13 Mayıs 2025 04:00

Türk-Yunan sınırının trajik tarihinde yolculuk

Mourenza, mültecilerle, resmi yetkililerle ve doğrudan insan kaçakçılığını organize eden şebekelerle risk aldığı görüşmeler yapmış. Böylece ortaya ‘Sınırlar’ gibi imrenilecek bir çalışma çıkmış.

Türk-Yunan sınırının trajik tarihinde yolculuk

"Sınırlar" kitabının kapağı

Fatih Polat
[email protected]


Her ikisi de gazeteci olan ebeveynlerinin uyarılarına rağmen erken yaşta gazeteciliğe heves eden Andrés Mourenza (d. 1984), Barselona’da gazetecilik eğitimi aldıktan sonra Türkçe öğrenmek için İstanbul’a taşınır. Bir yandan da İspanyol basını için çalışmaya başlamıştır. 2011’de Yunanistan’ın yaşadığı kriz sürecini izlemek için Yunanistan’a taşınır ve 2014’te Türkiye’ye döner.

Andrés Mourenza-Sınırlar, Doğan Tılıç’ın ön sözüyle

İspanyol Gazeteci Mourenza, Prof. Dr. L. Doğan Tılıç’ın, derinlikli ön sözünde ‘Yaşar Kemal’in röportajları tadında’ diye tanımladığı ‘Sınırlar’ adlı kitabında, ‘Türk-Yunan’ sınırındaki türlü insan hikayelerini bir araya getiriyor. Kitabı okurken, yazarın, Türkiye ve Yunanistan’da gazeteci olarak çalıştığı son yirmi yılına eşlik ediyoruz.

Mourenza meşakkatli saha çalışmasına ek olarak, göç literatürüne dair yazılanları okumanın yanı sıra, ele aldığı yıllara dair veri taramaları yapmış. Sınırın her iki tarafının gelenekleri, tarihi, ekonomik, siyasi ve gündelik hayatına ilişkin boyutların, kitabın arka fonunda canlı bir zemin olarak hareket halinde olması da sizi yer yer, belgesel özelliği baskın bir edebi metnin içine çekiyor.

Örneğin bir anda, Edirne’de zamanı olduğu için uğradığı Selimiye Camisi’ne değinirken, Mimar Sinan’a ilişkin yaptığı yarım sayfalık özet, en az birkaç kaynağa dair okumalardan kaynaklanıyor olmalıdır.

Kitabı okurken Ortadoğu ile Balkanlar arasında, Ege kıyılarında dolaşıyoruz. Suriye’de canınızı kurtarmak için çıktığınız yolculuğun daha en başında yakalandığınız IŞİD polisine para verip sınırı geçmiş olsanız da, bu Meriç’ten Yunanistan’a geçmeyi başarabileceğiniz anlamına gelmiyor. Ya da bir şekilde ulaştığınız Yunanistan’dan geri gönderilmeyeceğiniz…

Kitaptan bir harita

Alan Kurdi’nin hayaleti

“Abdullah Kurdi’nin evinde takvim yaprakları değişse de tarih hep Eylül’ün 2’sini gösterecek. Zihninde 2 Eylül. Kalbinde de öyle. Sonsuza dek. 2015 yılının 2 Eylül’ü, yoksulluktan kaçıp savaşı geride bırakma hayalini sefalete dönüştürdü. Avrupa kıyılarına ulaşmayı umarken botu battı, deniz karısını ve çocuğunu yuttu. Abdullah ailesinden tek kurtulan olurken kumsalda yatan küçük oğlu Alan’ın bedeni, bu dünyada yolunda gitmeyen her şeyin sembolü haline geldi.”

Andrés Mourenza, Alan Kurdi’nin trajik hikayesini anlatmaya böyle başlıyor. Ardından bizi 2011 yılının yazına götürüyor ve Kobanê’den başlayarak, nihayet bütün dünyanın gözünün önünde mülteci hayatları açısından bir sembole dönüşen o trajik sona kadar getiriyor.

Sınırın hem mekan hem de başkarakter olarak yer tuttuğu kitapta, özellikle Suriye savaşının sonucu olarak yaşanan göçler, mülteciler etrafında oluşan büyük ekonomiyi görüyoruz. Sunduğu geçiş seçeneklerine göre farklı ödemeler talep eden insan kaçakçılarından, nehirde batmış olan botu tamir ederek bir başka çaresize satanlara kadar uzanan bir ekonomik ağ… Yunan sahil güvenlik görevlileri tarafından geri itilerek can verenler… Sınırı geçtikten sonra kendilerini pusuda bekleyen faşistlerin köpekli saldırılarına hedef olanlar… İnsanların büyük çaresizliklerinin satın alınmasıyla kurulan bir sektör…

