13 Nisan 2013 05:48

Ruhu şad olmasın!

12 Eylül döneminin ilk yıllarında Türkiye büyük bir postalın altında ezilirken dünyanın da büyük bir altüst oluşun eşiğinde olduğunu kim bilebilirdi ki? Büyük resmin ilk fırçaları atılıyordu henüz. 1982 yılı, Polonya’da Gdansk Tersanesi’nde patlayan ayaklanmaya anlam verebilmek, İngiltere’nin as

Ruhu şad olmasın!
Paylaş
Nuray Sancar

Sonra, çok geçmeden, Falkland’a göz dikmiş olan Thatcher’in, 1984’te maden ocaklarını kapatma kararı almasıyla başlayan ve bütün ülkeye yayılan madenci direnişi geldi gündeme. Gdansk’ta ve İngiltere’de işçi sınıfı yeniden yapılanma sancısı çeken kıtanın biri öznesi, biri mağduru olarak yeniden sahneye çıkmıştı. Gdansk işçileri Doğu Bloku’nda sosyalizmi yıkan güç olarak liberal çevrelerde yerlere göklere çıkarılırken, o sınıfın İngiltere’deki kardeşleri yeniden yapılandırmanın ilk hamlelerini püskürtmeye çalışıyordu. Nedense sol çevreler dışında seslerine kulak açan yoktu. Ne de olsa arkaik, modası geçmiş bir dünyanın işi bulunuyordu bu direniş. Maden işçileri Thatcher’in demir yumruğu altında ezildi ama tarihin o dönemine bir not da düştü; belli ki işçi sınıfı neoliberal burjuvaziye meydanı o kadar kolay bırakmayacaktı. Andre Gorz 1980’de Elveda Proletarya diye bir kitap yazmış olmaya cüret etse bile.

Sonra tek kanallı TRT ekranlarında Trafalgar Meydan Muharebesinin görüntüleri geldi ekrana. Lady Thatcher’ın polisleri Muhafazakâr Parti’nin koyduğu Kelle Vergisi’ne karşı direnen emekçileri dövüyordu o meydanda. İngiltere yurttaşları “vatandaşlık ücreti” aldıkları bir dönemden “18 yaşından büyük herkes kelle vergisi ödeyecek” diyen Thatcher’ın açılışını yaptığı yeni döneme geçişte  “Ödemeyeceğiz, biz kelle değil insanız” dedikçe kafalarına kafalarına iniyordu o coplar. Hazret işte o sıralarda yumurtlayacaktı “toplum yok, birey var!”

Liberalizmin anayurdu İngiltere’de kurucu atalardan hiçbiri bu kadar açık ve keyfiyetle bu sözü edememişti. İnsan deyince sadece burjuva anlaşılsın, insanlık mülkiyette erisin diye uğraşırlarken bile insan hakları filan gibi şeylerle süslemişlerdi tezlerini. Thatcher ise işçi sınıfının mecalsiz kaldığı, sosyalizmin burjuvazi için ürkütücü bir güç olmaktan çıktığı bu sıralarda toplumu iliklerine kadar sökmek, emekçi haklarını tasfiye etmek, örgütlerini dağıtmak için kendi öğretisinin sloganını belirlemişti. 1985’te utanmadan dedi ki: “Tarihsel olarak Thatcherizm iltifat olarak görülecektir.”

Thatcher 80’li yılların kâbusuydu elbette. Kelle Vergisi onun sonu oldu bir bakıma, ama bu, kâbusun sona erdiği anlamına gelmedi. Çünkü gaddarlığın ve acımasızlığın Thatcher’in tekelinde olduğunu sanmak kendisinden sonra gelenlerin kanlı ellerini görünmezleştirir ister istemez. Oysa kâbus yeni bir kılıkla çıkacaktır emekçilerin karşısına.

Muhafazakar Parti’den çok çekmiş İngilizler, Blair’in İşçi Partisini iktidara getirdiklerinde kaçtıkları dolunun hiç kesilmeyen bir yağmura dönüşeceğini bilemezlerdi. Zira kesintisiz yağmura da alışkındılar!

