Tüpraş'ta eylem sürecine nokta değil ama bir virgül konuldu
Yüzde 35'e imza atıldığı an itibariyle, işçilerin 'ek zam' talebi meşrudur. Bu sürecin öğrettikleriyle birlikte, ek bir protokolle taleplerimizin gerçekleşmesi için yola koyulmalıyız.

Fotoğraf: İzel Gözde Meydan/Evrensel
Sinan Uğur
[email protected]
Tüpraş patronu Koç Holding'le Tüpraş işçilerinin örgütlü olduğu Petrol-İş Sendikası arasında Ocak ayından bu yana devam eden Toplu İş Sözleşmesi görüşmelerinde, işçilerin hiçbir talebi karşılanmadan satış sözleşmesine imza atıldı.
Yüzde 85 ücret zammıyla masaya oturan sendika yüzde 35'e imza attı.
İki yıl talebi hiçe sayılarak yine üç yıllık sözleşme imzalandı.
İşçilerin önemli talebi olan kıdem primi yok sayıldı...
Sabaha karşı atılan imza sonrası, ertesi gün ortaya koyduğu haklı tepki, ana caddelerin trafiğe kapatılması, işçilerin, istediklerinde ve iradelerini ortaya koyduklarında yapamayacakları şey olmadığını gösterdi. Ancak “Bunun için yeterli örgütlülük var mıydı, o örgütlülük olsaydı bu imzalar atılabilir miydi?” soruları önümüzde duruyor.
İktidarın uyguladığı ve ücretleri baskılamayı esas olan Orta Vadeli Programa da uygun bir şekilde masaya oturdu patron. Aslında, izlenen ekonomi programın Koç Holding'in ve tekelci burjuvazinin ücret politikasına uygun olduğunu belirtmek daha doğru olur. İktidarın yaptığı, işçi sınıfına karşı sermayenin çıkarlarını önceleyen sert bir saldırı cephesi oluşturmasıydı. İşçilerin daha baştan itibaren kazanım elde edebilmek için bu zorlu mücadeleye hazırlanması gerekiyordu.
Aralık ayında, emekli maaşlarının hesaplanma sistemindeki garabetten dolayı maaşının düşmemesi için birçok işçi emekliye ayrıldıktan sonra, Tüpraş'ta genç işçilerin ağırlığı iyice arttı. Bu işçilerin maaşları asgari ücret seviyesinden başlıyor, kıdemliler ise, fazla mesai, vardiya farkı vs. olmadan 35-40 bin bandında ücret alıyordu. Özellikle 2019 Yüksek Hakem Sürecinden bu yana ücretlerin aşırı düştüğü aşikardı ve Toplu Sözleşme taslağı oluşturulurken, yoksulluk sınırının üzerinde insanca yaşanacak bir ücret talebi öne çıkıyordu. Devasa cirolar yapan, özelleştirme bedelini birkaç yılda elde ettiği kârla geri alan Tüpraş patronu Koç Holding'in karşısına işçilerin yüzde 100'ü aşan zam talebiyle çıkmasından doğal bir şey olamazdı. Ancak buna rağmen sendika yüzde 85 teklifle masaya oturdu.
İşçiler 'tamam buna da evet, ama hiç olmazsa bu rakamın da altına düşmeyin, biz mücadele için her şeyi yapmaya hazırız' mesajını her platformda dile getirseler de, yapılan oturumlarda oran, beşer beşer aşağıya çekildi. Yüzde 15,75 zam oranıyla masaya oturan patron tarafı, gıdım gıdım yaptığı artışlarla en fazla yüzde 28'e geldiğinde sendika ücret talebini yüzde 70'e çekti, iki yıllık sözleşme ve kıdem primi gibi istekler ise neredeyse yok sayıldı ve süreç burada tıkandı.
Sürekli olarak, “Daha zamanımız var, müzakere bittikten sonra mücadele başlayacak” telkinleriyle işçilerin mücadele isteğini geri çeken sendika yöneticileri, bu aşamadan sonra eylem sürecini başlattı. Burada da, yaptırım gücü olan eylemlerden çok öncesinde de tanık olduğumuz protestocu tarzla süreç yürütülmeye başlandı. İşçilerin “etkili eylem” talebi, daha “55 gün zamanımız var, hepsini yapacağız adım adım yükselteceğiz” söylemleriyle karşılandı. Birkaç günlük aradan sonra yapılan ve sabaha kadar süren görüşmeler sonucunda ise, işçilerin bütün itirazlarına rağmen yüzde 35 zam ve üç yıllık sözleşme imzalandı. Dört rafineriden üçünün bağlı olduğu İzmit, Kırıkkale ve Batman şubelerinin sözleşmeyi imzaladığı Aliağa şubenin ise imzalamadığı görüldü.
