Remzi Kartal: Kürt sorununu biz bize çözelim
Kongra-Gel Eş Başkanı Remzi Kartal, uluslararası alanda emperyalist güçlerin çatışma zeminleri yarattığını belirterek, Öcalan’ın “Araya kimseyi katmadan biz bize çözelim” dediğini söyledi.

Fotoğraf: MA
Yücel Özdemir
[email protected]
Remzi Kartal, 1990’lı yılların başından bu yana Kürt legal siyasetinin önemli simalarından. Halkın Emek Partisinin (HEP) 1991’de SHP ile kurduğu ittifak çerçevesinde Van’dan milletvekili seçildi. HEP’in kapatılmasından sonra kurulan DEP'e geçti. Ancak, 1993 sonrası siyasal sertlik döneminde aralarında Leyla Zana ve Orhan Doğan’ın da olduğu milletvekilleri hapse atılırken, Kartal ve bir grup milletvekili 1994 yılında Avrupa’ya gitti. Merkezi Brüksel’de olan Sürgünde Kürt Parlamentosunun (PKDW) kuruluş çalışmalarında yer aldı. Kartal, PKK’nin feshi kararı ve önümüzdeki dönemde Kürt hareketinin beklentileri konusunda gazetemizin sorularını yanıtladı.
PKK yaptığı 12. Kongre ile kendisini feshetmek kararı aldı. Sadece Türkiye değil, dünya kamuoyu bunu tartışıyor. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz açılanan kararı? Ne anlama geliyor?
Çok tarihi bir karar. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan gelişmeleri hem Türkiye'nin içinde, bu son 10 yıla teknik savaşa dayalı mutlak sonuç almaya kilitlenmiş sürecin sonuçsuz kalması, yani askeri boyutta sonuç alınamaması, hem de devlet tarafından bunun yarattığı ekonomik, siyasal, toplumsal krizin ciddi bir tıkanma yaratması nedeniyle böyle bir çağrı yaptı. Filistin, İsrail, Hızbullah, Suriye ekseninde Üçüncü Dünya Savaşı dediğimiz sürecin de Orta Doğu'ya dağıttığı yeni tablo var. Birinci Dünya Savaşında kapitalist egemen sistem, o zamanki egemen güçler İngiliz, Fransızlardı. Osmanlı’yı parçalayarak, Arap, Türk gibi ulus devletler kuruldu. Ondan sonra da, Kürtler için de inkar ve imha politikasıyla süren 100 yıllık süreç başladı.
Öcalan’ın PKK’yi feshetme kararı, geçmişte yaşanan ve önümüzdeki dönemde yaşanması muhtemel gelişmelere bir yanıt mı?
Elbette. Bu konuda hep değişim yaratmak istedi. Ama devlette karşılığını bulmadı. 1993‘te, 2000'li yıllarda, 2013-15'teki süreçler de bu değişim isteğinden kaynaklanıyordu. Olmadı. Devletin Kürt'le oturma, diyaloğu kurma, görüşme, barışma konsepti olmadığı için hep ezme yoluna başvurdu. Son 10 yıllık süreçte de olan buydu.
"Öcalan’ı Türkiye’ye verenlerin hesabında Türk-Kürt savaşı vardı"
Ama bu süreçte de diyalog hep sürdü. 2013-15 ve Oslo süreci önemli dönemeçlerdi. Şimdi bir tekrar mı yaşanıyor?
Daha geriye gidersek ilk deneme 1993'te oldu. O zaman Turgut Özal ve ekibi bunu gerekli gördü. Özal ekonomist aklıyla meseleye bakıyordu. “Türkiye bu sorunu çözerse çok büyük kazanır” diyordu. Buna inanıyordu. Devletin kırmızı çizgileriyle bakmadı. Ama bildiğimiz tekçi zihniyet onu tasfiye etti. Benzer bir süreç 95-98 arasında da vardı. O da olmadı. Uluslararası komployu yapan güçler 1999‘da Başkan Apo’yu Türkiye'ye getirdiklerinde Ecevit “Niye Öcalan’ı bize teslim ettiler” diye sormuştu.
Birinci Dünya Savaşı'nda Lozan'la Kürt inkarını ortaya koyan ve bunun üzerine çatışmaların olacağını hesaplayan kapitalist emperyal akıl 1999'da da bu komployu yaparken bunu hesaplıyordu. Orta Doğu'ya, şu anda da devam eden savaşın bir parçası olarak Öcalan'ı Türkiye'ye vermekle, hesaplanan, bir Türk-Kürt savaşı çıkacak, PKK büyük bir çalışmaya girecek, Türkiye'ye çok zorlanacak ve onlara muhtaç olacaktı. Böylece Türkiye'yi Orta Doğu'da kendi politikaları için koç başı olarak kullanacaklardı.
