Barış ve sessiz sınıf
Toplumda ezilen ulus çelişkisinin ortadan kalktığı, sahici bir barışın yerleşmesi için, işçilerin kitlesel mücadelesinin ve toplumsal muhalefetin basıncına duyulan tarihi ihtiyaç azalmış değil.

Fotoğraf: MA
Erhan Bilgin
Yaklaşık 50 yıl boyunca neredeyse üç yeni insan nesline bulaşan bir tür iç savaşın, fiilen sona ermesi, şimdilik silahların sustuğunun ilanıyla yetinilse bile, hiç şüphesiz paha biçilmez öneme sahip.
PKK’nin silahlarını terk etme kararının sahici bir barışa evrilmesi mümkün olabilir mi? Baskı, şiddet ve hile gelenekleri modern burjuva tarzına göre örgütlenmişliği kadar şarkın, tarihi hakimiyet ilişkilerinin yerleşmiş alışkanlıklarıyla da donatılmış bir devletin, üstelik işbaşında tutarsızlığı, ilkesizliği ve özel çıkarları hatta barış taleplerine karşı şiddet ve kara çalmayla karşılık vermeyi bir meziyetmiş gibi benimseyen siyasi iktidar varken, içimden bir ses temkinli olmayı öğütlüyor. Muhakkak maddi olgulardan beslenerek. Mesela daha birkaç ay önceye kadar sadece barış sözcüğünü telaffuz etmek cadı avına bahane edilmek için acımasız bir bahane diye kullanılmıştı.
İhtiyatlılık öğüdünün, savaştan dolaysız etkilendiği halde, işçi sınıfının ve siyasi ve sendikal örgütlerinin ve de toplumsal muhalefetin, silahların susmasında doğrudan belirleyici olmamasıyla dolaysız ilgili olduğunu söyleyebilirim.
Çünkü toplumda ezilen ulus çelişkisinin ortadan kalktığı, sahici bir barışın yerleşmesi için sanıyorum, işçilerin kitlesel mücadelesinin ve toplumsal muhalefetin muazzam basıncına duyulan tarihi ihtiyaç azalmış değil.
Türkiye’de, işçi hareketinin öncülerinin ve toplumsal muhalefetin, Kürt sorununa karşı sessiz kaldığı söylenemez. Ama devletin, Kürtlerin eşitlik taleplerine verdiği amansız cevaba karşı, işçi hareketinin ve toplumsal muhalefetin kitlesel ve sürekli bir mücadeleye yöneldiği de sanırım kolaylıkla ileri sürülemez. Bu hayati, tarihi ve evrensel eksiklik, toplumun şovenizme varan milliyetçi rüzgarların tozlarına kolayca bulanmasını kolaylaştırmış, meselenin ezen ulus ile ezilen ulus ekseninde ele alınması imkanını, ufuğun ötesindeki bir hayal dünyasına itelemiştir.
Savaşın, üretim sürecindeki baskılar, bütçenin yabancılaşması ve daha türlü yollarla işçilerin, ezilenlerin, yoksulların, hayatını açıktan açığa olumsuz etkilemesi karşısında barış talebi aslında, emeğin evrensel ve tarihi keskin bir ihtiyacıydı. Fakat savaş veya terör bahane edilerek kışkırtılan milliyetçiliğin yardımıyla, emeğin gerçek sorunlarının üstünün örtülmesini, sınıfın öncüleri ve toplumsal muhalefet ne yaptıysa tamamen engelleyemedi.
İşçilerin birliği, halkların kardeşliği
Fakat hiç olmazsa işçi hareketi 1990’ların ortalarından itibaren geriye doğru çekilmeden önce, Kürt meselesine dair sahici talepler ileri sürebilmişti. 1989 ilkbaharında başlayan kamu işçileri genel (kitlesel) grevlerinde (yeri gelmişken1989-93 genel grev dalgası halâ burjuva gazetelerinin koyduğu isimle bahar eylemleri diye tanımlanıyor) bilhassa Kürtlerin eşitliğine dikkat çeken (halkların kardeşliğine dair) talepler dile getiriliyor, hatta sloganlar atılıyordu.
İşçiler ücret artışlarıyla sınırlı ekonomik taleplerle kitlesel grevleri örgütlemişlerdi, ama uzun soluklu kitlesel mücadelenin sosyal yasaları, kaçınılmaz biçimde kendisini dayatmıştı: Devletin işlevini daha doğrusu sınıfsal konumunu sorgulayan, politik talepler uç vermişti.
Böylece, 12 Eylül askeri rejiminin bir tür devamı diyebileceğimiz o zamanki ANAP iktidarının taviz vermeyen hatta sınıfı aşağılayıcı tutumunun da yarattığı kışkırtılmışlıkla, sadece hükumetin politikalarının değil, devletin Kürt politikasının sorgulanmasının kapıları da aralanmıştı. Bu evrilmede Türkiye işçi sınıfının en önemli bileşenlerinden birini oluşturan Kürt emekçilerin fabrikalardaki ve sendikalardaki enerjik katkısının büyük olduğunu da eklemeli.
1990 yılının son aylarında Zonguldak maden işçilerinin grev ve gösterileri üçüncü ayını tamamladığında, iyiden iyiye politik talepler de içeriyordu. 1991 yılının ilk günlerinde 40 bin maden işçisi, Zonguldak’tan Ankara’ya doğru yürürken hiç de sendika bürokrasisi tarafından yönlendirilmeden üstelik seyrek olmayan bir sıklıkla attıkları “Yaşasın halkların kardeşliği” sloganıyla Kürtlerin eşitliğini hiç de yüksünmeden talep etmişlerdi. Hiç şüphesiz madenciler sınıf iç güdüsüyle, çıkarlarının Kürt mücadelesi ile ilişkili olduğunu sezmişlerdi. Ama bu sezgi, maalesef emekçi sınıfın bütüne yayılan bilinçli bir politikaya dönüşemedi.
Barış mı, silahsızlık mı?
Şimdi barış çok dar bir anlamda silahların susması, silahlı unsurların tasfiyesi biçiminde ifade ediliyorsa da, sadece bu adım bile Kürt demokratik hareketi, işçi hareketi ve toplumsal muhalefet için büyük imkanlar sunuyor.
Tabii ki korkunç bir şiddetle uygulanan ret ve imha politikalarının, yaklaşık 50 yıl boyunca toplumun üzerine yağdırdığı fenalıklardan hemen arınamayız.
Fakat silahların susması, halkların kardeşliğinin güvencelerinin sağlanmasına doğru ilerledikçe, eskinin etnik bölünmesinin, mezhep ayrılıklarının, ön yargıların, söylentilerin ve nihayet terörcü suçlamalarının yerini gerçek olgulara (ücretler, çalışma süresi, sigortasız istihdam, berbat iş koşulları, örgütsüzlük, demokrasi sorunu) bırakması hiç de zor olmayacaktır.
Toplumsal muhalefet enerjisini Kürtlerin eşitliği talebini de içeren, evrensel emek-sermaye çelişkisine yönelttiğinde ülkenin gerçek gündeminin bu çelişki olduğunun anlaşılması kolaylaşacaktır.
Evrensel'i Takip Et