11 Mayıs 2025 06:15

Sendikal bürokrasinin diyalektik rolü

İşçi sınıfının kendiliğinden eylemlerinin, devrimci bir potansiyel taşıdığı, bu potansiyelin gerçek bir devrimci harekete dönüşebilmesi için örgütlü bir perspektifin gerekliliği de açıktır.

Sendikal bürokrasinin diyalektik rolü

Fotoğraf: Evrensel

Fırat Turgut
[email protected]


Ülkenin kârlılık oranı en fazla olan şirketi TÜPRAŞ’ta çalışan işçilerin, toplu iş sözleşmesi sürecinde yaşadıkları; bir ücret mücadelesinin ötesinde, kapitalist sistemin işleyiş mantığını, sınıf mücadelesinin dinamiklerini ve sendikal bürokrasinin sınıf mücadelesindeki ‘rolünü’ anlamak açısından öğretici bir örnek teşkil ediyor.

Öncelikle, sınıf mücadeleleri içinde sendika ve toplu sözleşme kavramları çelişkili de olsa doğası gereği bir diyalektik barındırır. Sendikalar ve toplu sözleşmeler bir yandan işçi sınıfının kapitalistlerle kavgasının bir aracı olarak kullanılırken, diğer yandan kapitalistlerle uzlaşma araçları oldukları da yadsınamaz bir gerçektir. Ancak burada ele alacağımız konu sendikaların genel rolünden çok, son dönem daha da görünür olan; kapitalistlerle ‘uzlaşı’da uzmanlaşmış, çoğu zaman üyeleriyle zıtlık içinde olan, bürokratikleşmiş durumdur.

Sendikalar, patronlar karşısında işçilerin çıkarlarını savunmak için var olmalarına rağmen, sendikal bürokrasi/sendika bürokratları için durum çok nettir: Kapitalistlerle işçi sınıfı arasında yaşanan çatışmada karşılaşılan her sorun kapitalistlerin çizdiği çerçevede çözülmelidir. Bu nedenle mücadeleye açık/gizli şekilde sınırlar çizilmelidir. Net olan bir diğer durum da sendikacılığın, maaşı iyi bir meslek olmasıdır, üstelik bunun için emek gücünü bir patrona satma zorunluluğu yoktur. Sendikal bürokrasi için söylenebilecek bir diğer şey ise işçilerin olabildiğince en azı talep etmelerini sağlamak, bu talepleri de ekonomik taleplerle sınırlandırmaktır. Başka bir ifadeyle işçileri doğrudan ya da dolaylı olarak, kapitalizmi normalleştirip, insanlığın doğasına uygun olduğuna ikna etmek gibi bir görev de üstlenirler.

Yine sendika ve toplu sözleşme kavramları gibi sendikal bürokrasi de doğası gereği diyalektik bir çelişki barındırır. Bir yandan kapitalistlerle ‘mutlu bir evlilik’ sürdürürken diğer yandan bu mutlu evliliğin zarar görmemesi için tabandan gelen baskılara kısmen karşılık vermek de zorundadır. Tıpkı Türk-İş Genel Başkanı Ergün Atalay’ın, hükümetin teklif dahi vermediği kamu çerçeve protokolü süreciyle ilgili, “Eylemse eylem, grevse grev” demek zorunda kalması gibi. Hatta sendikal bürokrasi bu kapsamda ‘militanca’ eylem ve grevler dahi örgütleyebilir. Ancak bu militanlık yine çizilen çerçeveye uygun olarak, ‘İşçilerin gazını alma’ amacı taşır, ‘kontrollü’ olur.

Bahsettiğimiz bu diyalektik çelişki, TÜPRAŞ örneğinde son derece net bir şekilde gözlemlenebilir. Türkiye’nin en büyük sanayi kuruluşu olarak, Koç Holding bünyesinde faaliyet gösteren TÜPRAŞ’ın, bir ayda işçi başına elde ettiği net kâr 608 bin lira düzeyinde. Bu dönem Erdoğan-Şimşek programını da arkasına alan Koç, işçilerin ücretlerini reel olarak eriten bir politika izledi. Bu durum, kapitalizmin temel çelişkisi olan ‘Sermayenin kâr oranlarını koruma’ ile ‘Emeğin yeniden üretim koşullarını sağlama’ arasındaki gerilimin somut bir ifadesi olarak okunabilir. TÜPRAŞ yönetiminin dayattığı yüzde 35’lik ücret artışı (Ki bu enflasyon karşısında reel bir ücret kaybı anlamına geliyor), tam da bu dinamiklerin bir sonucu.

