23 Haziran 2025 00:28

ABD-İsrail’in İran’la savaşı Arap basınında: Uçuruma doğru çılgınca bir yarış

Arap basınındaki analizlerde en büyük tehlike olarak, bölgenin geri dönüşü olmayan, uzun süreli bir çatışmaya sürüklenmesi ihtimaline işaret ediliyor.

ABD-İsrail’in İran’la savaşı Arap basınında: Uçuruma doğru çılgınca bir yarış

Fotoğraf: Tayfun Coşkun/AA

Yusuf Ertaş


İsrail’in 13 Haziran’daki saldırılarıyla başlattığı İran savaşı Arap basınında ana gündem olmaya devam ediyor. ABD, dün İran’ı savaş uçaklarıyla doğrudan kendisi vurarak savaşın aslında bir Amerikan savaşı olduğunu yeniden teyit etti.

Bu arada İran’ın bölgedeki vekillerinden de sesler yükselmeye başladı. Irak’taki en etkili Şii liderlerden biri olan Mukteda es-Sadr, İran’a destek ve İsrail’e protesto için kitlesel bir gösteri çağrısı yaptı. Bu çağrının ardından Irak’ın birçok kentinde, özellikle de Şii nüfusun yoğun olduğu bölgelerde kitlesel gösteriler gerçekleşti. Hizbullah Genel Sekreter Yardımcısı Şeyh Naim Kasım da, tarafsız olmadıklarını belirtti ve “Dolayısıyla İran’ı, liderliğini ve halkını desteklediğimizi açıkça belirtiyoruz” diyerek tutumunu net olarak ortaya koydu. Yemen’in önemli bir bölümünü yöneten Husi Hareketinin (Ensarullah) Askeri Sözcüsü Yahya Seri de cumartesi günü, “ABD, İsrail ile birlikte İran’a yönelik saldırılara karışırsa, Kızıldeniz’dek Amerikan ticari ve savaş gemileri hedef alınacaktır” açıklaması yaptı.

Analizlerde en büyük tehlike olarak, bölgenin geri dönüşü olmayan, uzun süreli bir çatışmaya sürüklenmesi olacağına işaret ediliyor. Bu hafta sayfada, biri “Uluslararası düzenin temel ilkelerinin çöküşüne” işaret eden, diğeri “İsrail-İran savaşının İran’da devrime değil, kaos ve baskıya yol açtığına” dikkat çeken iki yazıya yer veriyoruz.

Kuralsız dünyanın eşiğinde

İlki, Umman merkezli Oman Daily gazetesinin “Düzen-sonrası çağda dünya” başlıklı başyazısı. Yazıda, İsrail’in İran’a yönelik saldırısının uluslararası hukuk ve egemenlik ilkelerinin çöküşünü simgelediği vurgulanıyor. Yazı, saldırının zamanlamasının sürpriz olmadığını, ancak asıl sarsıcı olanın bu eylemin hiçbir hukuki, diplomatik ya da caydırıcı tepkiyle karşılaşmaması olduğuna dikkat çekiyor.

“İkinci Dünya Savaşı sonrasında kurulan ve Soğuk Savaş’ın ardından yeniden yapılandırılan uluslararası sistem üç temel dayanağa oturuyordu: Caydırıcı güç, yasal meşruiyet ve müdahale etmeme ilkesi... Bugün tanık olduğumuz şey ise bu dayanakların neredeyse tamamen çöküşüdür” diyen yazar, şu vurguyu da yapıyor: “Sözde ‘Yeni Ortadoğu’, İsrail’i kayıtsız şartsız destekleyen Amerikan stratejisine göre, Çin, Rusya ve Avrupa’nın nüfuzundan arındırılmış bir bölge anlamına geliyor. Çin ve Rusya, Pasifik Okyanusu ile Ukrayna’daki sorunlarıyla meşgulken, Avrupa’nın durumu da onlardan daha iyi değil.”

