20 Mayıs 2025 04:32

İşin hikayesi: Instagram’da yeni nesil işçi günlükleri

İşçiler oluşturdukları içeriklerle Instagram ve TikTok’ta görünür hale geliyorlar ama hangi rollerde? Çalışkan, güçlü, yalnız... Peki ya sınıf, sistem, sömürü?

İşin hikayesi: Instagram’da yeni nesil işçi günlükleri

Ekran görüntüsü @semihkocogllu ve @okuldegilsanayi_38 hesaplarından alınmıştır.

Murat Uysal
[email protected]


Murat Uysal
[email protected]


Gündüz inşaatta çalışan bir işçi, gün batımından sonra motoruna atlayıp kuryelik yapıyor. Sonra telefonun kamerasını açıp takipçilerine sesleniyor: “Sabah inşaatta akşam Getir’de çalışarak evleniyorum, gün 58.” Bir diğeri, 12 saatlik vardiyasının ardından evinin salonunda vücut geliştiriyor; antrenmanlarını Instagram’da serileştiriyor: “150 günde 12 saatlik mesaiyle bu vücut yapıldı.” Kimi çocuk yaşta sanayide çalışıyor ve her anına dair çarpıcı bir söz bulup bunları duygusal müziklerle paylaşıyor: “Benim babam beni parasıyla şımartmadı. 14’ümde öğrendim hayatı.”

Sinemanın, televizyonun göz ardı ettiği hayatları, işçiler bugün cep telefonlarının kamerasıyla anlatıyor. Böylelikle Instagram ve TikTok gibi mecralar, işçilerin sadece görünür olduğu değil, kendilerini anlattığı birer sahneye dönüşüyor. İyi hoş da bu anlatılar bir sınıf farkındalığının, emek hikayelerinin yeni bir biçimi mi? Yoksa algoritmaların şekillendirdiği, izlenme ve beğeni üzerinden inşa edilen yeni bir içerik kategorisi mi? Nasıl okuyacağız? Samimi hayat hikayeleri mi izliyoruz, yoksa dijital platformların biçimlendirdiği temsilleri mi? İşçiler ne zaman işçiliğini anlatıyor, ne zaman içerik üreticisi oluyor? Bir işçi, “Bu kadar çalışıyorum çünkü evlenmek istiyorum” dediğinde izleyen bunu sınıf meselesi olarak mı okuyor, yoksa bireysel başarı anlatısı olarak mı?

Semih’in ‘çift’ mesaisi

Semih Koçoğlu (@semihkocogllu), Instagram’da kendine özgü bir anlatı inşa etmiş bir inşaat işçisi ya da motokurye. Gündüzleri inşaatta çalışıyor, akşamları motokuryelik yapıyor. Anlattığı hikaye basit: “Evlenmek istiyorum, bu yüzden böyle çalışıyorum.”

Paylaşımlarında kendine acıyan bir ton yok ama takipçilerinde çoğunlukla bir “Takdir etme” hali var. Yorumlarda “Helal olsun kardeşim”, “Senin gibi adamlara kız vermezler, sonra da şikayet ederler” gibi ifadelerle sıkça karşılaşılıyor. Ama sormak gerekiyor: Semih neyi görünür kılmak istiyor? İşçiliğini mi, çalışkanlığını mı, erkekliğini mi? Bu bir mecburiyetin görsel günlüğü mü, yoksa görünür olma arzusunun bir estetik formu mu?

Semih’in içeriklerinde sürekli tekrar eden bir kurgu var: Sabah uyanır, şantiye kıyafetlerini giyer, çalışır, sonra motoruyla kurye olarak yollara düşer. Gecenin sonunda sevgilisiyle buluşur ya da onunla ev kurma hayalini paylaşır. Tüm bu döngü, bir kahramanlık anlatısına benzer şekilde işleniyor. Ancak bu kahramanlık, sistemle yüzleşen bir noktada değil. Aksine sistemin tüm yükünü, “aşk için” gönüllü ve tek başına taşıyan bir figür çiziyor. Bu durum, işçiliğin duygusal motivasyonlarla nasıl yeniden paketlenip pazarlanabildiğini gösteriyor.

Semih’in videoları yalnızca onun hayatına değil, aslında çok sayıda genç işçinin gerçekliğine ayna tutuyor. Türkiye’de ev kurmanın, düğün yapmanın, geçinmenin ekonomik zorlukları, burada romantik bir motivasyonun içine yerleştirilerek normalize ediliyor. İşçilik burada bir sınıfsal konum değil; bir fedakarlık ve sevginin kanıtı olarak sahneleniyor. “Evlenmek için iki işte çalışıyorum” cümlesi, tek başına derin bir ekonomik tespiti barındırsa da; bu videolarda daha çok takdir edilen bir karakter özelliğine, çalışkanlığa dönüşüyor.

Bu da şu soruyu doğuruyor: Bu anlatılar, sisteme bir eleştiri mi yoksa onu süsleyen, daha katlanılır hale getiren içerikler mi?

Mustafa Çalçoban: 12 saatlik mesaiyle vücut geliştiriyoruz

Mustafa Çalçoban (@mustafacalcoban_) ise işçiliğini doğrudan değil, bedenini merkeze koyarak anlatıyor. İşçilik onun hikayesinde bir fon gibi, asıl öne çıkan şey ise bedensel dönüşüm. “150 günde bu vücut yapılır mı?​” gibi sorularla takipçileriyle etkileşime geçiyor, bir tür “fitness influencer” anlatısı kuruyor. Paylaştığı videolarda 12 saatlik mesaisinden çıktıktan sonra ağırlık kaldırıyor, düşük bütçeli diyetler paylaşıyor, uykusuzluğu anlatıyor. Yorumlar bir yandan, “Ağır işten sonra bu nasıl olur?​” gibi hayret içeren ifadelerle dolu.

