20 Nisan 2013 11:39

Nasıl mutlu olur insan?

“Bugün 23 Nisan, Neşe doluyor insan.”23 Nisan 1920’de başlayan süreç ve Kurtuluş Savaşı boyunca bu topraklarda yaşayan Türk’üyle, Kürt’üyle herkesin neşelenebilme olasılığı, maalesef 20 Nisan 1924’te, 1924 Anayasası’nın kabulü ve yürürlüğe girmesiyle beraber,   Kü

Nasıl mutlu olur insan?
Paylaş
İsmail Dindar

23 Nisan 1920’de başlayan süreç ve Kurtuluş Savaşı boyunca bu topraklarda yaşayan Türk’üyle, Kürt’üyle herkesin neşelenebilme olasılığı, maalesef 20 Nisan 1924’te, 1924 Anayasası’nın kabulü ve yürürlüğe girmesiyle beraber,   Kürtler için ortadan kalkarak, yeni ve bambaşka bir sürece evriliyordu. Eğer neşe olacaksa, bu sadece ve sadece bir millete, yani Türk ulusuna kısmet, pardon hak olacaktı. Diğerlerinin payına asimilasyon, inkar, yani on yıllarca sürecek acı  ve keder devreleri başlıyordu.

Savaş bitmiş, vatan ve millet kurtulmuştu. Alevere, dalevere Kürt Miheme yeniden en ağır (gece 1-3) nöbetine gönderiliyordu. Milleti ve vatanı kurtaran savaş, Kürtleri kırıp döktükten sonra, kalanları sürgünlere gönderiyor, zindanlara tıkıyordu. Bu kızıl kıyametin ardından, yeni rejim Kürtleri tarihin derin dehlizlerinde yok etmek  üzere yeni bir savaş açıyordu. “Beyaz giysili” savaşçılarla, Kürt anne, dengbêj (ses sanatçısı ve öykü anlatıcısı)  ve Melleleri (imam) arasında cereyan eden bu uzun süreli savaşta, yüzyılın bitmesine on kala, beyaz katliamcılar galibiyete çok yaklaşmışken, dağların ardından xakî (haki) renk giysileriyle “hawar”a (imdat) yetişen güçlerin yeni bir cephe açmasıyladır ki en azından orta kuşak Kürtlerin ağzında Kürdi bir dil kalabildi.

Oysaki bu konuda en fazla öneme sahip “yeni nesil”, asimilasyoncu, şoven, inkarcı eğitim sistemimin bir eseri olarak kaybedilmişti. Şu an var olan bütün kavganın ekseninde, bu kaybolmanın getirdiği yürek acısını dindirme ve tarihsel bir süreci durdurup, yeniden dirilişi yaratma durumları var.

Ve eğer tökezlemez de barışma başarılabilirse, dünyanın en ücra köşelerindeki insanları bile neşeyle dolduran bu güzel gün, yani 23 Nisan Kürt çocuklarını da neşelendirmeye, en azından gülümsetmeye çalışacak.

Dünyanın tek çocuk bayramı olarak kutlanan 23 Nisan Çocuk Bayramı, bu ülkenin kurtarılması ve kurulmasında en az diğerleri kadar emek sahibi olan ve en fazla ter ve kan akıtan Kürtlerin çocukları ve torunlarının dışında, her ülkeden, her milletten, her ırktan çocukların katılıp kutladığı, neşelenip, mutlu olduğu bir gün olarak dururken 23 Nisan’da, bilmem nasıl mutlu olabilir insan?

Dile kolay, bir dili unutturmak, zihinlerden, yüreklerden silebilmek.

Neler neler yapılmadı ki, Kürt’ün dilini bağlamak, kör etmek için.

“Vatandaş Türkçe konuş!” dediler her yerde. Konuş(a)mayanlara, konuşamadıkları kadar, kendi dilinde seslendirdikleri  kelime sayısı kadar para aldılar kesesinden ki pazara getirip sattığı tavuk, tereyağı ve yumurta yetmiyordu çok kez, dilinin  cezasını ödemeye.

Yazı – kitap kimin haddineydi ki? Sözle öfkesini haykıranlara bir şey yapamadılar ama, o sözü  ince şeritlerine kaydedilmiş modern makinelerden dinleyenleri, vahşice işkencelerle dinlediklerine, dinleyeceklerine pişman ettiler. Bazen o yasak kasetler ele geçmese de, kaseti çalan makine de yetiyordu ceza almaya.