Daha endişe verici olanın, bu ‘sistemik boşluğun’ artık siyasetin ötesine geçen teknolojilerle yönetiliyor olması olduğu vurgusu yapılarak, “İnsansız hava araçlarıyla yürütülen savaşlar, siber saldırılar ve yapay zeka destekli hedef tespit sistemleri... Tüm bunlar dünyayı stabilize etmek yerine onun kırılganlığını daha da derinleştiriyor” ifadelerine yer verildi.

İran’da savaşın gölgesi

İkincisi yazı, Samir Adel’in Irak merkezli Saut El Irak gazetesinde kaleme aldığı “İsrail’in İran savaşı devrim yaratmaz” başlıklı yazısı. Yazıda, İsrail’in İran’a karşı yürüttüğü savaşın bir “devrim” değil, İran’da kaos, iç savaş ya da istikrarsızlık yaratma riski taşıdığına İşaret ediliyor.

İsrail’in saldırılarının, İran’daki rejime içerideki özgürlük ve eşitlik taleplerini bastırmasına hizmet ettiğini belirten Adel, Batı’nın gerçek niyetinin kitlesel bir devrim değil, kontrollü rejim değişikliği olduğunu vurguluyor.

Irak, Afganistan ve Libya örnekleri üzerinden, dış müdahalelerin demokrasi değil, felaket ve yıkım getirdiğini vurgulayan Adel, İran halkının bugün en çok ihtiyaç duyduğu şeyin savaşın durması ve gerçek bir halk desteği olduğunu belirtiyor.


İsrail’in İran savaşı devrim yaratmaz

Samir Adel
Saut El Irak/Irak

İsrail’in İran’a yönelik savaşı, İran’da siyasi ve güvenlik kaosu yaratabilir, ülkeyi iç savaşa sürükleyebilir veya “Afganlaştırıp” “Iraklaştırabilir”, ancak bir devrim yaratamaz.

1979’da devrimi bastıran ve mollaların iktidara gelmesine, solun ve İran işçi sınıfının karşısında egemenliklerini pekiştirmesine yardım edenler, bugün yine aynı rolü oynayarak devrimi bir kez daha boğmaya çalışıyor.

Şah rejiminin baskı aygıtına yakıt sağlamayı reddeden petrol işçilerinin ünlü grevi, onun iktidarının sonunu getiren ve çöküşünü hazırlayan kilit olay olmuştu.

Bugün, İran İslam Cumhuriyeti İsrail’e karşı savaşında direnmeye çalışırken ve stratejisini hayatta kalmaya odaklarken, aynı zamanda hayatta kalabildiği her an rahat bir nefes alıyor. Çünkü İsrail, devrimci hareketi ve İran içindeki devrimci durumu geriletmekle rejime büyük bir hizmet sundu. Böylece İslam Cumhuriyeti’nin, özgürlük ve eşitlik talep eden muhalif sesleri ve devrimci hareketi bastırmasının önünü açtı.

İsrail’in ve genel olarak Batı’nın çıkarına olan şey, İran’daki siyasi rejimin kitlesel bir devrimle yıkılması değildir. İran’da tekrar tekrar patlak veren halk ayaklanmaları boyunca -ki sonuncusu “Kadın, Yaşam, Özgürlük” sloganıyla yükselen geniş çaplı isyandı- Batı, yalnızca havada kalan dağınık medya demeçleriyle sınırlı kaldı; bunların ne bir etkisi oldu ne de bir işe yaradı.

İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu’nun, İran’da bir halk ayaklanmasının zeminini hazırladığına dair iddiaları tamamen anlamsız. Gazze’de hayata gözlerini henüz açmış yirmi bin çocuğu soğukkanlılıkla öldüren, her gün Filistin, Lübnan ve Suriye’de yeni topraklar işgal eden, binlerce Filistinliyi ömür boyu hapis cezalarıyla özgürlüklerinden mahrum bırakan ve Adolf Hitler’in ruhunu ve zihniyetini taşıyan biri, özgürlük meşalesini yakamaz.

İran ve İsrail arasındaki kanlı savaş tek bir şeye işaret ediyor: Uçuruma doğru çılgınca bir yarış. Her iki taraf da geri dönüş veya geri adım atma payı bırakmadan askeri tırmanışa zorluyor. Bu savaşın her anında, sahada yaşananlar her iki tarafın da sonuna kadar gitmeye kararlı olduğunu gösteriyor.

Çünkü İran için temel hedef -daha önce de belirttiğimiz gibi- rejimi ve onun başını her ne pahasına olursa olsun kurtarmaktır. ABD Başkanı Donald Trump’ın istediği şekilde bir “teslimiyet belgesi” imzalamak, rejimin yapısı üzerinde felaket etkiler yaratacaktır. Savaşın tozu dumanı dağılır dağılmaz, İran halkı ayağa kalkacak ve İslam Cumhuriyeti’ne kaçınılmaz bir soru soracaktır: “Bizi bu ulusal projeniz uğruna hangi bedelle feda ettiniz?​”

Batı’nın desteğini yeniden kazanmayı başaran İsrail’e gelince... Artık daha tecrübeli, emperyalizm karşıtı milliyetçi söylemde daha köklü ve “İsrail’in bölgedeki suçları” ile yüzleşme anlatısına dayanan yeni bir İran’la karşılaşmaya hazır olmalıdır. İran rejiminin ayakta kalıp enkazın altından çıkabilmesi halinde bu durum çok daha tehlikeli olacaktır.

İsrail ile İran arasında sürmekte olan bu kanlı savaş, bölgede yeni bir dönemin başlangıcını temsil ediyor. Doğrudan İran’ın nükleer dosyasıyla bağlantılı olmasa da, siyasi sonuçlar ve araçsallaştırma açısından önem taşıyor. İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu, son konuşmasında bu dönüşümü açıkça ifade ederek, “Ortadoğu’nun çehresini değiştiriyorum” demişti.

Sözde “yeni Ortadoğu”, İsrail’i kayıtsız şartsız destekleyen Amerikan stratejisine göre, Çin, Rusya ve Avrupa’nın nüfuzundan arındırılmış bir bölge anlamına geliyor. Çin ve Rusya Pasifik Okyanusu ile Ukrayna’daki sorunlarıyla meşgulken, Avrupa’nın durumu da onlardan daha iyi değildir.

Fransa özelinde, Marx’ın Louis Bonaparte’ın 18 Brumaire’indeki o ünlü sözü tamı tamına uyuyor: “Tarih önce trajedi olarak, sonra komedi olarak tekerrür eder.” 2003’te Irak’ın işgaline karşı çıkan Fransa, şimdilerde statüsünün uçuruma kayışı, Afrika’daki sömürgeci hegemonyasının çöküşü, Ortadoğu’daki siyasi rolünün gerilemesi ile umutsuzca bir can simidine sarılma çabaları arasında bocalıyor. Bu ikircikli tavır, Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un açıklamalarında net biçimde görülüyor: Bir yanda İsrail’i savunup savaş rüzgarlarına kapılırken, diğer yanda doğrudan müdahaleden kaçındığını açıklıyor.

Almanya ise, İsrail’in Gazze’deki suçlarını koşulsuz olarak destekledikten sonra İngiltere ile birlikte imajını düzeltmeye çalıştı, ancak İran’a karşı savaşında yeniden İsrail’in politikasının arkasında yer aldı. Öte yandan Britanya ise istihbarat desteği sağlamanın ötesine geçerek, İsrail’e yardım etme ve onun üstünlük kazanma ihtimalini artırma olasılıklarını değerlendirmek üzere bölgeye asker göndermiştir.

Başka bir deyişle, herkes nüfuzlarının kalmadığı bir Ortadoğu’dan endişe duyuyor gibi görünüyor ve bu nedenle, bölgede bir tutunma noktası elde edebilmek adına Washington’un peşinden soluksuz koşuyor. G7 zirvesinin kapanış bildirisi de, Batı’nın İran’a karşı yürüttüğü savaşta İsrail’e verdiği desteği açıkça ortaya koydu.

Bölgeyi uçuruma sürükleyen bu siyasi ve askeri tablo karşısında, gerçekten de İran’da bir devrimden ve özgürlükten söz edilebilir mi? Üstelik bu devrimin çerçevesi İsrail’in himayesinde ve Batı’nın başa getirmek üzere hazır bir alternatif arayışıyla mı çizilecek? İran halklarının bugün ihtiyaç duyduğu şey, savaşın derhal durdurulması ve her türlü desteğin onlara sunulmasıdır.

Irak deneyimi -Afganistan ve Libya’nın yanı sıra- bize, 2003’te Amerikan güçleri tarafından “Irak’ın Saddam Hüseyin rejiminden kurtarılması” olarak adlandırılan şeyin aslında, kelimenin tam anlamıyla, Irak’ın halkından kurtarılmasına dönüştüğünü öğretti.

Irak’ta, arka arkaya üç savaş ve iki iç savaş yaşamış olan bizler, bölgedeki diğer ülkelerden daha iyi biliyoruz ki işgal, istila, NATO ve Amerika’nın saldırıları sadece yıkım ve felaket getirir. Medeniyetin ve uygarlığın gerilemesine yol açar ve hırsızları ve fırsatçıları iktidara taşır.


Düzen-sonrası çağda dünya

Omman Daily
Umman/Başyazı

İsrail’in İran’a yönelik son saldırısı zamanlaması ve niteliği açısından sürpriz değilse de şaşırtıcı ve sarsıcı olan bu saldırının gerçekleştiği uluslararası bağlamdır. Birleşmiş Milletlere üye, tam egemenliğe sahip bir devlete yönelik olarak, nükleer ve sivil altyapısını hedef alan hava saldırıları düzenleniyor; üstelik bu saldırıların ne hukuki bir dayanağı var ne uluslararası bir caydırıcılık ne de kayda değer bir diplomatik itiraz söz konusu. Bu durum artık sınırlı bir bölgesel çatışma çerçevesinde değerlendirilemez; bu, uluslararası ilişkilerde ve ulus devletin egemenliğine saygı anlayışında temel bir çöküş anlamına gelmektedir.

İran’daki nükleer tesisleri, Dışişleri Bakanlığı gibi resmi kurumları ve büyük medya merkezlerini hedef alan bu saldırı, gün geçtikçe daha fazla Batılı güçten güçlü destek ve onay almaktadır. Oysa bu güçlerin görevi, savaşı durdurmak için çaba göstermek olmalıydı, savaşa doğrudan dahil olmak değil. Dünyanın en büyük devletinin başkanının, İran’daki en yüksek siyasi ve dini otoritenin suikastla öldürülmesini “kolay bir hedef” olarak nitelemesi ve bunun için uygun zamanı beklediğini açıkça söylemesi, artık askeri kabiliyet gösterisinden çıkıp simgesel bir anlam kazanmaktadır. Bu da dünyada artık hiçbir kırmızı çizginin kalmadığını ve “uluslararası meşruiyet” kavramının fiilen anlamını yitirdiğini açıkça gösteriyor.

Dünyanın bugün tanık olduğu şey, dengeler ve kurallar üzerine kurulu bir dünya düzeninden, uluslararası hukukun çerçevelerinin sistematik olarak aşındırıldığı bir aşamaya geçiştir. Bu dönüşüm İran ile başlamamıştır; aslında 2003 yılında ABD’nin Irak’ı işgaliyle başlamıştır. O zaman Amerika, Birleşmiş Milletleri baypas ederek, hukuki bir zemini olmayan bir koalisyon kurmuş ve sonradan büyük bir yanılsama olduğu ortaya çıkan “kitle imha silahları” anlatısını üretmiştir.