Kitaptan bir harita

Adsız mezarlık ve Dedeağaç’ta bir müftü

Kitapta, Dedeağaç’taki hastanenin adli tıp bölümüne mültecilerin tanınmaz haldeki cenazelerinin geldiğini okurken karşınıza çıkan Müftü Şerif Damatoğlu, adeta bir romandan fırlamış ermiş gibi anlatıyor: “Cesetler Dedeağaç’ta otopsi yapıldıktan sonra bana ulaşıyor. Bazen yedi günden fazla geçiyor ve çok kötü kokuyorlar, neredeyse çürümüş oluyorlar. Ama onları dinin emrettiği gibi tek tek güzelce temizliyoruz; kefenlerine dikkatlice sarıyoruz, erkekler için üç parça, kadınlar için beş parça. Onlar için dua ediyor ve sonra onları gömüyoruz. Ölülerin haklarına saygı göstermeliyiz.”

Şerif Damatoğlu’nun görevi Evros’taki Müslüman azınlığın dini işlerini yönetmek, ailevi anlaşmazlıklarda sulh hakimi olarak ara buluculuk yapmak. Kuzey Yunanistan, Lozan anlaşması uyarınca şeriatın yasal ve resmi olarak uygulandığı Avrupa’daki tek yer. Osmanlı geçmişinin bir kalıntısı ve tarihsel bir çelişki: Türkiye laik bir cumhuriyet olurken, Yunanistan’daki Türkler imparatorluğun dini yasalarıyla yönetilmeye devam ediyor.

Yani, adeta yapay zeka yöntemiyle zaman akışını değiştirdiğiniz bir video gibi. Tarih ileriye doğru akarken, sınırın her iki tarafındakiler de bu akış içinde bir değişim yaşıyor ancak arada, bir sınır noktasında aynı zamanda tarihin gerisinde bir parça canlı olarak kalıyor.

Kitaptan bir harita

‘Tunceli ilinden gelmişlerdi’

Damatoğlu, gömdüğü ilk mültecilerin 1989 yılında Türkiye’den gelen ve nehri geçtikten sonra mayına basarak hayatını kaybedenler olduğunu anlatıyor. “Ölülerin ceplerinde isimlerinin yazılı olduğu bir kağıt vardı. Her zaman asi olarak bilinen Tunceli ilinden gelmişlerdi: O zamanlar hâlâ askeri cuntanın mirasçısı olan Türkiye’den solcu fikirleri yüzünden kaçtıkları anlaşılabilirdi.”

Dört yüzden fazla kişiyi gömdüğünü anlatan Damatoğlu, “Evlerine mektup yazdım. Hiçbir cevap alamadığım için ulaştı mı bilmiyorum. Ailelerine nerede olduklarını ve onları gerektiği gibi gömdüğümü bildirdim” diyor.  

Kitapta Türk-Yunan sınırının her iki tarafına dair, 19. yüzyılın ilk yarısından itibaren notlara yer verilmiş olması sınırların değişkenliğini okurun gözünce canlandırmasına yardımcı oluyor: “Sınırlar değişir ve gelişir. 1822’de her iki tarafın tarlaları da Osmanlı toprağıydı ve sınır çok uzaktaydı, Mora Yarımadası’nda. 1900’e gelindiğinde, birkaç savaştan sonra sınır kuzeye kaymış ve Yunanistan’ın sınırı Teselya bölgesini geçmişti.”

Kitapta Türkiye’den Yunanistan’a geçmeye çalışırken yıllar içinde başta Suriyeliler olmak üzere hangi halklardan kaç kişinin hayatını kaybettiği, kaç kişinin geçmeyi başardığı ve Yunanistan sınırından geçmeye başaranların kaçının gitmeyi hayal ettikleri Avrupa’nın gelişmiş kapitalist ülkelerine ulaşmayı başardıklarına dair veriler var.

Türkçedeki ilk basımı Ayrıntı Yayınları’ndan 2025 yılında yapılan Sınırlar’ı, 2020 yılında İspanyolca yapılmış baskısından, Andrés Mourenza ile Ezgi İrgil çevirmiş.

Mourenza, hem mültecilerle, hem resmi yetkililerle, hem de doğrudan insan kaçakçılığını organize eden şebekelerle risk aldığı görüşmeler yapmış. İstihbarat elemanları tarafından takip ve taciz edildiği zamanlar olmuş. Ama bunların hiçbiri onun için sınır olmamış. ‘Sınırlar’ın imrenilecek bir çalışma olarak ortaya çıkabilmiş olmasını bu sebatkarlığa ve cesarete borçluyuz. Yolu açık, okuru bol olsun.

Evrensel'i Takip Et