mi?

Hükümet bazı maddeleri belki değiştirecektir, kanunla yapılacak bazı işleri yapacaktır ama bazılarını da anayasaya rağmen yapamayacaktır. O zaman muhtemelen “ben bunun yapılmasını istiyordum ama yapamadım, nasıl istiyorsan öyle karar verelim” diyecektir.

“Oluruna çalışalım” diyecek yani?

Evet. Onlar bakımından olmayacak şey yönetime katılma, yerinden yönetimin kurulması meselesidir. Çok önemli meseledir. O, anayasa olmadan olmaz.

PKK ile pazarlık propagandalarının ortasında başkanlık sistemi var. Anayasa yapılamazsa, başkanlık da olmayacak. O halde bu kadar gürültü boşuna mı koparılıyor?

Hayır, AK Parti BDP ile anlaşmaya çalışacak. Çünkü 367 olmasa da 330’u geçiyor. Anlaşacaklar ve anayasa veya anayasa değişikliği çıkaracaklar.

BDP, “anayasaya özerklik bile yazılsa başkanlığı kabul etmeyeceğiz” dedi…

BDP çok iyi yapıyor başkanlık rejimini kabul etmemekle. Ama AK Parti de o kadar istekli olmayabilir başkanlık rejiminde. Çünkü bugünkü anayasadaki hükümlerle de Erdoğan başkan olur ve yapmak istediklerini yapabilir.

Bu nasıl olacak?

Yapmak istediklerinin bir kısmını yasal dayanağı olmadan, manevi baskıyla yapacaktır. Dolayısıyla onda ısrar etmeyebilir. Yani BDP ile bir anayasa yaparlar. BDP’nin de işine gelir bu, orada da bence ciddi bir müzakere meselesi var. Çünkü vatandaşlık meselesi, yerel yönetim meselesi vs. gibi meselelerde mesafe alması BDP için çok önemlidir. Onların belki bir iki tanesini çıkarabilirler. Ama başkanlık hakikaten yanlış olur Türkiye için. Başbakan, üç dönem milletvekili seçilme meselesinden dönemediği için yapıyor bunu. Dönebilse mesele yok. Dönemedi. Kendisinin de memleketin de başına böyle bir problem yarattı maalesef. Dolayısıyla ne kadar olabilirse, onunla seçime gidilecek. Ve o arada tabii, halkın anayasa yapılmaması karşısındaki tutumu, o seçimin çok önemli bir belirleyicisi olacak bence.

Ama çözüm süreci bundan etkilenmeyecek, etkilenmesinin bir yolu bulunacak…

Evet, ben öyle düşünüyorum. Tabii biz hakikaten hiçbir şey bilmiyoruz. Öcalan ve Hakan Fidan veya Hakan Fidan’ın bir arkadaşı konuşuyorlar. Bu iki adam birbirine güvenmişler. Bu çok önemli bir şey. Yani bu Başbakana güveni de kapsıyor tabii. Neticede güvenmiş. Bence buradaki başarı, bu anlaşmanın temeli bu iki adamın birbirine güveni. Tabii üstündeki güven daha önemli diyebilirsiniz. Yani Başbakanla Öcalan arasındaki güven de çok önemli. Ama alt plandaki güven bence çok önemli.


İZMİR KAMUOYUNDA DEĞİŞİKLİK BEKLİYORUM

Ege, geçtiğimiz seçim dönemlerinde de çok tartışılan bir bölgeydi. Çözüm sürecinde de Ege yine kutuplaşmanın merkezi olacak mı? Gözlemleriniz neler?

Ege, kutuplaşmanın simgesi aslında. Birçok bakımdan. Barış süreci meselesi İzmir’de her şeyi değiştirmeyebilir ama İzmir’deki değişiklik, -belediye başkanı şu parti olur, bu parti olur manasında söylemiyorum- İzmir kamuoyundaki değişiklik çok önemli olabilir. Öyle bir şey bekliyorum doğrusunu isterseniz.

