12 Mayıs 2025 03:14

Trump’ın Körfez turu öncesi ‘mıntıka temizliği’

Yusuf Ertaş

ABD Başkanı Donald Trump, önümüzdeki günlerde Suudi Arabistan, Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri’ni kapsayan bir Körfez turuna çıkıyor. Trump’ın tur öncesi gerilimi yumuşatmaya yönelik hamleleri dikkat çekiyor. Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman, ikinci dönem göreve başlayan Trump’la yaptığı bir telefon görüşmesinde, önümüzdeki dört yıl içinde ABD’ye en az 600 milyar dolar yatırım yapmayı taahhüt etti. Trump, Veliaht Prens’ten bu rakamı 1 trilyon dolara çıkarmasını talep edeceğini söyledi.

Gerilimli ortaklık

Bu arada, son dönemde Trump ile İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu arasındaki ilişkilerde belirgin bir gerilim yaşandığı ileri sürülüyor. Bu gerilimin temelinde, Trump’ın Ortadoğu politikalarında İsrail’in çıkarlarını göz ardı eden adımlar atması ve Netanyahu’nun İran’a yönelik daha sert bir tutum talep etmesi yatıyor. Ayrıca, Trump’ın Yemen’deki Husi isyancılarla vardığı ateşkes anlaşması da İsrail’in tepkisini çekti. Ancak zaman zaman ortaya çıkan farklılıklara rağmen ABD-İsrail ilişkilerinin tamamen kopması ya da tersine dönmesi mümkün değil. Lübnan merkezli Al Ahbar Yazarı Yahya Dabbuk, ABD’nin, bölgedeki işlevsel rolü açısından İsrail’in yerini alabilecek bir alternatif bulmasının oldukça zor olduğuna dikkat çekerek “İsrail açısından ise, ABD’nin himayesi ve desteği olmadan siyasi, güvenlik hatta varoluşsal bir gelecekten söz etmek mümkün değildir” diyor.

Filistin davası tarihi bir dönemeçte

İsrail’in Gazze’ye yönelik askeri operasyonları, yalnızca Hamas’ı zayıflatma amacı taşımıyor; asıl hedef, tüm sivilleri göçe zorlayarak bölgeyi boşaltmak, askeri olarak kontrol altına almak ve ardından Yahudi yerleşimlerini başlatmak. Netanyahu ve bazı bakanların açıklamaları, bu planın artık gizli değil açık şekilde yürütüldüğünü gösteriyor. Gazze’de uygulanan abluka, bombalamalar ve sivillere yönelik aç bırakma politikaları bir soykırım stratejisi olarak bu hedefe işaret ediyor. Aynı zamanda Batı Şeria’da da yerinden etmeler, saldırılar ve yerleşim faaliyetleri artarak devam ediyor. Bu koşullarda Filistin davasının tarihi bir dönemeçte olduğuna dikkat çekiliyor ve Arap ve uluslararası toplumdan güçlü bir duruş gösterilmediği takdirde yeni bir Nakba’nın yaşanmasının kaçınılmaz olduğuna vurgu yapılıyor.

Yemen krizinde ‘ateşkes’

Körfez turuna hazırlanan Trump, beklenmedik bir şekilde Yemen’e yönelik iki aydır devam eden hava saldırılarını durdurduğunu duyurdu. Husi güçleri tarafından fırlatılan bir füzenin Ben Gurion Uluslararası Havalimanını vurmasının ardından geçtiğimiz pazartesi akşamı İsrail, ABD ile koordineli olarak Yemen’e geniş çaplı bir saldırı düzenledi. Saldırı, Hudeyde’deki birçok noktayı hedef aldı; limana altı hava saldırısı düzenlendi. Ayrıca çimento fabrikası da dahil olmak üzere başka tesisler de bombalandı. İsrail medyası, Yemen’e yönelik saldırıya yaklaşık 30 savaş uçağının katıldığını bildirdi. Bu, mart ayı ortasında Trump yönetiminin başlattığı Yemen’e yönelik Amerikan hava saldırılarından bu yana, İsrail hava kuvvetlerinin batı Yemen’deki Hudeyde kentine yönelik hava saldırılarına ilk kez katıldığı bir saldırı.

