Hepimiz sağlıkta dönüşümün kurbanıyız
Devam eden dönüşümle birlikte şartlar da değişti. Sağlık hizmeti alabilmek için önce paranız olacak yoksa Çevre ve Şehircilik Bakanı’ndan dahi medet umar hale gelebilirsiniz.
Sağlık hizmeti vermek istiyorsanız da performansa dayalı, sömürü ortamında çalışmayı kabul etmelisiniz. Tabii bir de kadın olmak işin içine girince, sömürü kat be kat artıyor. İntihar eden, şiddet gören doktorların, başvuru, muayene, katkı payı ücretini ödeyemediği için doktora gidemeyenlerin başta kadınlar olması tesadüf mü? Sağlıkta dönüşüm kadınların sağlığını nasıl etkiledi? Dünyada bu süreç nasıl işliyor ve sağlık çalışanlarının bugün yaptığı g(ö)rev ne anlama geliyor? Tüm bunları Kocaeli Üniversitesi Kocaeli Sağlık Yüksekokulu Hemşirelik Bölümü Öğretim üyesi Yar. Doç. Dr. Özlem Özkan’ a sorduk...
Türkiye’de sağlık alanında yaşanan dönüşümün getirdiği en önemli değişiklikler ne oldu?
1970 sonrası kapitalizmin yeniden gündeme gelen krizi ile sermaye sınıfı yeni yatırım alanlarına yöneldi. Bunlardan birisi de sağlık alanı. Sağlık hizmetlerinin ticarileşmesi, piyasalaşması için Dünya Bankası gibi sermaye sınıfı örgütleri tarafından hazırlanan bu paket program, ülkemizde de diğer ülkelerde olduğu gibi önce Sağlık Reformu kavramı, daha sonra AKP hükümeti ile beraber "Sağlıkta Dönüşüm Programı" kavramı ile gündeme geldi. Aslında 1980'den bugüne iktidara gelen tüm hükümetlerin itirazı şöyle dursun, büyütüp beslediği bu program, AKP Hükümeti ile büyük bir ivme kazandı.
Programın amacı; öncelikle kamu sağlık kurumlarının özerkleştirilmesi ve/veya özelleştirilmesi. Hatta kamunun kaynakları ile özel sağlık sektörünün desteklenmesi ve özel sağlık kurumlarının sayısının artırılması. Sağlık hizmetleri ile finansmanın birbirinden ayrılarak, finansal olarak özel sağlık sigortacılığının bir ön aşaması olan genel sağlık sigortasının kurulması. Merkezi yönetimden yerel yönetimlere doğru yetki, görev ve kaynak aktarımı. Birinci basamak sağlık hizmetlerini ortadan kaldıran aile hekimliği modelinin kurulması. Sağlık emekçilerinin sömürüsünü arttıran esnek üretim uygulamalarının getirilmesi. Özellikle esnek istihdam uygulamaları diğer mevzuatlarla da desteklenmiş ve geliştirilmiştir. Sağlık emekçilerinin sömürüsünün bir aracı olan performansa dayalı ücretlendirme, sözleşmeli çalışma, taşeron çalışma, ek çalışma sürelerinin oluşturulması, Toplam Kalite Yönetimi Uygulamaları (TKY), kalite çemberleri, uzun ve yoğun çalışma saatleri esnek uygulamalardan sadece bir kaçı. Genelde devletin özelde Sağlık Bakanlığı’nın görevinin sadece denetleyici ve sağlık sektörü piyasasını düzenleyici bir işleve indirgenmesidir.
Peki Türkiye’de bu süreç nasıl şekillendi?
Kapitalist ülkelerin tümünde sağlık sistemleri yeniden birbirinin neredeyse aynı biçimde şekillendi. Türkiye gibi pek çok ülke ise bu programı adeta kopya etti. Dolayısıyla bu programı savunanlar, programın AKP’nin özgün bir programı olmadığını bilmelidir. Bu program ile yapılanan sağlık sistemi ile sadece sağlık emekçileri değil, bu hizmeti alan yoksullar, işsizler, güvencesizler kısacası geniş emekçi kesimleri derinden etkilendi; etkilenecektir de. O zaman bu program kim için diye sorduğumuzda yanıt çok açık: Uluslararası ve ulusal düzeydeki sermaye sınıfı için.