Dolayısıyla kanaattiniz odur ki, kutuplaşma, kışkırtılmış tepkiler çözüm sürecine çok fazla tesir yapmayacak…

Yapmayacak. Hiç! Onlar kendilerini büyük zannediyorlar. Yani ne hazindir ki, CHP, bizimle ilgili olarak veya başka yerlerdeki İP’in 5-6 tane hareketini sanki doğru bir hareketmiş gibi algılayıp “biz de bunu yapalım” dedi MHP ile. Yanlış bu. Yani tuhaf bir şekilde, İP’lilerin veya Aydınlıkçıların yaptıklarına özendiler. Gün bugündür gibi bence hiç akıllıca olmayan laflar ettiler. Kesinlikle CHP’nin bu hareketin içindeyim ve başındayım demesi gerekirdi. Üç dört ay sonra mazeret kabul etmez halk. Olur mu böyle şey? Binlerce ölümden söz ediyoruz. Kadın diyor ki, “Oğlum altı ay evvel öldü. Keşke bu iş altı ay önce başlasaydı da oğlum şimdi yaşasaydı.” Bunu söyleyen sadece Türkler değil, Kürtler de var. Her Türk’ten bir kişi söylüyorsa bunu, Kürtlerden üç kişi söylüyor. “Bunlar değersiz şeylerdir, olmasa da olur” olur mu?

KAPIŞMANIN ASIL NEDENİ LAİKLİK

CHP ve AKP arasında bir Ege, özel olarak da İzmir kapışması sürüyor. Süreç, bu kapışmayı nasıl etkiler? Eski kapışma devam ediyor. O, cumhuriyet meselesinden, laiklik meselesinden devam eden bir şey. İdeolojik bir mesele. Ama buna şimdi bir de “Türk olmak suç oldu” eklenmedi mi? Asıl bence laiklik meselesinde 2003’ten sonra oluşan kanaat devam ediyor. Başbakan da onu ortadan kaldıracak bir girişimde bulunmuyor. Tam tersini yapıyor. Diyanet İşleri’nin açıklamasını mı kast ediyorsunuz? “İzmir’in irfanı eksik” demişti… Evet, AKP’nin aleyhine işliyor böyle şeyler. Dolayısıyla o devam edecek. Bu süreç nedeniyle bir miktar azalma olacağına inanıyorum, ama bu azalma seçimi kazanmasına yeter mi, yetmez. Doğrusunu isterseniz, özellikle kadınlar çok direniyorlar bence. Orta yaşlı kadınlar, yaşlı kadınlar AK Parti’ye karşı olmakta çok direniyorlar. O devam edecek. Ne kadar devam edecekse… Fakat bana öyle geliyor ki, bir gün gelecek, sabah kalkıldığında artık “yeter kardeşim” noktasına gelecekler.


TARHAN ERDEM

1959 yılında İTÜ İnşaat Mühendisliği’nden mezun oldu.1953 yılında CHP’ye kaydoldu. 1977 yılında İstanbul Milletvekili seçildi, 1977’de Ecevit Hükümeti’nde Sanayi ve Teknoloji Bakanı olarak görev yaptı. 1987 yılında KONDA Araştırma ve Danışmanlık şirketini kurdu. Halkevleri, Nisbi Temsil Nedir?, 80’leri Karşılarken, Anayasa ve Seçim Kanunları, Tıkanan Siyaset, Kapana Sıkışanlar ve Oy Aldılar Seçilemediler, Anayasalar ve Belgeler adlı kitapları yayımlandı. Tarhan Erdem, halen KONDA Yönetim Kurulu Başkanlığı ve Radikal gazetesinde köşe yazarlığı yapıyor.

evrensel.net
ÖNCEKİ HABER

‘Muhalefet yasaklanıyor’

SONRAKİ HABER

500 nakış işçisi ayağa kalktı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa