
Şimdinin 3 R’si: Rantın, ‘reis’in, rejimin tribünleri
Özünde gönüllülük esas olan tribüncülük, Türkiye’de artık rant kapısı, geçim kaynağı haline gelmiş durumda.

Sopalı Pankart Fanzin
19 Mart 2025’te demokrasiye indirilen demir yumruğa karşı anayasal haklarını kullanarak Saraçhane’de “Sizde TOMA varsa bizde Osimhen var” pankartı açtıktan sonra 26 Mart tarihinde şafak operasyonuyla gözaltına alınan 2 Üniversite Öğrencisi Berke ve Ege hâlâ tutsak. Sopalı Pankart Fanzin 34. sayısından bir yazıdan alıntı yaparak başlamak isteriz: “Fenerbahçe cumhuriyetin son kalesi, Galatasaray aydınlanmanın bu topraklardaki öncüsü, Beşiktaş radikalizmin merkezi. Çünkü soldan bakanlar, futbolun piyasacı ve endüstriyel tarafını görmemeye çalışıyor ve aynı zamanda buna kendi içinde meşrutiyet kazandıracak bir çıkış arıyor. Hatta kendi için belirlediği kulüp üst kimliğini bu yolla saklamak istiyor.”
Ancak soldan bakanlar için işler çok da onların düşündükleri gibi ilerlemiyor. Hiçbir sıfat, gönül verdikleri takımın içerisine düşürüldüğü durumla örtüşmüyor. Tarafsız kaldığını savunanlar belediye seçimlerinden önce açıkça taraf belirtiyor, hocasına milyon avro maaş veren başkanlar işçilerine hakkını vermiyor, bizzat kulüpler aracılığıyla illegal bahis reklamları yaptırılıyor. Taraftar grupları bütün bu skandallara ses çıkarmak bir tarafa dursun, bizzat aparatlığını üstlenmiş durumda. En başta kendisinin özgür ve bağımsız olması gereken taraftar grupları bizzat devlet-mafya eliyle gerici, siyasal İslamcı ve faşistlere bırakılmış durumda. 2013’te yaşanan Gezi Parkı direnişinin simgesi haline gelen Çarşı grubuna yaşatılanlar, davalar, hukuksuzluklar; 2016 darbe girişimi, 2017 tek adam rejimine geçiş ile birlikte en yüksek seviyesini gören korku hegemonyası, tribünlerin her türlü toplumsal olayda pasivize edilmesi adına önemli rol oynamıştır. Yukarıda bahsettiğimiz tribünlerin artık tek sahibi olan gerici-faşist çeteler ise çıkacak tek tük münferit sesleri de kendi gücüyle bastırmaktan çekinmedi. Nitekim bu insanların tek çıkarı tribünde bir yere gelmek değil, hayatını buradan kazanmak.
Bütün olumsuzluklara rağmen tribünlerden hiç ses çıkmıyor değil tabii. Kahramanmaraş merkezli depremlerin ardından Süper Lig’de oynanan Fenerbahçe ve Beşiktaş maçlarında “hükümet istifa” sloganları atıldı. “Hükümet istifa” sloganlarının ardından ilk tepki iktidarın ortağı Devlet Bahçeli’den geldi. Bahçeli sosyal medya hesabından “Türk futbolunu zillet ve rezalete mahkum etmek isteyenlere göz yummak, alttan almak, sessiz durmak geldiğimiz bu aşamada mümkün değildir. Milliyetçi Hareket Partisi depremde hayatını kaybetmiş vatandaşlarımıza yapılan saygısızlığı, ülkemizin böylesi hassas ve acılı günlerinde sporun kirli siyasete alet edilmesini şiddetle kınamaktadır. Bütün kulüp başkanlarının müsabakaların ya seyircisiz ya da gerekli tedbirlerin alınarak oynanması hususunda acil ve gerekli adımları atmaları kaçınılmaz görevleridir. Milliyetçi Hareket Partisi konunun takipçisidir” ifadelerini paylaştı. Dönemin İçişleri Bakanı Süleyman Soylu da yaptığı açıklamada, “Siyaset yapmak isteyen varsa önümüzdeki günlerde seçim var, herkes meydana çıksın siyasetini yapsın ama sporu siyaset meydanına çevirmek isteyenler biraz devletin, milletin, sivil toplumun koyduğu çabaya kulaklarını versinler” açıklamasında bulundu. Yine dönemin Gençlik ve Spor Bakanı Mehmet Muharrem Kasapoğlu Fenerbahçe ve Beşiktaş tribünlerinden “hükümet istifa” sloganlarının gelmesini, “Spor müsabakaları siyaset üretme merkezleri değildir. Sporu siyasete alet etmenin birlik ve beraberliğe ket vurmaktan başka bir neticesi de yoktur” sözleriyle yorumlamıştı. AKP-MHP koalisyonu futbol konusunda 1932’den 1968’e kadar Portekiz başbakanlığı yapmış diktatör António de Oliveira Salazar’ın meşrutiyetinin ana dayanağı olan três F de Salazar’dan (Salazar’ın Üç F’si) bir hayli etkilenmişe benziyor. Halkı uyuşturmak için Salazar’ın kullandığı yöntem: Futbol, fado ve Fatima. Futbolun Portekiz’de önemli yer tutması ve bir Portekiz halk müziği olan fado eğlence ile ilişkilendirilirken Katoliklerin hac noktalarından Fátima, din ile ilişkilendirilmektedir. İşçi sınıfının oyunu olan futbol, bugün totaliter rejimlerin halkı uyutma aracına dönüşmüş durumda.
Stadyumlardan, sokaklardan çıkacak çatlak seslerin erkenden susturulması için hükümetin elindeki en önemli koz, şüphesiz ki “taraftar grupları”. Seneler içerisinde taraftar gruplarının oyundaki rolü katlanarak arttı. Tekelleşen tribün grupları, reisleri ve reis çevreleri, münferit ya da herhangi başka gruba üye taraftarlara göre ayrıcalıklı hale geldi. Özünde gönüllülük esas olan tribüncülük, Türkiye’de artık rant kapısı, geçim kaynağı haline gelmiş durumda. Bütün bunların karşılığında ise iktidarın bu insanlardan tek beklentisi; futboldan, tribünlerden, stadyumlardan yükselebilecek demokratik taleplerin, sloganların, pankartların bastırılması. 2002’den günümüze olan süreçte bu grupların iktidar açısından ufak tefek defoları olsa da işlerini şimdiye kadar bir hayli iyi yapmışa benziyorlar. Bu grupların arkalarına aldıkları güç sayesinde kulüplerin yönetimlerinde de etkin olduğunu bilmek için üstün zekalı olmaya gerek yok. Kulüp başkanları, yönetime aday oldukları andan itibaren amiyane tabirle taraftar gruplarından icazet almadan adım bile atmakta zorlanırlar. Nitekim kulüp yönetimleri de tıpkı taraftar gruplarının olduğu gibi hükümete göbek bağıyla bağlanmıştır. Berkin Elvan’ın hayatını kaybetmesinin ardından “Hepimizin acısı oldun Berkin, umarız sevginin de tohumu olursun” ifadelerine yer veren Galatasaray Spor Kulübünün, bugün 2 üniversite öğrencisinin tutsaklığına ses çıkarmaktan aciz olması geldiğimiz noktanın özetidir.
Sopalı Pankart Fanzin olarak bir kez daha sesleniyoruz; Berke ve Ege’yi derhal serbest bırakın.
Özgür tribünlere.
Evrensel'i Takip Et