‘Sıcak Demir’in Yazarı İsmail Afacan: ‘Manifestolar dönemi bitti, şiirde uzlaşı dönemi’
“Şiirimizde ‘reddimiras’, ‘antitez’ ve ‘sentez’ gibi yaklaşımların egemen olduğu dönemler geride kaldı. Manifestolar dönemi de bitti. Bu dönem genel anlamda şiirde uzlaşı dönemi…"

Fotoğraf: Kadir İncesu
Hakan Güngör
[email protected]
İstanbul — 2020 yılı olmalı… İsmail Afacan yeni bir kitap projesinden bahsetti. Türkiye’nin şiir tarihine bütüncül bir bakış açısı sunacak, şiiri siyasal ve toplumsal perspektifle ele alacak, hem şiirin siyasal iktidarla ilişkisini hem de akımların birbiriyle itişmesini inceleyecekti. Dahası bunu araştırmacıların ve şairlerin tanıklığıyla yapacaktı.
Sonrası derin bir okuma süreci, isimlerin belirlenmesi, kapsamlı görüşmeler ile devam etti ve yıllara yayıldı. Nihayet, Everest Yayınları etiketiyle kitap raflardaki yerini aldı.
Şiirin nabzına bazen bir ülkenin siyasal çalkantıları, bazen bir ideolojinin izleri, bazen bireyin en mahrem çelişkileri etki eder. Ama biri ya da birkaçı muhakkak eder. Zira şiirin tartısı en hassas olandır. İsmail Afacan, bu nabzın ve ritimlerin izini süren bir çalışma sundu edebiyat dünyasına. “Sıcak Demir”, şiiri hem politik hem de poetik katmanlarıyla ele alıyor.
İsmail bu kitabı hazırlarken çok soru sordu, bir o kadar cevap aldı, şimdi cevaplama sırası onda. Sıcak Demir’i, yani “Tavın ve çekicin arasında kalan şiirin hikayesi”ni konuştuk.
‘Cumhuriyet şiirinin seyrini göstermek istedim’
Bu, hem emek verenler hem söyleşi yaptıkların düşünülünce çok sayıda ismin çabasını içeren bir çalışma. Nasıl başladın?
Pandeminin ilk zamanlarıydı. Herkes eve kapanmıştı. Temas alanlarımız çok sınırlanmıştı. Bu fikir o günlerde belirdi. Kitabı çalışırken amacım cumhuriyet şiirinin seyrinin nasıl bir güzergahta ilerlediğini göstermekti.
Peki isimler?
Alanında uzman akademisyenleri ve dönemlere tanık olmuş şairleri merkeze alacaktım. Akademisyenleri ve araştırmacıları belirlerken çok fazla makale okudum. Tanıklığından yararlandığım şairlerin söyleşilerini ve yazılarını inceledim. Son kertede 22 isimde karar kıldım.
Kani İrfan Karakoç, Emine Tuğcu, Alphan Akgül, Mahmut Temizyürek, Nilay Özer, Öner Yağcı, Mehmet Sümer, Aslı Uçar, Yılmaz Gruda, Yalçın Armağan, Sabit Kemal Bayıldıran, Eray Canberk, Ataol Behramoğlu, Veysel Çolak, Yaşar Miraç, Gülsüm Cengiz, Gülce Başer, Bâki Asiltürk, Orhan Kahyaoğlu, Şeref Bilsel, Mustafa Köz ve Betül Dünder yanıtlarıyla çalışmaya değerli katkılar sundu.
‘Şiir, toplumsal gelişmelerden daha çok etkileniyor’
Türkiye’de toplumsal ve siyasal ortamın şiiri etkileme biçimleri dönemden döneme nasıl değişti?
Diğer edebi türlere göre şiir, toplumsal ve siyasal gelişmelerden daha çok etkileniyor. Mesela cumhuriyetin kuruluşuyla birlikte yaşananlara şairler kayıtsız kalamıyor. Buna rağmen ülkeyi yönetenler ilerleyen süreçte şiirlerin politik vurgusunu yeterli bulmuyor. Tartışmalar yaşanıyor. Yahut 1960’larla birlikte yükselen sosyalist mücadele şiiri de etkiliyor ve döneme toplumcu gerçekçi şiir damgasını vuruyor. Ya da 12 Eylül’ün ve baskı ortamının etkisini şiirdeki metaforlarda bile görebiliyoruz. Bu nedenlerle cumhuriyet şiiri, Türkiye siyasi tarihinden bağımsız düşünülemez.
‘Siyasal ihtiyaç estetiği boğduğunda kötü şiir kaçınılmaz’
Devletin açık ya da örtülü teşvikini, takdirini almış isimlerin şiirleri göz önüne alınınca şunu düşündüm: En kötü şiiri hep devlet yazmış…
Şairin, siyasi elitlerle kurduğu patronaj ilişkisi hep tartışmalı bir konu oldu. Şairlere, iktidarlarla uyumlandıklarında vekillikler bahşedilirken muhalif olduklarında cezaevi yolu gösterilmiştir. Onlar için şiir, belagati güçlendirmek için kullanılan nesne sonuçta… Geçmişten bugüne egemenlerin şiirsever olmadığı da kesin… Siyasal ihtiyaçların estetiği boğduğu her yerde kötü şiir kaçınılmaz.