Bu saldırıların ardından salı günü Trump, Yemen’deki İran destekli Ensarullah (Husiler) hareketiyle bir ateşkes anlaşması yapıldığını duyurdu. Bu anlaşma, Umman’ın ara buluculuğunda gerçekleşti ve ABD’nin Yemen’deki hava saldırılarını durdurması karşılığında Husiler de Kızıldeniz ve Bab el-Mandeb Boğazı’ndaki ABD gemilerine yönelik saldırılarını sonlandırmayı kabul etti. Husiler, bu anlaşmanın İsrail’i kapsamadığını açıkladı. Nitekim geçen cuma günü, Yemen’den fırlatılan balistik füze bir kez daha Ben Gurion Uluslararası Havalimanını hedef aldı.


İsrail’in açıklanan niyetleri

Ali Kabaca
Al Halic/BAE

İsrail’in Gazze’ye yönelik niyetleri giderek daha da netleşiyor. Tel Aviv için en temel ve en önemli hedef sadece direniş gruplarını silahsızlandırmak ya da Hamas’ın yönetimini sona erdirmek değil; mesele bundan çok daha derin. Asıl amaç, yerinden etme süreciyle tüm sivillerin göçe zorlandığı, bölgenin tamamen askeri kontrol altına alındığı ve ardından yerleşimlerin başlatıldığı bir hakimiyet sürecidir. İsrail, Gazze halkını aç bırakmak, kuşatmak ve acımasızca bombalamak suretiyle bunu fiilen uygulamaktadır. Mesaj nettir: Ya göç edin ya da bombalarla ve açlıkla ölün.

İsrail’in hedeflediği şey artık spekülasyon konusu değil, açıkça ilan edilmiştir. Netanyahu, Gazze’deki askeri operasyonların “sınırlı baskınlardan, toprakların işgali ve bu bölgelerde kalıcı bir varlık” aşamasına geçeceğini duyurdu. Bu da ancak “yakıp yıkma politikası” ile yani her şeyin yok edilmesiyle sağlanabilir. İsrail Maliye Bakanı Smotrich de bu durumu açıkça ifade etti: “Gazze birkaç ay içinde tamamen yok edilecek. Halk, bölgedeki Morag Koridoru’nda toplanacak ve oradan üçüncü bir ülkeye kitlesel olarak göç edecek.” İsrail Miras Bakanı Amihai Eliyahu ise daha da ileri giderek, daha önce Gazze’ye nükleer bomba kullanılmasını önerdiği gibi, şimdi de gıda depolarının bombalanmasını ve Gazze halkının aç bırakılmasını savunuyor. “Açlıktan kıvranmalılar; hayatlarından endişe eden siviller göç planına uymalı” diyor. Bu açıklama hiç şüphe yok ki açık bir soykırım çağrısıdır. Üstelik bu soykırım zaten gözler önünde, çocuklar, kadınlar, yaşlılar ve geçim derdindeki gençlerin özellikle hedef alındığı saldırı listeleriyle yürütülmektedir.

İsrail bu katliamı sonlandırmak istemiyor; çünkü bunu demografik yapıyı değiştirme ve kendi lehine bir gerçeklik oluşturma adına tarihi bir fırsat olarak görüyor. Gazze’de bu süreci hızlandırarak sürdürüyor. Aynı zamanda Batı Şeria’da da geniş çaplı yerinden etmeler gerçekleştiriyor, öldürüyor, eziyor, mahalleleri, köyleri, şehirleri abluka altına alıyor ve yerleşim faaliyetlerini artırıyor. Ancak Gazze’deki soykırım, Batı Şeria’daki bu suçların üzerini örtüyor ve dikkatleri başka yöne çekiyor.