Ancak mevcut dönemi farklı kılan, bu çözülmenin artık istisna değil, yeni bir kural haline gelmiş olmasıdır. 2003’te olduğu gibi geçici bir sapma değil; artık uluslararası hukuk, güç kullanımının önünde bir engel olmaktan çıkmış, birçok durumda onu meşrulaştıran anlatının bir parçası haline gelmiştir. Bu anlamda, klasik biçimiyle “uluslararası düzen”in ölümüne değil, daha tehlikeli bir alternatif düzenin yükselişine tanıklık ediyoruz: Kuralsız, güvence sağlayacak kurumlardan yoksun ve etkili mahkemeleri bulunmayan bir düzen.

Bu dönüşümün çerçevesinde, ulusal egemenlik artık yalnızca ismen var olan, içi boş bir kavrama dönüşmektedir. Batı ittifaklarına dahil olmayan ya da büyük kamplardan birinde yer almayan devletler “haydut rejimler” olarak sınıflandırılıyor ve caydırıcılık, önleyici savunma, güvenlikte ön alma ya da “Uluslararası güvenliği koruma” gibi değişen isimler altında bu devletlere karşı güç kullanımının kapısı sonuna kadar aralanıyor.

Bunun sadece İran’ı ilgilendirdiğini düşünenler büyük bir yanılgı içindedir. Bu sınıflandırma mekanizması, yakın gelecekte siyasi rejimi ne olursa olsun, Batı ekseninden bağımsızlaşmaya çalışan herhangi bir Ortadoğu ülkesini de hedef alabilir.

İkinci Dünya Savaşı sonrasında kurulan ve Soğuk Savaş’ın ardından yeniden yapılandırılan uluslararası sistem üç temel dayanağa oturuyordu: caydırıcı güç, yasal meşruiyet ve müdahale etmeme ilkesi... Bugün tanık olduğumuz şey ise bu dayanakların neredeyse tamamen çöküşüdür.

*Caydırıcı güç artık kimseyi caydırmıyor, aksine silahlanma yarışını körüklüyor.

*Yasal meşruiyet, uluslararası kurumların başarısızlığı karşısında anlamını yitirdi. Gazze’de yaşanan ve yaşanmakta olanlar buna en açık örnektir.

*Müdahale etmeme ilkesi ise seçici hale gelmiş, kurbanın jeopolitik kimliğine göre işlerlik kazanır olmuştur.

Daha endişe verici olan, bu “sistemik boşluğun” artık siyasetin ötesine geçen teknolojilerle yönetiliyor olmasıdır: İnsansız hava araçlarıyla yürütülen savaşlar, siber saldırılar ve yapay zeka destekli hedef tespit sistemleri... Tüm bunlar dünyayı stabilize etmek yerine onun kırılganlığını daha da derinleştiriyor. Artık mücadele devletler ve ordular arasında değil, işletim sistemleri ve görünmez ajandalar arasında yaşanıyor.

Ortadoğu’nun bu muhtemel tablodaki yeri, bölgenin bir “düzen-sonrası laboratuvarına” dönüştürülmesidir. Bölge ülkeleriyse çok ciddi bir varoluşsal soruyla yüzleşmektedir:

Uluslararası referansların çöktüğü bir dönemde milli güvenlik inşa edilebilir mi?

Önleyici vuruş, abluka veya şantaj tehdidi altında kalmadan bağımsız bir siyasi projenin geleceği var mıdır?

Bu ülkeler, bölgeyi gerçek istikrardan mahrum bırakan tüm tarihsel yanılsamalardan sıyrılarak samimi bir diyalog masasına oturmalı ve bu sorulara yanıt aramalıdır. Tabii eğer görülebilir bir gelecek varsa...

Uluslararası sisteme gelince... Onarılabileceğine dair bir umut belirtisi yok. Ancak daha da önemlisi, “düzen” kavramının kendisini yeniden tanımlamaktır:

Eğer herkes için bağlayıcı kurallara dayanmıyorsa, “düzen” nedir?

Bir devletin dış saldırıya karşı korunmasını garanti etmiyorsa, BM üyeliğinin anlamı kalır mı?

Bu gidişat sürerse, yeni kural şu mu olacak: “Güçlüler kulübüne dahil değilsen, egemenliğe layık değilsin”?