Aile hekimliği uygulaması bu dönüşümün neresinde duruyor?
Sağlık reformlarından etkilenen en önemli gruplardan biri sağlık hizmeti alan yoksul, güvencesiz kadınlar. Çünkü sağlık reformları sağlık kurumlarını ulaşılabilir hale getirmiş gibi görünse de finansal olarak erişimi giderek imkansızlaştırıyor. Sağlık kurumuna başvuru, muayene, reçetelerden alınan katılım ve katkı payları bunlardan sadece birkaçı. Özellikle Aile Hekimliği uygulamasıyla, 15-49 yaş kadın izlemi, çocuk izlemi, gebe izlemi, doğum sonu izlem ve doğum kontrol yöntemi kullanma sayısında azalma olduğu bilimsel araştırmalar da saptanmıştır. Bolu ve Edirne’de aile hekimliği pilot uygulamaya geçiş öncesi ve sonrası özellikle yoksul ve sosyal güvencesi olmayan nüfusun bu hizmetlerinden yararlanmalarında anlamlı bir azalma olduğu saptanmıştır. Özellikle kırsal kesimdeki kadınlar bunun en büyük mağdurudur. Önceden sağlık ocaklarında, sağlık evlerinde kadınların parasız ulaştığı bazı doğum kontrol yöntemlerine ise artık ulaşamaz olmuştur. Bu, hükümetin kürtaja yönelik tavrı ve çocuk sayısını artırmaya yönelik uygulamaları ile birlikte düşünüldüğünde, istenmeyen gebeliklerin beraberinde anne ölümlerinin ve istenmeyen sağlık sonuçlarına kadınların maruz kalacağının önemli bir habercisidir.
Aile Hekimliği ile birlikte ebeler ve hemşireler, ayrıca erkek ya da kadın acil tıp teknisyenleri çok farklı görevlere, yetkilere, donanımlara ve eğitim düzeylerine sahip olmasına karşın, birbiri ile ikame edilmekte ya da eş değer görev, yetki ve sorumluluklara tabi tutulmaktadır. Bu durum dayanışma yerine rekabeti getirmiştir. Hemşirelik ve ebelik meslekleri ise “eleman” a indirgenmiştir. Hemşire dahil, tüm aile sağlığı elemanlarının aile hekimi tarafından istihdam edilecek olması da sağlık emekçileri arasındaki profesyonel ilişkiyi ve ekip anlayışını zedeleyecektir. Çünkü, hekim ve diğer sağlık emekçileri daha önceden ekibin birer üyesi iken, artık patron-işçi konumu ile karşı karşıya kalmaktadır.
Türkiye’de emek-gücü sömürüsünü artıran, ayrıca emeğin denetimi ve kontrolünü sağlayan beraberinde emek verimliliğini artıran Toplam Kalite Yönetimi’nin neredeyse tek sorumlusu kadın hemşirelerdir. Buna karşın hemşirelerin çok önemli bir bölümü uzunca bir süredir onun özünü kavramak şöyle dursun, ona olumlu anlamlar yüklemişlerdir. Oysa, hemşireler TKY ile meslek dışı iş olan kayıt işlerine gömülmüşlerdir. Bu kayıtların sistem tarafından mesleki bir işlevi olduğu iddia edilse de böylesi bir süreçte hemşirenin hasta ile doğrudan teması azaltmıştır. Özünde hemşirelerin uzunca bir zamanını alan bu kayıtlar, performansa dayalı ücretlendirmenin, sağlık kurumu kaynaklarının kısıtlanıp kısıtlanmadığının denetlenmesinde ve kalite-maliyet stratejilerinin uygulanıp uygulanmamasında bir denetim aracıdır. Bununla karşı karşıya kalan hemşireler gelindiği noktada hastalarla şiddete varan sorunlarla karşılaşmakta ve mesleğinde yoğun değersizleşme yaşamaktadır.