Blair, Reagan-Thatcher-Kohl kankaların kendi ülkelerinde başlattığı yıkımın güler yüzlü takipçisi olarak hemen hemen onlarla aynı programı, ama zamana yayarak uyguladı. Halkın bir kısmı onun sosyalist olduğunu düşünüyordu ama Anthony Giddens Üçüncü Yol diye bir kitap yazarak İşçi Partisi’nin ne sosyalist ne kapitalist, bambaşka bir yolda ilerlediğini yazdı ki, çok kafa karıştırıcıydı. En azından İngiliz entelektüelleri açısından.

Thatcher’le başlayan neoliberal sermaye birikim dönemi devletin emekçi hayatını destekleme politikasının iptali sayesinde küçültülmüş bir devlet, sosyal politikanın tasfiyesi, ücretlerin düşürülmesi ve sermaye birikim maliyetinin bütün emekçilerin sırtına yüklenmesini öngörüyordu. İngilizlerin kesinti dediği bu uygulamalar Blair zamanında rahatlıkla uygulandı. Yetmedi bu ülkenin sömürgeci ruhu, Ortadoğu petrollerine gözünü dikerek Irak işgalinde yeniden uyandı. Blair geride utanç dolu bir tarih, onu meydanlarda protesto ederek kovalayan mağdur bir halk bırakarak çekildi.

Şimdilerin Lib-Dem Koalisyonu (Liberal Parti-Muhafazakar Demokrat Parti ittifakı) Thatcher’in Kelle Vergisi’yle başlattığı atağı yeni bir boyuta taşıdı en son. Evinde kullanılmayan bir yatak odası bulunan sosyal konut sakinlerine Yatakodası Vergisi adıyla yeni bir dayatma geliyor. Ki emekçilerin mücadeleleriyle elde edilmiş bir hak olan sosyal konutlar Blair zamanında özelleştirilmeye başlanmıştı. Boş yatak odası esprisi bize tuhaf gelebilir ama, İngiltere’de evler çoktan beri oda oda kiraya veriliyordu ve şimdilerde neredeyse Engels’in Emekçi Sınıfların Tarihi kitabını yazdığı dönemdeki gibi artık yatak kiralama dönemine geri dönüldü. Kiralar o kadar pahalı ki, insanlar tanımadığı kişilerle aynı odayı paylaşmak zorunda kalıyor. Yatak deyip geçmemek lazım, oralarda altın değerinde.

İngiliz emekçileri yıllardır direnişler, mitingler, belediye işgalleri yoluyla “cut” (kesinti)lere karşı mücadele ediyor. Ve çok iyi biliyorlar ki bu kötü yola Thatcher belası tarafından düşürüldüler. Eski Başbakanın ölümü üzerine sokak partileri düzenleniyor, kutlamalar yapılıyor, şampanyalar patlatılıyor. Ardından edilmedik küfür bırakılmıyor. Bu şenliğe katılanların çoğu belki Thatcher zamanından sonra doğdular ama iki yıl önce okul harçlarının iki katına çıkarılmasına karşı mücadele ederken, tıpkı babalarının bir zamanlar Trafalgar Muharebesinde yediği polis copunu onlar da yediği için, geçmiş kuşakların deneyimi onların birikimi oldu.

Dünya burjuvazisi Thatcher’e çok şey borçlu, emekçileri ise onu lanetle anacak. Ken Loach ne güzel söylemiş: “Devlet töreni yapılmasın; cenazesi özelleştirilsin, ihalede en ucuz fiyatı veren gömsün onu.”

Her şeyi alıp satılacak mal olarak gören, insanı da vergi poliçesine indirgeyen bir piyasa tanrıçası için bundan iyi uğurlama olamaz.

Ruhu şad olmasın!

ÖNCEKİ HABER

Münafık Higgs ve Türkiye’deki yankıları

SONRAKİ HABER

Thatcher öldü ama politikaları uygulamada

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...