Bunun farkında olan Başkan Apo, komploya rağmen değişim istedi. Ama devlet aklında diyalog, barış, çözüm olmadığı için hep reddetti. Şimdi hem son 10 yıllık süreçteki topyekun büyük savaşın sonuç almaması hem de gelişen 3. Dünya Savaşının artık zirveleşmesinin, Türkiye açısından çıkarttığı tehlikeyi Öcalan gördü ve uyardı: Hem Türkiye Kürt meselesini kendi iradesiyle çözecek hem de Türkiye’nin eli kolu rahatlayacak. Türkiye dışarıya muhtaç olmaktan kurtulacak. Kürt sorunu sürekli çözümsüz bırakan ve bu yolla Türkiye'yi kontrol eden uluslararası sisteme de muhtaç olmayacak.
Bu açıdan Başkan Öcalan, dünyada bir benzeri olmayan şekilde bu çatışma için “Biz kendimiz halledelim” dedi.
"Son 10 yıllık gelişmeler Türkiye’yi zorladı"
Fotoğraf: TCCB
Geçmişte bu teklifi reddeden devlet aklı neden şimdi kabul etti o halde?
Son 10 yıllık gelişmeler ve Rojava devriminden sonra Türkiye panikledi. 2014’de Genişletilmiş Milli Güvenlik Kurulunda topyekun savaş kararı alındı. 10 yıl bu süreç devam etti ve umutları gerçekleşmedi. Askeri olarak sonuç alamadılar. İsrail-Filistin meselesinin zirveleşmesi, Üçüncü Dünya Savaşı dediğimiz Orta Doğu'nun yeniden dizaynı, Suriye'de rejim değişikliği, Hizbullah, Hamas, Irak, Suriye, İran ve bölge üzerinden hesaplar netleşince, Türkiye buradan panikledi. Bu sefer Başkanın önerisini dikkate alma konumuna geldiler. O da “Ben PKK feshetmeye, silahlı mücadeleyi ortadan kaldırmaya, siz de siyasi hukuki zemini açmaya hazırsanız...” dedi. Ve süreç öyle başladı.
O zaman ortada AKP hükümeti ya da MHP’yi aşan bir durum mu söz konusu?
Şüphesiz ki ortada bir devlet aklı var, bu devleti de yöneten bir iktidar var. İktidarın bir tarafında AKP var, ama ağırlıklı olarak öne çıkan MHP. AKP'den daha çok görünen bir MHP var bu süreçte. Bunu söylerken devletin varlığını, çıkarını hesap eden, yani sürecin ne getirip ne götüreceğinin siyasi hesabını yapmayan bir yaklaşım söz konusu. Bahçeli'nin devletin bekasını öncelediği bir yaklaşım başından itibaren var. İmralı'daki diyaloğun bu çerçevede başladığını, ama Erdoğan'ı ve ilgili yerleri katarak geliştiğini söyleyebiliriz.
"CHP’nin tutumu gelecek için umut veriyor"
Kongrenin yapılması, kararların açıklanması Türkiye ve dünya kamuoyunda geniş yankı yarattı. Önce Türkiye cephesinden gelen ilk tepkileri nasıl değerlendiriyorsunuz? Türkiye'deki diğer partilerin ilk açıklamaları ve tutumu nasıl sizce?
Genelde olumlu hava var. Muhalefet daha olumlu. Özellikle CHP diyelim. DEM Parti ve ittifakları, bileşenleri, sol-sosyalist çevrelerin tutumu da zaten biliniyor. Onlar sürecin parçası. CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in ve hapiste tutulan Ekrem İmamoğlu'nun açıklamaları, tutumları gelecek açısından değişen, demokratikleşen Türkiye açısından umut veriyor. MHP ve AKP cenahından açıklamalar da yani fena değil, ancak hala sorunlu. Hala o eski bakıştan kendini kurtaramayan, yani meseleyi bir demokratikleşme sorunu olarak görmeyen sadece o terör parantezi içerisinde ele alıp, işte terör bitti, PKK bitti, şeklindeki bakış sorunludur. Umuyoruz ve diliyoruz ki, bütün demokrasi güçlerinin yürüttüğü mücadeleyle oluşacak kamuoyuyla, bu eski tekçi, bağnaz zihniyet aşılır.