TÜPRAŞ örneği, Türkiye’de 1980 sonrası uygulanan neoliberal politikaların işçi sınıfı üzerindeki yıkıcı etkilerini de gözler önüne seriyor. Özelleştirme süreciyle birlikte kamunun elinden çıkan TÜPRAŞ’ta, çalışma koşulları giderek ağırlaştı, sendikal haklar ise budandı.

TÜPRAŞ direnişinde en çarpıcı olan ve işçilerin tepkisine neden olan noktalardan biri de Petrol-İş yönetiminin işçilerin iradesini hiçe sayarak, gece yarısı toplu sözleşmeyi imzalamasıdır. Her ne kadar bu durum, Petrol-İş çevresinden kimi isimler tarafından “Petrol-İş tüm sözleşmelerde şubelerin ve temsilcilerin onayını alıyor” şeklinde savunulsa da bu; mücadeleci olduğunu iddia eden bir sendikanın üyelerine karşı sorumluluğunu yerine getirdiğini kanıtlar nitelikte değil.

Zira günün sonunda işçinin yaşadığı bir gerçek var: İşçilerin öfkesini neredeyse görmezden gelen Petrol-İş yönetiminin, Koç Holdingin dayattığı koşulları kabul etmesi ve ‘uzlaşmacı’ doğanın tipik bir tezahürü olarak, işçilerin haklı taleplerini ‘yasal süreçler’ çerçevesine hapsetmeye çalışması, işçilerin kararlılığını ve mücadelesini ‘kontrollü’ bir çerçevede tutma eğilimi...

Bu süreçte TÜPRAŞ işçilerinin en önemli başarısı ise sendika yöneticilerinin pasif tutumuna rağmen kendiliğinden örgütlenerek eyleme geçmeleridir. Yolları kapatmaları, polis müdahalesini püskürtmeleri ve “Biz olmadan imzalanan sözleşmeyi tanımıyoruz” demeleri, işçi sınıfının kendiliğinden eylemlerinin, devrimci bir potansiyel taşımasını göstermesi bakımından önemlidir. Ne var ki, TÜPRAŞ’taki kısacık direniş, birleşik ve devrimci bir stratejiden yoksundu. Bu potansiyelin gerçek bir devrimci harekete dönüşebilmesi için örgütlü bir perspektifin gerekliliği de açıktır.

TÜPRAŞ direnişi, işçi sınıfının örgütlü gücünün ne kadar kritik olduğunu hatırlatmıştır. Ancak bu gücün uzun vadede kalıcı kazanımlar getirebilmesi, hatta el yükselterek söyleyelim, sermaye düzenini yıkacak bir devrimci harekete dönüşebilmesi için, sendikal bürokrasinin sınırlarını aşan bir perspektif gereklidir. İşçi sınıfı, tarihsel misyonunu ancak ‘bağımsız’ örgütlenme, devrimci bilinç ve sınıf mücadelesinin siyasallaşmasıyla yerine getirebilir. Bunun için de işçi sınıfının devrimci partisinin rolü önemlidir.

Kemer sıkma programı kapsamında önümüzdeki süreçte kapitalistlerin işçi sınıfına yönelik saldırılarının daha da artacağı öngörülürken, bu sürecin, doğası gereği sınıf mücadelesinde irili ufaklı değişimlere (bazen daha keskin) yol açması muhtemeldir. Bu süreçte tabandaki kaynama ile sendikal bürokrasi arasındaki çelişkiyi kavramak ve ikisi arasındaki gerilimlerden yararlanmak, mücadeleyi işçi sınıfının lehine geliştirecektir.

EVRENSEL'İNMANŞETİ

"Dış güçler" içeride

"Dış güçler" içeride

ABD Dışişleri Bakanı Rubio, Zelenskiy ve yandaşları, NATO, İsrail damgalı karanlık senatörler İstanbul, Ankara ve Antalya’da, adeta bir emperyalist fuarda iş bağlayarak ve fırsat arayarak dolanıyor. “Dış güçler” demagojisini dilinden düşürmeyen Saray iktidarı ise tüm bu olan bitene, ‘barış’ adı altında ev sahipliği yapmakla övünüyor.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
16 Mayıs 2025 - Sefer Selvi

Evrensel'i Takip Et