‘Garip’in muhalif bir hareket olduğunu düşünenlerdenim’
Siyasal ihtiyaçlar demişken… Orhan Veli ve Garip Hareketi, iktidar tarafından nasıl karşılandı? Garip bir akım olarak muhalif midir, mutabık mıdır tartışması sürecek anlaşılan…
Ben Garip’in muhalif bir hareket olduğunu düşünenlerdenim. “Mesleki dayanışma” olarak açıklasalar da Nâzım Hikmet için açlık grevi yapmaları, Orhan Veli’nin Yaprak’ta yayımladığı yazılara baktığımızda bunu görebiliriz. Yine, Orhan Veli’nin 1940’ların ikinci yarısında kalem aldığı şiirlerde de muhalif kimliğini görmek mümkün. Tabii… Garip şiirine yöneltilen bu eleştirinin temelinde Hasan Ali Yücel, Nurullah Ataç ve Sabahattin Eyüboğlu gibi isimlerin Garip şairlerine verdiği destek yatıyor. Unutmamak gerekiyor ki bu isimler yekpare bir devlet aklının temsilcisi değillerdi. Bu ekip aydınlanma yaklaşımları nedeniyle 1940’ların ortasında tasfiye edileceklerdi.
Aynı tartışma İkinci Yeni için de geçerli. Dönemin baskıcı siyasi ortamına estetik bir kaçış mı sundu yoksa doğrudan politik bir duruş muydu?
Toplumcu şairlerimiz ve eleştirmenlerimiz edebi dönemleri değerlendirirken yaptıkları arka plan okumalarında zaman zaman kantarın topuzunu kaçırdıklarını düşünüyorum. Garip’i İsmet İnönü diktasının, İkinci Yeni’yi Demokrat Parti, 80 kuşağını özel liberalizminin ürünü görmek gibi… Elbette siyasal ve toplumsal gelişmelerden etkileniyorlar ama bu denli bir doğrudanlık ilişkisi kurulmasını doğru bulmuyorum. Her şeyden önce nesnel bir yaklaşım değil. İkinci Yeni’nin 1950’lerdeki seyrine bakarsak şiirindeki politik yaklaşım oldukça zayıftır. 1960’larla birlikte toplumcu temalara yöneleceklerdir. Estetik bir kaçış mı? Bunu iddia eden dönem şairleri var. Estetik bir tercih olduğunu söylemek, bana daha doğru geliyor.
İkinci Yeni’yi başlatan kişi çözülemiyor
Kitap o büyük muammayı çözüyor mu, İkinci Yeni’yi kim başlattı?
Maalesef... Çözülemiyor. Yılmaz Gruda ile söyleşiye gittiğimizde, “İkinci Yeni’yi ben başlattım demişti.” Bunu da Asım Bezirci’ye dayandırmıştı. Cemal Süreya’nın “Gül” şiirini, bu tarzdaki ilk şiir olduğunu söyleyenler de var. Oktay Rifat’ın Perçemli Sokağı’nı milat kabul edenler de… Bütün iddiaların dayandığı bir nesnellik var.
‘Sıcak demirin değil, işlenmiş demirin şiiri yazılıyor’
Nâzım Hikmet putları yıkıyor; Yılmaz Gruda, Garip şiirine dair “Orhan Veli’yi izleyenlere epey seslendim: ‘Hadi o katletti şiiri, bari siz bu katliamda yer almayın’ dedim” diyor; Ataol Behramoğlu “İkinci Yeni’nin edebiyat dünyasındaki prestijini sarstık” diyor. İddialı olmanın, reddimirasın, bir antitez üretmenin geçerliliği var. Bugün var mı böylesi bir iddia?
Şiirimizde “reddimiras”, “antitez” ve “sentez” gibi yaklaşımların egemen olduğu dönemler geride kaldı. Manifestolar dönemi de bitti. Bu dönem genel anlamda şiirde uzlaşı dönemi… Fikir farklıkları varsa ifade etmek yerine sessiz kalma; eleştiri varsa görmezden gelme tercih ediliyor. Sıcak demirin değil, işlenmiş demirin şiiri yazılıyor çünkü.
Araştırmanda seni en çok şaşırtan, “Bunu hiç böyle bilmiyordum” dediğin ne oldu?
Akademisyenlerin, araştırmacıların ve şairlerin aktardıkları kadar sorulara yaklaşımlarından da çok etkilendim. Çok kıymetli bilgiler verdiler. Hepsini anlatmam mümkün değil ama birkaç örnek saymakla yetineyim. Kani İrfan Karakoç’un cumhuriyet’in 10 yıl kutlamalarında şiirin yerine dair anlattıkları, Nilay Özer’in Sovyet Yazarlar Birliği Kongresi ile Garip şiiri arasında kurduğu bağ, Mehmet Sümer’in Necip Fazıl ve Nâzım Hikmet karşılaştırması, Yaşar Miraç’ın Yeni Türkü hareketiyle işçilere ulaşma çabası… Söyleşilerde çok fazla detay ve anı var. Devamı kitapta…
Peki sırada ne var?
Yazmak istediğim üç kitabın konusu ve taslağı hazır. Türkiyeli aydınlar ve Sovyet Birliği üzerine bir kitap hazırlıyorum. Yazma aşamasındayım. Uzun zamandır çalıştığım Can Yücel kitabı için araştırmalara devam ediyorum. Bunlardan sonra edebiyat ve cumhuriyet tarihine dair bir kitap yazmayı planlıyorum.
Evrensel'i Takip Et