"Öcalan’a umut hakkı güven ortamı yaratır"
Fotoğraf: DEM Parti
PKK kongre kararlarının açıklanmasından sonra herkesin en çok merak ettiği “Şimdi ne olacak?” PKK’nin feshi kararı ve silahları bırakmasından sonra devletten beklediği somut bir adım var mı şu anda? Önümüzdeki döneme dair bir yol haritasının varlığından söz edilebilir mi?
Şimdi olması gereken parlamentodaki siyasi partilerin acilen bu tarihi gelişmeye denk gelen bir düzeyde, bir tempoda, zamana yaymayan, parlamentonun işleyişine göre gerekli komisyonları çalıştırarak siyasi ve hukuki zeminin önündeki engellerin kaldırılması, demokratik mücadele zemininin geliştirilmesi yönünde adımlar atması gerekiyor.
Ama bunun yanında, Kürt halkı ve demokrasi güçlerine güven verecek bir adım bekliyorlar. O da Öcalan’ın konumuna yönelik tutumdur. Başkan Apo İmralı'da, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin 2014'te verdiği “umut hakkı” çerçevesinde artık özgürleşmesi gerekiyor.
O zaman beklentilerdeki birinci maddenin Öcalan'ın durumu olduğunu söyleyebilir miyiz?
Şüphesiz. Bu sürecin mimarı Başkan Apo'dur. Umut hakkına yönelik adımlar Kürt sorunun demokratik çözümü noktasında güven yaratacaktır. Bir de bu sürecin gelişmesi için silahsızlanma, demokratik siyasal mücadele, demokratik bir toplumsal zihniyetin oluşturulması, değişim-dönüşüm için bütün Türkiye açısından, sadece Kürtler açısından değil, Öcalan’ın özgür çalışma, özgür yaşam koşullarına kavuşması lazım.
"Demokrasi güçleri sorumluluk almalı"
Fotoğraf: MA
Bir yüzleşmeden bahsediliyor mu? Halklar arasında bu barışın, güvenin tesis edilmesi için karşılıklı yüzleşmeden söz ediliyor mu kongrede? Böyle mesajlar var mı?
Burada çok özgün bir durum var. Mesela uluslararası alanındaki çatışmalarda, bu kapitalist, emperyalist sistemin güçleri araya giriyorlar, çatışma zeminlerini de yaratıyorlar. Buluşma, çözüm, anlaşma süreçlerinde de kendilerine göre rol oynuyorlar. Başkan Apo ne yaptı? Dedi ki “Biz araya kimseyi katmadan biz bize çözelim” dedi. Evet, biz bize çözelim bu sorunu. Bu çok önemli.
Onun için yüzleşmeyi de bizim yapmaması gerekiyor. Başta da demokrasi güçleri. Demokrasi güçleri sadece DEM Parti değildir, Türkiye'de barıştan, demokrasiden yana olan herkes bu konuda kendisini sorumlu görmeli. Barış nasıl olacak, demokrasi nasıl olacak, yüzleşme nasıl olacak. Başta sivil toplum örgütleri, akademisyenler, aydınlar, demokratik, sol-sosyalist partiler, basın bu konuda yoğun bir çalışma içinde olmalı. Ötekine dokunma başlamalı. Kürtse, Aleviyse kadınsa, solcuysa, sağcıysa, milliyetçiyse, her kimse, bütün taraflar için diyorum, ötekiyle buluşmaya, dokunmaya, anlamaya çalışmalı, bunun kamuoyunu yaratmamız gerekiyor.
Türkiye devleti içerisinde Kürdüyle, Türküyle bütün kimliklerin kendisini yaşatabileceği bir toplumcu sistem olmalı.
O zaman Türkiye'nin yakında Rojava’nın statüsünü kabul eden bir sürece girebileceğini söyleyebilir miyiz?
Türkiye 100 yıllık Kürt sorununu bir beka sorunu olarak görüyor. Kendi ulusal birliği için tehlike görüyor. Onun için nerede Kürtlük adına bir şey varsa hemen alarma geçiyor. Oysa ki tam tersi olmalı. Kürt ve Türk halkının tarihteki Osmanlı sürecindeki birlikteliğini demokrasiyle taçlandırarak, Kürt sorununu kendisi için bir tehlike değil, tamamen bir varlık sorunu, bir güç sorunu olarak gören bir zihniyetin gelişmesi, doğrudan hem Suriye'ye hem Irak'a olumlu yansıyacaktır. Doğrudan en yakın yansıması Rojava'ya olacaktır. Onun için bu süreçteki gelişmeler son derece önemli.
Evrensel'i Takip Et