Oysa 7 Ekim 2023 saldırıları Batı Şeria’dan başlamamıştı. Buna rağmen İsrail burada da yayılmacı emeller peşinde; tüm ahlak, değer ve uluslararası hukuk kurallarını hiçe sayıyor. İntikam ve nefret duygularıyla, kendine ait olmayanı zorla alma anlayışıyla hareket eden kör bir askeri güç tarafından kontrol ediliyor. Üstelik hiçbir değere saygı göstermeyen, aşırı sağcı bir hükümet tarafından destekleniyor.

Filistin davası şu anda kritik bir dönemeçtedir. Bu nedenle, Filistinlilerin kendi topraklarındaki tarihsel köklerini korumak ve onlara yönelik soykırımı durdurmak için Arap ve uluslararası alanda sağlam bir duruş sergilemenin tam zamanıdır.  Aksi takdirde yeni bir Nakba’nın (Büyük Felaket-Filistinlilerin göçü) yaşanması kaçınılmazdır.


Husi füzesi, demir kubbeleri delip indi!

Al Kuds Al Arabi
Başyazı

İsrail medyası, Yemen’den fırlatılan bir füzenin geçen hafta pazar günü Tel Aviv’de bulunan Ben Gurion Havalimanı bölgesine düştüğünü doğruladı. Olayın ardından havalimanı bir saatten fazla kapatıldı ve birçok yabancı hava yolu şirketi İsrail’e yönelik uçuşlarını askıya aldığını veya iptal ettiğini duyurdu.

Ben Gurion Uluslararası Havalimanı, İsrail’in ana havalimanı olmasının yanı sıra, sivil altyapının en önemli tesislerinden biri olup güvenlik, jeopolitik, ekonomik ve turistik açıdan en hassas yerlerden biri olarak kabul ediliyor. Aynı zamanda dünyanın en korunaklı havalimanları arasında sayılıyor.

İsrail medyası, Yemen füzesinin dört katmanlı hava savunma sistemini aşarak havalimanının merkezine düştüğünü; 25 metre derinliğinde bir çukur oluşturduğunu ve hipersonik savaş başlığının büyüklüğü nedeniyle bir dizi patlamaya yol açtığını bildirdi.

Füzenin Yemen’den İsrail’e kadar çok uzun bir mesafeyi katetmesi, Husilerin kullandığı taktik ve manevraların Kızıldeniz’de konuşlu Amerikan hava güçleri tarafından tespit edilemediği anlamına geliyor. Aynı şekilde İsrail’in, Iron Dome (Demir Kubbe), Davud Sapanı, THAAD, Arrow 3 ve ABD yapımı Patriot sistemlerini içeren en gelişmiş hava savunma teknolojilerine rağmen bu saldırıyı engelleyememesi, büyük bir askeri başarısızlık anlamına geliyor. Bu aynı zamanda İsrail için önemli bir ekonomik darbe niteliğinde.

Söz konusu Husi füze saldırısı, geçtiğimiz mart ortasından bu yana her gün artan yoğun Amerikan hava saldırıları sonrasında gerçekleşti. Bu saldırılarda iki uçak gemisi, B-2 bombardıman uçakları, savaş uçakları ve Patriot ile THAAD hava savunma sistemleri kullanıldı. Bin hava ve deniz saldırısını aşan bu operasyonlara geçen çarşambadan itibaren İngiliz güçleri de katıldı. Bu operasyon, Donald Trump’ın göreve gelişinden bu yana Ortadoğu’daki en büyük askeri hamle olarak değerlendiriliyor. Trump, kampanyayı “Süreniz doldu. Durmazsanız cehennemi üzerinize yağdırırız” sözleriyle tehdit ederek başlatmıştı.

Ancak ABD’nin Husilere yönelik bu askeri kampanyası maddi ve lojistik kayıplar yaşadı. Bu kampanyanın şu ana kadar 3 milyar dolara mal olduğu tahmin ediliyor. Son kayıplardan biri, geçen pazartesi günü Amerikan Donanması tarafından açıklandı: USS Truman uçak gemisinden Kızıldeniz’deki operasyonlar sırasında bir F-18 savaş uçağının düşmesiyle bir denizcinin yaralanması.

