Ekranlar kimin tarafında?
Gerçek anlamda halkın sesi olabilecek bir medya için mülkiyetin tüzel kişilere ya da azınlık elitlere değil, doğrudan halkın örgütlerine ait olması gerekir.

Fotoğraf: aj_aaaab/Unsplash
Cevat BARAN
Eskişehir Osmangazi Üniversitesi
Bir televizyon kanalında bir işçi grevini olduğu gibi izlediğinizi hatırlıyor musunuz? Veya bir polis baskısını gerçekten baskı olarak tanımlayan bir haberle karşılaştınız mı? Genellikle medyada polis “müdahale eder”, işçiler “tepki gösterir”, devlet ise her zamanki gibi “arabulucu” rolünde görünür. Oysa gerçek, tam tersidir. Sermaye lehine düzenlenmiş bir sistemde, medya da doğal olarak bu düzenin bir parçasıdır. Koç Holding’in reklamlarını kaybetmemek adına TÜPRAŞ işçilerinin grevini görmezden gelen kanallar, en iyi ihtimalle toplum baskısı olduğunda haberi sınırlı biçimde verir. Peki, bu durum bize neyi gösteriyor? Asıl soru, medya dediğimiz kitle iletişim araçlarının gerçekten “tarafsız” ya da “objektif” olup olamayacağıdır.
Kitle iletişim araçları nedir, ne değildir?
Kitle iletişim araçları, çok sayıda insana aynı anda, tek yönlü mesajlar göndermek için kullanılan araçlardır. Televizyon, radyo, gazete, sosyal medya, billboardlar ve kitlesel müzik bu tanıma girer. Bu araçların temel özelliği bireylerin karşılıklı iletişim kurmasını değil, önceden organize edilmiş mesajları pasif bir şekilde iletmeyi sağlamasıdır. Bu yüzden telefon ya da mektup gibi çift yönlü iletişim sağlayan yollar bu kapsama girmez. Ancak mesele sadece teknik bir tarifle sınırlı değildir. Asıl önemli olan, bu araçların kim tarafından ne amaçla ve ne doğrultuda kullanıldığıdır.
Reklamın gücü: Medya ne için var?
Bugün medyanın büyük bir kısmı kâr amacı güden şirketlere aittir. Bu da onların yayın politikalarının ekonomik çıkarlarla şekillendiği anlamına gelir. Ana akım medya, kamu yararını gözeten bir denetleyici gibi görünse de gerçekte reklam gelirleriyle ayakta duran ticari kuruluşlardır. İzleyiciye ücretsiz sunulan içerikler, aslında onların dikkatini bir ürüne veya fikre yönlendirmek üzere paketlenmiş reklam alanlarıdır. Daha çok kişiye ulaşmak, daha çok reklam almak anlamına gelir. Bu da medyayı; olabildiğince sadeleştirilmiş, tüketimi teşvik eden ve mevcut düzeni sorgulamayan içeriklere yönlendirir. Bir medya kuruluşu, işçi sınıfının sömürüldüğünü açıkça anlatan bir yayın yaparsa hem reklam alamaz hem de sistem dışına itilme riski taşır. Bu yüzden sistem karşıtı içerikler ya tamamen sansürlenir ya da marjinalleştirilir.
Hakikati örten perde: Medyanın ideolojik işlevi
Medya sadece hangi haberleri verdiğiyle değil, hangi haberleri vermediğiyle de ideolojiktir. Örneğin “ekonomimiz büyüyor” söylemi, sanki halk ile sermaye aynı çıkarları paylaşıyormuş gibi gösterir. Oysa büyüyen sadece patronların servetidir. Kemer sıkma politikaları, milli çıkar söylemleriyle cilalanır ve medya bunları normalleştirir. İşçilerin yaşadığı geçim sıkıntısı bir sistem sorunu değil, bireysel “tasarruf” eksikliği gibi sunulur. İşte bu ideolojik yönlendirme sadece bir bilgilendirme değil, aynı zamanda bir hegemonya üretimidir. Bu sistem içinde medya, halkın belli düşünce kalıplarını sorgulamadan kabul etmesini sağlar. Bu kabul, toplumsal düzenin yeniden üretimini mümkün kılar. Kültürel alanda da aynı işleyiş geçerlidir. Dizilerdeki “fakir ama gururlu” karakterler, reklamlardaki “borçla mutluluk” imajı, şarkılardaki “her şeyin boş verimliliği” bize sistemle barışık bir hayatı estetikle süsleyerek sunar.
İşçi sınıfının medyası mümkün mü?
Bu noktada başa dönüyoruz: Kitle iletişim araçları objektif olamaz. Çünkü sermaye çıkarlarını korumak üzere örgütlenmiş yapılardır. Ancak bu, medya alanında hiçbir alternatif olamayacağı anlamına gelmez. İşçi sınıfı, kendi iletişim araçlarını kurabilir, kurmalıdır da. Sovyetler döneminde Pravda, Türkiye’de Evrensel gazetesi bu yöndeki girişimlerin örnekleridir. Gerçek anlamda halkın sesi olabilecek bir medya için mülkiyetin tüzel kişilere ya da azınlık elitlere değil, doğrudan halkın örgütlerine ait olması gerekir. Mesajların kâr amaçlı değil, halkın ihtiyaçlarına göre belirlenmesi gerekir. Dahası, bu araçlarda sadece “uzmanlar” değil, üniversite öğrencileri, fabrika işçileri, köydeki çiftçiler de söz hakkı sahibi olmalıdır. Yaşadığı sorunları yazabilmeli, anlatabilmeli, kolektif bir iletişim sürecine dahil olabilmelidir. “Objektiflik” ilkesi, tarafsızlık kisvesi altında egemen sınıfın çıkarlarını gizler. Oysa gerçek çözüm, işçi sınıfının kendi tarafını açıkça ortaya koyduğu, sömürüsüz bir düzen için mücadeleyi büyüttüğü iletişim araçlarını birlikte inşa etmesidir.
Evrensel'i Takip Et