
Taraftarlar şampiyonluk kutlamalarının neresinde?
Futbolun çevresinde oluşturulan devasa sektör ve ‘tüketim’ ağından şampiyonluk kutlamaları da nasibini aldı. Sokak şenliklerinin yerini sponsorlar tarafından markalaştırılan “etkinlikler” aldı.

Fotoğraf: AA
Erdal Eren Karaca
[email protected]
Neoliberal ekonominin 1970’lerden sonra kendini göstermeye başlamasıyla birlikte, son 20 yıl içinde de futbol da tıpkı diğer kültürel pratikler gibi metalaşma sürecine girdi. Bu süreç “taraftar “kimliğini de değiştirdi. Taraftarlar geçmişten bugüne, kulüp aidiyetiyle özdeşleşen aktörler olmaktan çıkartılıp, futbolun endüstriyelleşmesi ve ticarileşmesiyle birlikte de birer “müşteri” kılığına sokulmaya çalışıldı. Bu dönüşüm son zamanlarda karşımıza hemen her yerde çıkar oldu.
Kapitalist üretim ilişkilerinin gelişmesiyle birlikte, Marx’ın da öngördüğü gibi, sermaye ilişkileri toplumsal alanın her bir noktasına sızarak, bütün değerlerin yerine kâr-zarar hesabının var olmasına sebep oldu. Futbolun bu yönüyle büyük bir pazar haline gelmesi ve bu büyük pazarın da devasa bir toplumsal gücü olduğu varsayımında; sermayenin her geçen gün futbolun daha da içine girmesine, futbolun da tüm bunlardan etkilenerek her şeyden önce ticari kaygılarla yönetilen bir spor haline gelmesine yol açtı.
Borsada değil, arsada oynamak mümkün
Kulüpler kamuya ait kolektif kurumlar olmaktan çıkartılarak özel şirketler haline getirildi. Medya haklarının özelleştirilmesi, sponsorluk anlaşmaları, yayın gelirleri gibi kavramlarla futbol küresel bir tüketim mekanizması formuna dönüştürüldü. Ancak bu dönüşüme karşı gelişen alternatif potansiyeller, futbolun hâlâ kolektif bir direniş sahası olabileceğinin kanıtı vaziyetinde karşımızda duruyor. Bu potansiyelin Türkiye’deki temsilcisi, yıllarca sürdürdüğü mücadeleyle şüphesiz Metin Kurt oldu. Metin Kurt, futbolun endüstriyelleşmesi ve ticarileşerek metalaşması sürecini “Futbol borsada değil, arsada güzeldir!” diyerek tarif etti yıllarca. Kolektif direniş sahalarının nasıl inşa edilebileceğinden, yeşil sahalardaki hak ve sendika mücadelesine kadar toplumsal gücün sınıf bilinciyle nasıl bir pozisyona gelebileceğinin farkındalığını kazandırmaya çalıştı. Kesmeşeker ’in “Doğdum Ben Memlekette” albümündeki “yalnızlığı” ise hâlâ bizimle birlikte. Mücadelede simgelenen yolun, yaralı bereli ama zevkli bir yürüyüşün bayrağı bu yalnızlık.
Yani iki şişe ucuz şarap bir tarih yazabilir
Verdiğim tüm sözler bir anda uçabilir
Sıcak bir bira aşk sendikasında
Metin Kurt gibi yalnızız ceza sahasında
Taraftarın boşluğunu markalar dolduruyor
Futbolun metalaştırılmasıyla birlikte taraftarların şampiyonluk kutlamaları da bundan nasibini aldı. Geçmişin kendiliğinden ve kaotik sokak şenliklerinin yerini, kulüpler ve sponsorlar tarafından titizlikle organize edilen, kontrol altında tutulan ve markalaştırılan “etkinlikler” almaya başladı. Şampiyonluk kutlamaları, sponsor markaların görünürlüğü için önemli bir platforma dönüştü. Geçmişte kutlamaların aktif bir öznesi konumundaki taraftar profili yerini pasif bir izleyici konumuna bıraktı. Kutlama “tüketilen” bir gösteriye dönüşürken, taraftarın yaratıcı ve kolektif katılımı her geçen yıl gitgide azaldı, azalıyor. Kulüp ve onunla ilişkisi bulunan sermaye grupları bu duygusal sermayeyi finansal kâra çevirirken, taraftar ise bu sürecin “edilgen” bir parçası haline getirildi.
Ancak futbolda da olduğu gibi kitleleri edilgen görmekten öteye geçmeyen anlayışlara rağmen, futbolun da tarihte pek çok kez örneklerini gördüklerimiz üzere; toplumsal mücadelenin, sınıf bilincinin merkezi olduğu dün olduğu gibi bugün de karşımızda apaçık duruyor. Metalaştırılan, endüstriyelleştirilen, ticarileştirilen bu oyuna karşı ise yeniden herkesin erişebileceği, taraftarların müşteri olmaktan çıkartılarak, oyunun bir parçası haline gelmesi ise ancak futbolseverlerin göstereceği dayanışma ve mücadele ile mümkün olacaktır. Metin Kurt’un Türkiye’de bıraktığı miras, taraftarın direniş potansiyeli ve futbolun kültürel özüne dönme olanakları konusunda ise hâlâ önümüzde ışık oluyor.
Evrensel'i Takip Et