Washington, kampanyasının amacını Kızıldeniz’de güvenliği yeniden sağlamak olarak açıkladı. Ancak Trump, Husileri tehdit etmekle kalmayıp, aynı zamanda İran’a da “ajanlarına verdiği desteği derhal kesme” çağrısı yaptı.

İran ve Yemen’deki Husi dosyalarının bu şekilde keskin bir şekilde bağlanmasının ardından Trump, herkesi -özellikle İsrail Başbakanı Netanyahu’yu- şaşırtarak İran’la müzakerelere başlama kararı aldı. İlk oturum 12 Nisan’da Umman’ın başkenti Maskat’ta gerçekleşti. Washington Post’a göre, Trump’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı Michael Waltz’un bu müzakerelere karşı çıkması ve Netanyahu’nun İran’a yönelik savaş seçeneğini desteklemesi, görevden alınmasının ana nedenlerinden biri oldu.

ABD-İngiltere-İsrail saldırıları şu ana dek Husi saldırılarını durduramadı. İsrail’in “bu füze saldırısının yedi katı misilleme” tehdidini gerçekleştirmesi durumunda, Husilerin üslerine yönelik saldırılar Kızıldeniz’e ve İran’a yakın Körfez bölgesine taşınabilir. Bu da büyük olasılıkla Trump’ın ya İran’la yeni bir nükleer anlaşma imzalama planlarını ya da Suudi Arabistan, Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri’ne gerçekleştireceği ziyaretlerde ele alacağı daha büyük Ortadoğu planlarını zorlaştıracaktır.


Kızıldeniz: Kriz ve uzlaşı

Umman Daily

Küresel sistemin kademeli olarak çöküşü ve uluslararası toplumun kurumlarının rolünün zayıflamasıyla birlikte, Ortadoğu giderek artan bir belirsizlik ve “akıcılık” durumunu yaşıyor. Bu bölge artık bekleyiş aşamasından çıkıp, açık çatışmaların yaşandığı bir “sistem sonrası” döneme girmiş bulunuyor.

Bu kriz ortamında Ortadoğu’daki durum, temkinli gözlem sürecinden gerçek çatışmalara doğru evrildi. ABD ve İsrail’in Yemen’le yaşadığı son çatışmalar, bu yeni dönemin en güncel örneği olarak değerlendiriliyor. Bu çatışmalar, bazı uzmanlara göre daha büyük, daha geniş ve daha tehlikeli bir savaşın habercisi olabilir; eğer mevcut gidişat en zorlu senaryoya doğru ilerlerse.

Yaklaşık sekiz yıl süren bir kesintinin ardından ABD ile İran’ı nükleer dosya konusunda müzakere masasına oturtmayı başaran Umman, yeni bir ara buluculuk süreciyle ABD ile Yemen’deki Ensarullah (Husiler) hareketi arasında bir uzlaşı sağlandı. Bu uzlaşı, savaşın ve caydırıcılık hesaplarının hüküm sürdüğü bir bölgede, yerel bir barış ihtimali anlamına geliyor. İlk aşamada bu uzlaşı, ABD’nin Ensarullah’a yönelik hava saldırılarını durdurmasını; karşılığında ise Ensarullah’ın Kızıldeniz ve Bab el-Mendeb’de Amerikan gemilerini hedef almaktan vazgeçmesini öngörüyor.

Ancak bu uzlaşının kalıcı olup olmayacağı, ABD’nin öngörülemeyen politikaları göz önüne alındığında, belirsizliğini koruyor. Yine de bu gelişme, bölgedeki çatışmanın psikolojik ve askeri yapısında bir değişimi temsil ediyor: Dün imkansız görünen şeyler, bugün mümkün hale gelmiş durumda.

Öte yandan, ABD’nin Sana’ya yönelik hava saldırıları, Ensarullah’ın savaş gücünü zayıflatma açısından sınırlı bir etki yaratırken; insani olarak çok ciddi sonuçlar doğurdu. Bu saldırılar, Ensarullah’a misilleme yapmak ve Gazze’ye destek vermeye devam etmek için mantıklı bir gerekçe sundu. Ayrıca, Kızıldeniz’deki deniz taşımacılığına yönelik saldırıların etkisi sembolik düzeyde olsa da, uluslararası toplumu ciddi bir denizcilik ve ekonomik krizle karşı karşıya bıraktı. Sigorta primleri yükseldi, ticaret yolları daha uzun ve maliyetli rotalara kaydırıldı, Süveyş Kanalı ve Akdeniz limanlarına yönelen mal akışında daralma yaşandı.

