1 Mayıs 2025 00:42

Mehmet İNCE

İstanbul Üniversitesi

Maksim Gorki’nin 1906’da yayınlanan “Ana” romanı, yalnızca bireysel bir dönüşüm hikâyesi değildir. İşçi sınıfının uyanma yolculuğunun ve bu yolculukta öncü güçlerin oynadığı rolün bir alegorisidir. 1905 Devrimi sürecinde yazılan, Lenin’in beğenisini kazanan bu eser, 1 Mayıs’ın tarihsel ve politik anlamını derinlemesine yansıtır. Romanın merkezinde, başta mücadeleye inanmayan, geleneksel bir anne profili çizen Pelageya Nilovna vardır. Oğlu Pavel’in devrimci fikirleriyle tanıştıkça sömürünün, suskunluğun ve korkunun karşısında duran bir nefer haline gelir. Onun dönüşümü, Sovyetler Birliği’ni kuracak olan işçi sınıfının bilinçlenme ve örgütlenme süreciyle paraleldir.

1 Mayıs sahnesi, romanın doruk noktalarından biridir. Pavel ve yoldaşlarının organize ettiği gösteriyi Pelageya uzaktan izler. Onun gözünden korku duvarını devirmiş işçilerin coşkusu, kararlılığı ve dayanışması anlatılır. Polisin acımasız müdahalesi, rejimin sınıf temelli mücadeleye karşı korkusunu ve tahammülsüzlüğünü gösterir. Panzerleri, kelepçeleri, bütün silahları, hepsi halka karşıdır.

Halkın şiddetle ve tutuklamalarla yılmaması, mücadeleye daha sıkı sarılması bize zorbaların rejiminin ve maaşlı eşkıyalarının zayıf noktasını gösterir, birleşmiş bir halkın karşısında burjuvazinin zor ve baskı aygıtları yetersizdir. Pavel’in tutuklanması bir yıkım değil, bir bayrak teslimidir. Kavga kaybedilmemiş, çelikleşmiş, ölümsüzleşmiştir.

“Ana” romanı çıktığı gibi bir Marksist klasik haline gelmişti. Klasik dönem Batı edebiyatının aile içi drama ve bireysel trajedi şablonlarını -kendinden bir önceki dönemin gerçekçi Rus edebiyatının da etkisiyle- reddediyor, yerine toplumsal mücadeleyi ve sınıfların çatışmasını koyuyordu. Gerçekçi edebiyatı bir ileri aşamasına taşıyor, sosyalist-gerçekçi edebiyatı ortaya koyuyordu.

Bertolt Brecht; 1932’de, Nazilerin iyice palazlandıkları, siyasi ve toplumsal yaşamın tümünde baskılarını arttırdıkları bir dönemde Gorki’nin romanını aynı isimle sahneye uyarladı. “Ana”, Brecht’in Nazi iktidarı öncesinde ve esnasında yazıp sahnelediği birçok siyasi oyundan biriydi. Öncüsü olduğu epik tiyatro akımı ile, tiyatroyu bir hikâye anlatma aracı değil bir propaganda aracı olarak kullanıyor, oyunlarındaki müzikal bölümleriyle ve oyuncuların doğrudan seyirciyle iletişime geçtiği kısımlarla mesajını hedef kitlesi olan işçi sınıfına ulaştırıyordu. Brecht’in tiyatrosu, Marksist felsefenin sahnede vücut bulmasıydı, sosyalist gerçekçiliğin bir üst aşamasıydı. Naziler, büyük ses getiren bu oyunun sahnelenmemesi için başrol oyuncusunu tutuklayacak kadar ileri gitmişlerdi, oyundaki “Durduramayacaklar Halkın Coşkun Akan Selini” şarkısının tahlillerini inatla haklı çıkarıyorlardı, Zindanları, tutukevleri, işkence evleri, hepsi halka karşıdır.

Klasikler Türkiye’ye nasıl uyarlandı?

Bu oyun, Türkçeye uyarlanmış, 1974 yılında Ankara Sanat Tiyatrosu tarafından sahnelenmişti. Oyunun müziklerinin sorumlusu Sarper Özsan’dı. Özsan, oyunun halihazırda var olan şarkılarını uyarlamanın yanında 1 Mayıs sahnesi için de bir marş besteledi. Daha sonra Timur Selçuk, Edip Akbayram, Grup Yorum ve hikayesini inceleyeceğimiz Cem Karaca tarafından yorumlanan “1 Mayıs Marşı” böyle doğmuştu.