Hastalarla sürekli yüz yüze olmak durumunda olan sağlık hizmetlerinin paralı hale dönüştüğü, az çalışan ile çok iş yapılan bu sağlık sisteminde duygusal emeğin de metalaştırılması söz konusu. Sağlık reformları buna büyük bir ivme kazandırmıştır. Kadın sağlık emekçileri ise buna en fazla maruz kalanlar. Ağır çalışma koşulları, uzun çalışma saatleri, ve yoğun iş temposu, güvencesiz çalışma beraberinde tüm sağlık emekçilerinde olduğu gibi, kadın sağlık emekçilerinde meslek hastalığı, iş kazası, işe bağlı sağlık sorunlarını artırmıştır. Örneğin, ülkemizde son yıllarda Kırım Kongo Kanamalı ateşe maruz kalan ya da yaşamını kaybedenlerin önemli bir bölümü kadın sağlık emekçileridir.
Halk bir taraftan bu sistemden memnun olduğunu da dile getiriyor. Ama bu memnuniyet hastanede saatlerce sıra beklememek, elektronik sistemin yarattığı kolaylık, herhangi bir şey için üniversite hastanelerine gidebilmek gibi uygulamalardan kaynaklı herhalde. Siz bu memnuniyet algısının nasıl oluşturulduğunu düşünüyorsunuz?
Eğer bir toplum sosyal gerçekliğin bilgisini bilimsel bilgilere göre edinmiyorsa ya da edinebilecek olanaklar elinden alınıyorsa, bu bilgiyi sadece deneyimleyerek ediniyorsa, bunun halkların yararına olacak bir uygulama olduğu algısını oluşturması hiç de zor değil. Medya bunun en büyük aracı oldu. Çünkü toplumda sağlık hizmetlerinde adeta bir “talep paketi” oluşturuldu. Piyasa ilişkilerinde duygusal emeğin metalaştırılmasında önemli bir unsur olan “güler yüzlü” sağlık emekçileri, kuyruklarda beklememe ise paketin bazı parçaları oldu. Dolayısıyla, memnuniyet algısı çalışmalarının tersi çıkması söz konusu olamayacak. Ayrıca, eğer halkımız bu sağlık programından bu kadar memnunsa, Sağlık Bakanlığı bünyesindeki Alo 184 SABİM hattı niye var? Neden her gün TV ekranlarından toplumun sağlık emekçilerine dönük şiddet eylemlerine tanıklık ediyoruz? Bir sağlık sisteminin gerçekten toplum için yararlı olup olmadığının en önemli göstergelerinden bazıları temel sağlık göstergelerinin düzeyi, sağlıkta eşitsizliklere yol açıp açmaması, sağlık emekçilerine sağlıklı ve güvenli bir çalışma ortamı sağlayıp sağlamaması, hizmetin paralı olup olmaması…
Bu ideolojik manevradan bazı sağlık emekçileri de her türlü olumsuzluklara rağmen, nasibini alıyor. Örneğin, sağlıkta dönüşüm konusunda bilgisi olan hemşire %18-50 arasında değişmektedir. Bilgisi olan hemşirelerin %5-68’i bu dönüşümün kendilerine ve mesleğe olumlu kazanımları getireceğini belirtmektedir. Ebeler ve sağlık memurları hemşirelerden daha yüksek bir oranda bu sağlık sisteminin kendileri için yararlı olacağını düşünmektedir. Bu konuda bilgisi olan hemşirelik öğrencileri % 46-76 arasında değişmektedir. Sağlıkta dönüşüm konusunda olumlu düşünen öğrenciler ise % 12-24 arasındadır.
ŞİDDET, İNTİHAR, HASTALIK… SAĞLIK ÇALIŞANI KÖLE GİBİ
Son dönemde hastanelerde yaşanan şiddet ve sağlık çalışanlarının intiharları da gündemde, özellikle de kadın çalışanlara dönük bir şiddet söz konusu sanki... Neye yoruyorsunuz bu şiddet ortamını, ve bundan özellikle kadın çalışanlar nasıl etkileniyor?