Burada imza atmamak bir tutum olarak görülse de, bu tutumun gereği yapılmadıktan sonra, atmakla atmamak arasında çok bir farkın olmadığını belirtelim. Nitekim, imza sonrası işçilerin ortaya koyduğu eylem iradesi karşısında önce ses çıkarmayan, “Siz ne istiyorsanız yapalım, yanınızdayız” söylemi, yerini, “Diğerleri imzaladıktan sonra bizim yapacağımız bir şey kalmadı, ek protokol falan olmaz”, söylemlerine bıraktı. TÜPRAŞ yönetiminin ilettiği tehdit içerikli mesajlarla birlikte, işçilerin mücadele tutumu şimdilik geriye çekilebildi, eylem sürecine nokta değil ama bir virgül konuldu diyebiliriz.
TÜPRAŞ'ın yeni ve genç işçileriyle, az çok mücadele deneyimi olan işçiler, bu süreçten önemli dersler çıkararak, kaldıkları yerden değil ama daha da bilenmiş örgütlenmiş bir şekilde hakları için birleşmeye, mücadeleyi sürdürmeye kararlılar. Onlar tabi ki, bu derslerin neler olduğunu aralarında tartışacak sonuçlara varacaklardır. Bu tartışmalara faydası olması açısından Aliağa'daki gözlemlerimizden yola çıkarak birkaç noktaya değinmek gerekiyor.
İşyerlerinde işçi örgütleri oluşturma ihtiyacı
Başından beri yaptığımız değerlendirmelerde, işçilerin işyerlerinde inisiyatiflerinin egemen olması ve iradelerinin belirleyici olacağı bir örgütlenmeye girişmelerinin zorunluluğunu vurgulamıştık. Ünite ünite işçilerin seçtiği işçilerden oluşan toplu sözleşme ve mücadele komitelerinin oluşturulması, bu örgütlülük üzerinden sendikanın tutumuna yön verilmesi eylemlilik süreçlerinde de 'karar alan sendikacı, uygulayan işçiler' denklemini bozarak her türlü kararı işçilerin aldığı bir süreç inşa edilmeliydi.
Bu fikri ve gerekliliğini savunan işçiler, 'ama sendika ve temsilciler komite kurulmasına müsaade etmez, etmiyor' diyerek haklı bir tereddüt sergiliyorlar. İşyeri komitelerini sendikal örgütlenmenin dışında bir şey olarak değerlendiriyorlar. Bürokratik sendikacılık anlayışının egemenliği koşullarında böyle düşünülmesi anlaşılır. Ancak bilinmesi gerekiyor ki, sendikal örgütlülük denilen şey, profesyonel yöneticiler, sendika büroları, işyeri temsilcileri ve üye işçilerden ibaret değil. Tam aksine sendikal örgütlülük, işçilerin işyerlerinde kurduğu birliği ifade etmelidir. Bütün sendikal kurumlar bu birliğin organik parçaları olarak onu güçlendirmeye, işçilerin iradesini hâkim kılmaya hizmet etmelidir.
Nasıl ki, sendikacıları da önlerine katıp, anayolları trafiğe kapatarak yürüyüşler gerçekleştirdiyse TÜPRAŞ işçileri, işyerlerinde kendi örgütlülüklerini de, temsilci ve yöneticileri “ikna” ederek, ikna olmadıkları noktada kendi bildikleri noktada onlara rağmen gerçekleştireceklerdir. Bu örgütlenme, sadece toplu sözleşme süreçlerinin örgütlenmesiyle sınırlı değil, sendikanın da tüm kurumlarıyla işçilerce sınıf sendikacılığı ilkeleriyle yeniden inşa edilmesini içermelidir.