Şu kesin ki, İran’da başlayan süreç orada kalmayacak. Eğer dünyanın girdiği bu tehlikeli dönemeç sorgulanmazsa, “düzen-sonrası” çağ, istikrarlı kaosun yeni bir döneminin başlangıcı olacak: İnsansız hava araçlarının düğmeleriyle yönetilen, BM Güvenlik Konseyinin sessizliğiyle meşrulaştırılan, şiddet sarmalları hızlandıkça unutulan bir kaos...

10 Temmuz 2025 12:20

Portekiz basınında Orkun Kökçü iddiası: Beşiktaş'la anlaşma tamam

Beşiktaş’ın yoğun uğraş verdiği Orkun Kökçü transferi ile ilgili anlaşmanın gerçekleştiği iddia edildi. Kökçü için Beşiktaş’ın 30 milyon avro ödeyeceği öne sürüldü.

Portekiz basınında Orkun Kökçü iddiası: Beşiktaş'la anlaşma tamam

Fotoğraf: AA

İçerik yükleniyor...

(A Bola)
10 Temmuz 2025 21:08

İzmir’de siyasi partilerden işten atmalara karşı ortak çağrı: İzBB’de işçi kıyımına karşı mücadeleyi büyütelim

EMEP, DEM Parti, TİP, Halkevleri, SOL Parti ve TKH, İzmir Büyükşehir Belediyesi’nde işten atmalara karşı ortak açıklama yaptı: “İşçilerin değil, sermaye yanlısı politikaların hesabı sorulmalı."

İzmir’de siyasi partilerden işten atmalara karşı ortak çağrı: İzBB’de işçi kıyımına karşı mücadeleyi büyütelim

Fotoğraf: Eda Aktaş/Evrensel

10 Temmuz 2025 20:41

Başakşehir'de kadın cinayeti: Songül Budak, boşanmak istediği erkek tarafından öldürüldü

İstanbul Başakşehir’de Songül Budak, boşanma aşamasındaki eşi A.B. tarafından evinde silahla vurularak katledildi.

Başakşehir'de kadın cinayeti: Songül Budak, boşanmak istediği erkek tarafından öldürüldü

Songül Budak

İçerik yükleniyor...

(DHA)
10 Temmuz 2025 21:23

Dersim’de çeteleşmeye karşı yürüyüş: "Çetelere geçit vermeyeceğiz"

Dersim Emek ve Demokrasi Platformu, son zamanlarda giderek artan çeteleşmeye ve şiddet olaylarına karşı yürüyüş gerçekleştirdi.

İçerik yükleniyor...

(Evrensel)
10 Temmuz 2025 17:33

Trump, Ukrayna’ya silah sevkiyatını yeniden başlattı: Top mermileri, füzeler…

ABD Başkanı Trump, bir haftalık aranın ardından Ukrayna’ya silah sevkiyatını yeniden başlattı. Trump, Zelenskiy'e yeni bir Patriot sistemi de dahil olmak üzere daha fazla silah sözü verdi.

Trump, Ukrayna’ya silah sevkiyatını yeniden başlattı: Top mermileri, füzeler…

Fotoğraf: Beyaz Saray

İçerik yükleniyor...

(Dış Haberler)
10 Temmuz 2025 18:02

Eğitim Sen’den Eğitim Bir Sen’e tepki: Bilimsellikten uzak, iktidara ısmarlama araştırmalar kabul edilemez!

Eğitim Sen, Eğitim Bir Sen’nin sözde araştırma yaparak 4+4+4 eğitim sistemini hedef aldığını belirterek, “Bilimsellikten uzak, iktidara ısmarlama araştırmalar kabul edilemez” dedi.

Eğitim Sen’den Eğitim Bir Sen’e tepki: Bilimsellikten uzak, iktidara ısmarlama araştırmalar kabul edilemez!

Fotoğraf: Bahar Emreoğlu/Evrensel

Eylem Nazlıer
[email protected]


İçerik yükleniyor...

Evrensel'i Takip Et