Yemen’in canlı eti

Süleyman Cuda
Mısri El Youm/Mısır

Yine ve bininci kez, Amerika Birleşik Devletleri her zamanki gibi önce tüm yanlış yolları denedikten sonra nihayet doğru yola yöneliyor!.. ABD Başkanı Trump, ülkesinin Husilere yönelik saldırılarını durdurduğunu açıkladı. Washington’da Kanada başbakanını karşılarken yaptığı açıklamada ise, Husilerden Kızıldeniz’deki gemileri hedef almaktan vazgeçmeleri konusunda söz aldığını belirtti.

Eğer Trump bunu bu ayın 6’sında açıkladıysa ve durdurulmasını emrettiği saldırılar 15 Mart’ta başladıysa, bu saldırıların yaklaşık iki ay sürdüğü anlamına gelir. Ve eğer bu saldırılara bir başlık vermek istersek, şu şekilde olabilir: Gereksiz ve anlamsız saldırılar.

Trump’ın saldırıların durdurulmasına ilişkin açıklaması, İsrail’in Yemen’in Kızıldeniz kıyısındaki Hudeyde Limanını ve Sana Havalimanındaki sivil uçakları hedef alarak gerçekleştirdiği saldırıların ardından geldi. İsrail’deki aşırı sağcı hükümetin Yemen’de ulaşabildiği her şeyi vurması, Husilerin, Ben Gurion Havalimanına bir füze fırlatmasına karşılık olarak gerçekleşti. Bu füze, her ne kadar havalimanının çevresine düşmüş, sadece yerde bir çukur oluşturmuş, ne birini öldürmüş ne de bir duvarı yıkmış olsa da İsrail bunu bahane olarak kullanmaktan geri durmadı.

Zira Hudeyde Limanı, Kızıldeniz kıyısındaki Yemen’in en büyük limanıydı ve 15 Mart’tan bu yana Amerikan saldırılarının başlıca hedeflerinden biriydi, İsrail orada geriye kalan her şeyi yerle bir etti! Bu, Sana Havalimanına ve çevresine, oradaki uçaklara verilen zararla birleştiğinde, saldırıların Trump’ın Husilerden gemilere saldırmayacaklarına dair söz aldığı için değil, Yemen’de artık yıkılacak bir şey kalmadığı için durduğu anlaşılıyor.

Bu saldırılar başından beri anlamsızdı, daha çok birer yel değirmeniyle savaş gibiydi; çünkü Husiler dağlara çekilmiş durumdalar ve hava saldırıları onlar için bir anlam ifade etmiyor. Amerika’nın kara harekatı yapması gerekirdi ama bu zaten baştan mümkün değildi.

Tüm hikaye 15 Mart’tan bu yana başından beri belirsizdi. Eğer ABD’de hesap soran kurumlar olsaydı, Trump’a şu soruları yöneltmeleri gerekirdi: Saldırılar neden başlatıldı, neden sona erdirildi, neden oraya gidildi ve neden tekrar geri dönüldü?

Hikaye nasıl başta belirsizliklerle doluysa, sonu da daha da karmaşık. Çünkü Trump’ın Husilerden gemilere saldırmama sözü aldığı ya da Husilerin teslim olduğu yönündeki açıklamaları, sağduyulu bir aklın kabul edebileceği şeyler değil. Bu açıklamalar, önümüzdeki günlerde ortaya çıkacak çok şeyi gizleyen bir perde gibi görünüyor.  Ama kesin olan bir şey var: Bu savaşın bedelini gerçek anlamda Husiler değil, Yemen halkı kendi canıyla ödüyor.

ABONE OL

Evrensel'i Takip Et