Hangi iş kolu olursa olsun, o iş kolunun çalışma yaşamı vahşileştikçe, sömürü oranı arttıkça, emek-gücü maliyetini düşürücü stratejiler uygulandıkça, ücretler baskılanıp, işçiler işsizlikçe tehdit edildikçe ve bu koşullar karşısında işçilerin sağlık hizmet alması olanaksızlaştıkça kaçınılmaz olarak işçilerin meslek hastalıkları, iş kazaları, işe bağlı sağlık sorunları artar. Sağlık alanında Sağlıkta Dönüşüm Programı sonucunda yaşadığımız tam da budur. Ülkemizde sıklıkla karşılaştığımız sağlık emekçilerine yönelik “Şiddet” ise iş kazalarından sadece birisidir. Ne yazık ki, artık şiddet sağlık emekçisi arkadaşlarımızın ölümüne dahi yol açar olmuştur. Şiddet olgusuna yapılan iş kazası vurgusu önemli. Bugün pek çok ülkede şiddet sağlık emekçileri için iş kazası olarak kabul edilmektedir. Çünkü nedeni bireysel değildir. Bir başka ifadeyle, temel nedeni sağlık emekçisi-hasta/kişi/yakınları değil mevcut piyasalaşmış ve ticarileşmiş sağlık sistemidir.
Özellikle son yıllarda sağlık emekçilerinde giderek artan bir sorun da “intihar”dır. Her ne kadar özellikle medya ve hâkim siyaset tarafından bu yine “kişisel, özel bir sorun” ile ilişkilendirilse de özünün salt bu olamayacağı yönünde güçlü kuşkular vardır. Japonya dört hafta ya da daha uzun sürede, haftada ortalama 65 saat ve daha uzun çalışan ya da sekiz hafta ve daha uzun sürede, haftada 60 saat veya daha fazla çalışanlarda işe bağlı olarak görülen intihar girişimi için “karojizatsu” tanımını yapmış ve bu iş kazası olarak kabul edilmiştir. Japon Sağlık, İşçi ve Refah Bakanlığı’na göre 2005 yılında 42 işçi (Bu sayı 2000 yıluından 2.2 kez daha fazladır) ve en az beş hekim (cerrah, pediyatri, anestezi, dahiliye uzmanı ve bir stajyer hekim) karojisatsu’ya kalkışmıştır. Eğer yoğun çalışma bu şekilde devam ederse, başta hekimler olmak üzere sağlık emekçilerinde karojisatsu’nun durumunun hızla artacağı beklenmektedir. Ülkemizdeki sağlık emekçilerinin intiharlarına bu bağlamda bakılmalı.
Ayrıca kadınlar da dahil tüm sağlık emekçileri sadece şiddet ve intihar sorununu yaşamıyor. Maruz kaldığı lateks alerjileri, işe bağlı tüberküloz, Hebatit- varis, slikozis, kanserle gibi sayısız sağlık sorunları var. Örneğin, kadın sağlık emekçileri böylesi çalışma koşulları yüzünden meme kanseri açısından en büyük risk grubudur, bu konuda başka ülkelerde yapılan çok sayıda bilimsel çalışma ile de bu kanıtlanmıştır. Ülkemizde 1994-2007 yılları arasında tüberküloz görülme sıklığı 100.000 sağlık çalışanında 29.12'dir. 2006 yılında Çorum, 2008 yılında Bolu devlet hastanelerinde, yine 2009 yılında Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi'nde toplam üç hemşireye hastadan KKKA bulaştığı için yaşamını kaybetmiştir.
SAĞLIK HAKTIR DEMEK İÇİN BUGÜN G(Ö)REVDEYİZ
Sağlık hizmetlerinin devlet güvencesiyle her vatandaşın yararlanabildiği bir hizmet olması ülkemiz açısından hayal mi?