Özellikle yatılı ilköğretim bölge okullarında (YİBO), köyde, bucakta; radyosu, gazetesi, halkevi, kışlası, camisiyle ve özellikle de 80’li yıllarla birlikte televizyonlarıyla, Kürtlerin kendi içinden, bu mekanizmayı daha hızlı çalıştıracak çarklar elde ederek, fişleri boğaza, mideye bağlayarak, kendi kendini imha eden bir zehir elde ettiler.

Dile kolay, bir insanın, 7 yaşına kadar “anne” okulunda öğrendiği bir dilin bir gün geldiğinde,  aniden bir şeye yaramadığını, ondan da beteri, bunun yasak ve de pis bir şey olduğunu öğrenmesi. Ve her konuşulduğunda, gizli görevlilerce tespit edilmesi durumunda (Kürtçe konuşanları yazan başkanlar) kelime başına önceleri para ve sopa, daha sonraları (bizim kuşak) sadece palamut ve nar ağaçlarından, özenle hazırlanmış sopa cezalarıyla medenileştirilmek, dile kolay.

KAPININ DERİSİ!

Ve memleketimden bir kaç tane, güler misin,  ağlar mısın manzarası.

Öğretmen temizlik-sağlık ünitesini işlerken, önce “cildimiz” der, herkesin gözü birkaç gün önce ciltledikleri defter –kitaplara kayar. Öğretmen bu kez “derimiz” der, derimizi temiz tutmalıyız. Şaşkın bakışlar altında kaygılanır ve sorar:

-Anladınız mı çocuklar? - Evet. - Peki “deri” nedir çocuklar? Hep bir ağızdan, tek cümle : - Kapidir (kapı) öğretmenim. (deri, Kürtçe’de kapı demektir)

Bir başka hikaye, okula müfettiş gelecek. Öğretmen çocuklara eve gidip “bez” getirmelerini ve bu “bez”lerle camları silmelerini ister. Bir –iki saat sonra, öğretmen okula geldiğinde, bu ılık bahar gününde, uzaktan camların, buz tutmuşçasına bembeyaz parladığını görür ve afallar. Bu nedir çocuklar dediğinde de, “bez” le sildik öğretmenim derler. (bez, Kürtçe’de, iç yağıdır) Yıl 1986, Diyarbakır’ın Çermik İlçesi’nin Aşağı şeyhler Köyü. Öğretmen 4. sınıflara Cervantes’in çocuklar için kısaltılmış Don Kişot’unu sırasıyla sesli okutur. Çocuklar “Kılıcı “kın”ından çekti. Kılıcı kınına koydu” cümlelerini okumayıp atlarlar. Bunu fark eden öğretmen, neden o cümleleri okumuyorsunuz dediğinde, önce sınıfta bir sessizlik olur, öğretmen ısrar edince, utanarak, “öğretmenim ayıp” derler.  Kendisi de çocuklar gibi Zazaca (dimilî) lehçesini bilen öğretmen sapsarı kesilir ve sonra gülsün mü, yoksa ağlasın mı, durumunu yaşar.

Ve bu şekilde öğrenen- öğretilen Kürt çocukları, kendi anadilleriyle eğitilip- öğretilen Türk çocuklarıyla aynı koşullarda sınanır, denenir, ama maalesef  hiç bir zaman neşelenip, sevinemez anadili Kürtçe olan insan.

Bir de hafızalara silinmemek üzere kazınan, yüreklerde “on üç”ü birden kurşunla açılan  Uğur’suz yaralar, havan toplarının çocuk bedenlerinden daha da büyük gülleleriyle parçalanan Ceylan’lar, çocuk sevinci yarım kalan Abdullahlar, Mizgînler, Enesler...

Ve her anımsadığımda, televizyonun soğuk ekranındaki o barbarca görüntüyü, acısını yüreğimde duyduğum ve büküldüğünde, çat diye kırılan körpe bedenin, incecik kolundan sızan kan duracaksa eğer; Kürdü, dili, varlığı, hakkı- hukukuyla tanıyacaksa,  baş-göz üstüne diyerek, yani ser seran û ser çavan, işte o zaman, o zaman kutlu olur 23 Nisan, neşe de dolar, mutlulukla da taşar insan.

ÖNCEKİ HABER

Gizli müfredatla şırıngalanan toplumsal roller

SONRAKİ HABER

Varlığın varlığına armağan olmadan: Annelik

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...