“12 saat çalışıp bu vücuda ulaşıyorum” demek, aslında bir başarı göstergesi kadar bir çağrı da. Fabrikadaki işini de zaman zaman gösteriyor ama merkezde hep o dönüşen beden var. Oysa arka planda, sistemin dayattığı üretim temposunun fiziksel olarak neye mal olduğu da görünür durumda. Ama bu yorgunluk bir isyanla değil, motivasyon müziğiyle sunuluyor.

Mustafa’nın içeriklerinde “işçi” figürü bir sınıfın parçası olarak değil, bireysel bir başarı hikayesinin taşıyıcısı olarak yer alıyor. Bu haliyle onun videoları, neoliberal çağın çok tanıdık anlatılarına yaslanıyor: “Çok çalışırsan başarırsın.” Mesai saatleri, fiziksel sınırlar ya da ücretler tartışılmıyor; mesele azimle kendi bedenini dönüştürmek. Böylece görünmez kalan emek süreci, sistemin övdüğü biçimlerde görünür oluyor.

Ama bütün bunlara rağmen, Mustafa gibilerinin varlığı bizler için önemli. Çünkü o videolarda hâlâ 12 saatlik mesainin neye benzediğini, karanlıkta salona gidişi, protein tozu alacak parayı denk getirme derdini görüyoruz. Ne kadar motive edici görünse de bu içerikler, emeğin ‘duygusal’ olarak yüceltilip ‘gerçeklikte’ yok sayıldığı yeni bir dijital temsil biçimini açığa çıkarıyor.

Okulda değil sanayide: Kalbi kırılan her erkek…

@okuldegilsanayi_38; bu hesap, muhtemelen mülteci bir çocuk işçi tarafından yönetiliyor. Gün içinde atölyedeki, tezgah başındaki anlarını kısa videolarla paylaşıyor. Etkileyici bir söz, duygusal bir müzik ve tamam. Şimdiye kadarki verdiğimiz örneklerin içinde en fazla izleyiciye ulaşan hesaplardan biri bu. Videolarında sürekli çalıştığını vurgulayan, sabah erken saatlerde atölyede olduğunu gösteren, “Bugün pazar ama yine sanayideyiz” diye ‘övünen’ bir çocuk görüyoruz. Bir yandan çocuk olduğunu unutulmaz hale getiren o bedensel küçüklük, diğer yandan da “Kalbi kırılan her erkek kendini işe verir” diyen yetişkinlik hevesi. Yani, bu çocuk işçiliği sadece yaşıyor değil; onunla övünüyor, onu pazarlıyor, onu içerikleştiriyor ve oradan kendisi için bir varlık alanı kuruyor.

Bu durumun hem duygusal hem de yapısal olarak ciddi bir kırılma içerdiğini söylemek gerek. Artık çocuk işçilik, gizlenen, utanılan, saklanan bir durum değil. Aksine bu hesapta çocuk işçilik, “erkekliğin”, “çalışkanlığın”, “güce dayanmanın” bir sembolü haline getirilmiş. İçeriklere yapılan yorumlar da bu dönüşümün izlerini taşıyor: “Helal olsun sana koçum”, “Senin gibi 40 yetişkin etmez”, “Aslan parçası yine sanayide” gibi ifadeler çocuğun içeriğini yalnızca desteklemiyor, aynı zamanda onun sınıfsal konumunu normalleştiriyor. Eğitimden dışlanmışlığını ya da korunmasızlığını konuşmak yerine, bu erken yaşta işe girmeyi takdir eden bir dil hakim. Burada yeniden sormak gerek: Bu hesapta verilen mesaj ne? Göçmenliğin ve maruz bırakılmışlığın içinden topluma bir mesaj mı veriyor? Ya da izleyiciler ne görüyor? Gördüklerine verdikleri etkileşimle neyi ne kadar meşrulaştırıyor?

Kahramanlaştırmakla yıkmak arasında

Bu noktada dönüp şu soruyu sormak gerekiyor: Bu paylaşımlar gerçekten ne kadar “işçi”, ne kadar “algoritma”? Algoritmalar, reklam anlaşmaları, takipçi beklentileri işçilerin ürettiği bu içeriklerin yönünü belirleyen güçlü faktörler. Diyelim ki içlerinden biri bir gün bir greve, bir eyleme, denk gelip paylaştı. Bu paylaşım da paylaşan kişi de bazı çevrelerce hızla büyütülüyor, o hesaplara “sınıfın influencer’ı” gibi payeler veriliyor. Ancak ardından o hesap bir reklam alıyor, ya da siyasi iktidarın hoşuna gidecek bir içerik paylaşıyor. İşte o zaman büyük bir hayal kırıklığı yaşanıyor, yüceltilen figür bir anda yerle bir ediliyor. Ama bu kırılmalar, aslında başlangıçta neyle karşı karşıya olduğumuzu yeterince anlamamaktan kaynaklanıyor. Eğer bu içerik üreticilerinin neyi temsil ettiğini, nasıl bir dijital zeminde hareket ettiklerini baştan doğru kavrarsak, onları ne kahramanlaştırır ne de düşman ilan ederiz. Ne tam anlamıyla birer işçi sözcüsü, ne de tamamen sistemin pazarlamacısılar. Bu hesaplar, dijital dünyanın çelişkili gerçekliğiyle işçiliğin kesiştiği yeni bir alanda duruyor. Onları kendi çelişkileriyle, sınıfsal konumlarıyla ve algoritmalarla kurdukları gerilimli ilişki içinde anlamaya çalışmak, hem daha adil hem de daha gerçekçi olur.

Evrensel'i Takip Et