Birleşik mücadele
Eş zamanlı olarak Ravago'da da TİS süreci devam ederken ve grev aşamasına gelmişken hem Ravago işçileriyle ve hem de önümüzdeki aylarda TİS süreci başlayacak olan Petkim ve Star Rafinerisi işçileriyle birlik zemini oluşturulamadı. 1 Mayıs'ta TÜPRAŞ önünde bütün fabrikalardan işçilerin toplanarak alana yürümesi bu birliğin zemini olabilirdi ama işçilerin bu yöndeki önerileri dikkate alınmadı. Aliağa özelinde söylersek, aynı şubeye üye bu işletmelerin işçileri arasında rekabet değil birlik esas alınmalıdır. Sendikalı-sendikasız, havzadaki bütün işçileri de ortak talepler etrafında mücadeleye kazanacak bir hatta ilerlenmelidir.
Halkı aydınlatma ve desteğini sağlama
TİS ve mücadele süreçlerinde halkın desteğinin kazanılmasının önemi bir kez daha görüldü. '130 bin lira maaş alıyorlar, daha ne istiyorlar' yönündeki kimi yorumlara, 36 bin liralık bordrolarını ağlayarak gösteren işçiler oldu. Özelleştirme karşıtı mücadelede halkın desteğinin önemi görülmüştü. Bu mücadelelerde de eylem ve etkinliklerin bir yönü halkı aydınlatma ve birleşme çabasını içermeliydi.
İşçiler arasında bütün ayrımları ortadan kaldırma
Yeni ve genç işçilerin enerjisiyle, deneyimli işçilerin bilgi ve tecrübesi birleştirilmeli, “Devrecilik” vb. gibi işçilerin birliğinin önündeki bütün anlayış ve alışkanlıklar terk edilmeli. Sermayeye karşı işçilerin birliği esas alınmalıdır.
Birlik ancak aşağıdan yukarıya doğru örülebilir
Dört rafinerinin birliği, her bir rafinerinin kendi içinde kurduğu birliğin üzerinden inşa edilebilir. Son süreç göstermiştir ki, sosyal medya vb. üzerinden yukarıdan yapılan birlik girişimleri bazı şeyleri kolaylaştırsa da, gerçek bir birliğin temeli olamamaktadır. Bu türden platformlar, iletişimi kolaylaştıran araçlar olarak disiplinli bir şekilde kullanıldığında amaca hizmet edebilir.
Grev yasağına karşı mücadele süreklilik kazanmalıdır
Grev yasağının hiçbir meşruiyeti yoktur. “Grev bizim hakkımız, biz istersek yaparız” tutumu uluslararası sözleşmeler ve Anayasadan güç alsa da, esas olarak belirttiğimiz örgütlülük sayesinde hayata geçirilebilir. Ama bunun yanı sıra, grev yasaklarının kalkması için de petro-kimya işçilerinin öncü olması gerekiyor. Emek Partisinin başlattığı 'Yasaksız grev, barajsız sendika, güvenceli iş' kampanyasına ilgi görüldü ancak, bu taleplerin asıl muhatabı olan işçilerin, sendikal kanunlarda işçiler lehine yasal düzenlemeler için de inisiyatif almasının zorunluluğu süreçten çıkarılması gereken önemli bir ders.
Sendika kongrelerinin işçileri bölmesine izin verilmemelidir:
Yakın süreçte gerçekleşecek olan Şube Genel Kurulları, işçiler arasında yeni bölünme ve kutuplaşmaların değil, sınıf sendikacılığı anlayışı etrafında birliğin aracı olarak örgütlenmelidir. Bir ayrım olacaksa, kişiler, gruplar etrafında değil, sınıf sendikacılığıyla, bürokratik sendikacılık anlayışı etrafında olmalıdır.
Talepler karşılanmadı, Ek Protokol için mücadele önümüzde duruyor
Yüzde 35'e imza atıldığı an itibariyle, işçilerin "Ek zam" talebi meşrudur. Bu sürecin öğrettikleriyle birlikte, ek bir protokolle taleplerimizin gerçekleşmesi için yola koyulmalıyız.
Yukarıda belirtilen birçok eksikliklere rağmen şu birkaç günlük mücadelesiyle bile TÜPRAŞ işçileri ülkenin gündemine girmeyi başarabildiyse, işyeri örgütleri etrafında birleştiğinde, gerisini sermayenin Koçbaşları, iktidar ve Bakan'ları Şimşek düşünsün.
Evrensel'i Takip Et