Bilimsel veriler, tarihsel birikimimiz ve reel sosyalist deneyimler bizlere sağlık hizmetlerinin; nitelikli, ulaşılabilir, eşit, parasız, merkezine insanın gereksinimini temel alan, basamaklı, önceliğin sağlığın geliştirilmesi, hastalıkların korunması ve önlenmesi olan, sağlık emekçilerinin ve sağlık kurumların eşit dağıldığı ve insanın yaşadığı her yere sağlık kurumlarının ulaştığı bir sistemin mümkün olduğunu gösteriyor. Ancak kapitalizm içerisinde değil. O nedenle işçi sınıfının yolu uzun. Sağlık emekçilerinin emekten yana olan meslek örgütleri ve sendikaları sağlık alanı üzerinden mücadele ediyor. Neye karşı? Sağlık hizmetlerinin paralı olmasına karşı, sağlıkta eşitsizliklere karşı, sağlığın ticarileşmesine karşı, sağlık emekçilerinin ağır ve tehlikeli çalışma koşullarına karşı. Bunlardan birisi de 17 Nisan Eylemidir. TTB, Türk Dişhekimleri Birliği, Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası, Devrimci Sağlık İşçileri Sendikası, Türk Hemşireler Derneği, Türk Ebeler Derneği, Tüm Radyoloji Teknisyenleri/Teknikerleri Derneği, Türk Medikal Radyoteknoloji Teknisyenleri Derneği, Sosyal Hizmet Uzmanları Derneği, Türk Psikologlar Derneği, Sağlık Çalışanlarının Sözü Sendikası ile Sağlık Hizmetleri Sınıfı Çalışanları Derneği 17 Nisan 2013, Çarşamba günü, G(ö)REVDE olacaklarını ilan ettiler.
KADIN SAĞLIK ÇALIŞANLARI EN BÜYÜK RİSK GRUBU
Tüm bu değişiklikler kadınlar açısından nasıl bir durum yarattı? Ya da neden kadınları özel olarak ilgilendiriyor?
Sağlıkta Dönüşüm Programı’nın kadınlar üzerine etkisi iki düzlemde değerlendirebilir: Hizmeti veren kadın sağlık emekçileri ve hizmeti alan kadınlar.
Kadın sağlık emekçileri açısından: Her ne kadar sağlık hizmetlerinin kadın emeğine dayalı olduğuna dair genel bir kabul varsa da bu meslekler özelinde ve özellikle esnek istihdam biçimleriyle önemli farklılıklar göstermektedir. Şöyle ki; hekimler, diş hekimleri, eczacılar, fizyoterapistler ve sağlık teknisyenlerinde erkeklerin, özellikle hemşirelik ve ebelik gibi diğer mesleklerde ise kadınların ağırlıkta olduğu görülmektedir. Fakat, 1980 sonrasında piyasanın gereksinimlerine paralel olarak, erkek yoğun mesleklerde kadınların, kadın ağırlıklı mesleklerde ise erkelerin sayıları giderek artmaya başlamıştır. Bu durum, sağlık hizmeti üretiminde yatay ve dikey katmanlaşmanın camlarının çatlamaya başladığının bir göstergesi olarak kabul edilebilir. Kadın emeğine dayalı bir emek etkinliği, piyasalaşan ve ticarileşen sağlık hizmeti üretiminde emek-gücünün maliyetinin düşürülme stratejilerinden birisidir. Kadınların erkeklere göre daha düşük ücretle, daha güvencesiz ve sendikasız çalıştırılmaları esnek üretim biçimlerinin paha biçilmez kaynaklarından birisidir. Yarı zamanlı çalışma, sözleşmeli çalışma gibi esnek istihdamın en büyük risk grubu kadınlardır. Nitekim sağlık sektöründeki kadınlarda yarı zamanlı çalışma %38.4 iken, erkeklerde %14.3’tür. Tüm ülkelerde kadın hekimler erkeklere göre, hemşirelikte erkekler daha az olmasına karşın Örneğin; İngiltere’de haftada %23 oranından daha fazla kazanmakta, erkek hemşireler kadın hemşirelere göre daha fazla kazanmaktadır. Sağlık sektöründe özellikle kadın emeğinin yoğun olduğu mesleklerde erkekler daha fazla yönetici kadroları işgal etmektedir. Ayrıca hemşirelikte erkekler kadınlara göre daha hızlı terfi etmekte, bakım yerine daha fazla teknolojiye dayalı hizmetler yürütmekte ve özel sektör tarafından daha fazla tercih edilmeye başlanmaktadır. İngiltere’de özel sağlık sektöründe çalışan hemşirelerin %80’i erkek ve yüksek ücretli, kamuda çalışanların %80’i kadın ve düşük ücretlidir. Bu veriler, sağlık reformlarının cinsiyet eşitsizliğine yol açtığını ya da katmanlaştırdığını göstermektedir. Benzer sonuçlar ülkemiz kadın sağlık emekçileri açısından da doğrudur. (İstanbul/EVRENSEL)
Evrensel'i Takip Et