Aynı yıl Cem Karaca iki senedir çalıştığı Moğollar grubuyla yollarını ayırdı, Dervişan isimli yeni bir grup kurdu. Karaca’nın tamamen politikleşmesi ve kendini devrimci mücadeleye adaması sürecini Dervişan dönemini inceleyerek gözlemleyebiliriz. 1974-1975’te çıkardıkları “Tamirci Çırağı”, “Nem Kaldı”, “Beni Siz Delirttiniz”, gibi parçaları ile müziklerinin içinde propaganda yapıyorlar; 1976-1977’nin “Parka”, “İhtarname”, “Mor Perşembe” şarkıları ile doğrudan propaganda için müzik yapıyorlardı. Bu dönüşümün ilk sanatsal zirvesi 1977’nin “Yoksulluk Kader Olamaz” uzunçalarında vücut bulacaktı. Albüm, tüm Anadolu Rock döneminin en etkileyici müzik performanslarından bazılarını barındırır. Her şarkıda toplumun başka bir emekçi kesiminin dertleri ve mücadeleleri anlatılır. Nazım Hikmet, Ahmed Arif, A. Kadir şiirlerinin yanında Can Yücel’den bestelenen coşkulu “İşçi Marşı” ise Karaca'nın bir sonraki hamlesinin habercisidir. 1978’de yayınladıkları “1 Mayıs/Durduramayacaklar Halkın Coşkun Akan Selini” 45’liği, Sarper Özsan’ın Brecht’in oyunu için yaptığı uyarlamaların yorumlarıdır. Gorki’nin romanının ve sosyalist gerçekçiliğin özü, bir müzikli epik tiyatro oyununun ardından iki Rock şarkısında tekrar doğmuşlardı. Pavel’in ve annesinin, tüm ülkelerin işçilerinin mücadeleleri Cem Karaca’nın sesinde kristalleştiler, bu 1 Mayıs’ta tekrar meydanlarda yankılanacaklar.

Mart 1980’de Cem Karaca, Sarper Özsan ve plak şirketi sahibi Ali Avaz “1 Mayıs” 45’liği sebebiyle yargılanmaya başladılar. Karaca bu dönem yurt dışına çıktı, babası Mehmet Karaca’nın cenazesine katılamadı. 12 Eylül sonrası kurulan Sıkıyönetim Mahkemesi tarafından (tutuklanmak, belki de öldürülmek için) Türkiye’ye geri çağırıldı. Geri dönmemesi üzerine Yılmaz Güney ile aynı gün, 6 Ocak 1983’te Türkiye vatandaşlığından çıkarıldı. Bugün hâlâ kurtulamadığımız Neo-liberal, halk düşmanı düzenin mimarı olan faşist darbeciler, dönemin en kıymetli iki sanatçısını bu şekilde vatanlarından kovdular. Suçları, geriyi değil ileriyi göstermek, sermayenin değil halkın sanatçısı olmaktı.

Tıpkı Çarlık Rusya’sı ve Nazi Almanya’sı gibi,12 Eylül darbecileri ve darbecilerin ardılları olan; tıpkı onlar gibi öğrencileri, sanatçıları, işçileri cezalandıran, okullarımızı, hastanelerimizi, deprem toplanma alanlarımızı yandaşlarına peşkeş çeken rejimin de borsaları, şirketleri ve iktidarları, hepsi halka karşıdır. Bunların hiçbiri onları kurtaramayacak: Durduramayacaklar halkın coşkun akan selini!

Yazıyı Nazım Hikmet’in 1925’te yazdığı ve yıllarca açığa çıkmayan “İstanbul’da 1 Mayıs” şiirinden bir kesitle bitirip yarına, büyük güne hazırlanalım. Bu şiirde Nazım; kızıl-sarı, heyecanlı şafağın ardından İstanbul’un her semtinin nasıl ayağa kalktığını anlatır, İttihatçı Mahmut Şevket Paşa üzerinden burjuvaziyle hesaplaşır. Nazım Usta, 100 yıl öncesinden bize şöyle sesleniyor:

“Bugün “Mayıs Bir”!

Bir Mayıs’ta İstanbul

Bizim olmuş gibidir!

***

Hürriyet-i Ebediye tepesinde taş kesilen

Mahmut Şevket’in iskeleti!

Seni oraya diken sınıf

Zırnık kadar bile vermedi bize hürriyeti;            

Yıkıl karşımızdan!

Yangınları haykıran Yangın Kulesi, tepeden bakma bize

Bir gün elbet

Seni borazan yapacağız kendimize,

İstanbul’un ağzı

Haykıracak kızıl inkılâbımızı!”

Evrensel'i Takip Et